Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Zirvede Esen Sert Rüzgârlar ve İplik Eğiren Kadın

A+A-

Zirveye ulaşan ve orada uzun yıllar başarılı hizmetler yapmayı planlayan bir lider hayatının her anında çok dikkatli olmak zorundadır. Eğer o lider, uzun uğraşlar sonucu çok önemli konumlara gelmeyi başarmışsa, etkilediği çevreler varsa, aldığı kararlar pek çok insanın hayatını ilgilendiriyorsa onun bin düşünüp bir söylemesi ve çok doğru kararlar alması gerekir. Aksi halde zirvede esen sert bir rüzgâr onun küçük hatalarını affetmez, ayağını yere çok sağlam basmadığı için de aşağıya doğru yuvarlanması daha çabuk gerçekleşir. Bu itibarla yaşadığı toplumda kanaat önderi olan, emir ve tavsiyelerine harfiyen uyulan, karar mekanizmalarında yer alan, sözü sohbeti dinlenen, düşünce ve fikirleriyle topluma yön verenler mutlaka uzun istişareler sonucu ortak aklı devreye sokarak nihai karar almalı ve bunları ilan etmelidir. Bir iki kişiyi dinleyerek karar almak böyle kimselerin felaketi olabilir.

Zirvede olanlar veya zirveye talip olanlar bilmelidirler ki, hem şeytanlaşmış insanlar hem de içlerinde görmedikleri ama varlığını hissettikleri, fısıltılarını/vesveselerini işittikleri şeytanî sesleri bir o kadar azılı, güçlü, hain ve alçaktır. Bu nedenle yüksek mevkilere gelmiş kimselerin tüm bu şeytanları yenebilmeleri için “yüksek ahlâkî karaktere” sahip olmaları ve İslâmî değer yargılarını içselleştirip eksiksiz uygulamaları gerekir.

Çünkü böyle bir kimsenin şeytana uyarak şehvetine yenik düşmesi, öfkesini kontrol edememesi, gözünü para hırsı bürümesi, daha da yüksek makamlara göz dikmesi ve haksız yere inatlaşması halinde sadece kaybeden kendisi olmaz. Bu ahlâkî zaafları nedeniyle körü körüne peşinden sürüklediği kitleler de kaybeder. Bu ahlak yoksunu lider/hoca efendi insanların da vebalini üstlenerek “aşağıların aşağısına” yuvarlanır. Dolayısıyla burada bir suçlu aranacaksa o kimse, zirveye gelmeyi başarmış, ancak daha sonra ciddi yanlışlar yapmış, hatasında ısrar etmiş mezkûr “sözde liderden/hoca müsveddesinden” başkası değildir.

Ehem ile mühimi karıştıran, pire için yorgan yakan, ayağını yorganına göre uzatmayan, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olan, hak etmediği makamlara göz diken, verdiği sözleri unutan, büyük laflar eden, küçük hesaplar yapan, kolay çark eden, büyük düşündüğünü zanneden, milyonların ya da milyarların hayatını, umutlarını ve geleceklerini tehlikeye atan, ayı ile (ABD/AB/Çin/Rusya/İsrail) aynı yatağa girdiğini bir türlü fark edemeyen bir lider ya da yönetici zirvede esen o sert rüzgârla alaşağı olup dünyasını zindana çevirebilir, ahiretini kaybedip hüsrana uğrayanlardan olabilir.

Görüldüğü üzere bir insan yaptığı eylemlerle, niyetiyle, samimiyetiyle, sözleriyle kendi kaderini kendisi şekillendirmekte, cennetini ya da cehennemini kendisi hazırlamaktadır. Dolayısıyla liderin etrafında bulunup da onu görüşleriyle etkileyen kimselerin güçlü bir karaktere sahip olmaları, ulvî hedeflere talip olmaları, İslâm’ın izzet ve onuruna leke sürecek her türlü şaibeli davranıştan kaçınmaları icap eder. Bir lider, etrafına böyle kimseleri getirmiyor, yalakalarla, sahtekârlarla ve dalkavuklarla iş görüp onlarla mutlu oluyorsa, hatalarını söyleyenleri ödüllendirmek yerine “hain” ve “ajan” diyerek damgalıyor ve etrafından uzaklaştırıyorsa, bu sözde lider sert esen o rüzgârlara karşı en sağlam tutamaklarından birini daha kaybetmiş ve kendi çöküşünü daha da hızlandırmış olur.

Hak etmediği halde zirveye bir şekilde gelmiş ya da getirilmiş lider/şeyh, büyük hizmetler yapma fırsatını/şansını içindeki şeytânî sese yenik düşerek kaybediyor ve firavunlaşıyorsa, kendisine sunulan imkânları heba ediyorsa suçlaması gereken yalnızca kendisidir. Tarih, kendini “vazgeçilmez/mükemmel” zanneden böyle tiplere her dönemde şahitlik etmiştir ve bundan sonra da edecektir.

Kur’ân-ı Kerim, dünyevi menfaatler uğruna Yüce Allah’a verdiği sözü unutan, ilkenin, hakkın ve haklının yanında değil, gücün, güçlünün ve servetin yanında yer alan kimseleri, “uzun emekler sarf ederek eğirip büktüğü ipliği küçük bir nedenden dolayı tekrar çözüp bozan/söken kadının durumuna” benzetmekte ve böyle yanlış kararlar alanlara sağlıklı tefekkür tavsiyesinde bulunmaktadır.[1]

Ancak Kur’ân ile arasına manevî engeller koyan, dünyanın geçici güzelliklerine ve makamlarına aldanan, daha çok güç ve servet elde etmek isteyen, menfaatlerini önceleyen ve küçük hesaplar yapan kimselerin bu uyarıyı işitmesi ya da anlaması çok zor olmaktadır. Zira kalpleri taşlaşmaya başladığı için uyarıların oralarda yankı bulması giderek zorlaşmakta, hatta imkânsız hale gelmektedir. Öyleyse akıllı bir mü’min “zararın neresinden dönülürse kârdır” diyerek acı bir fren yapmalı, günahlarından ve hatalarından derhal vazgeçmelidir. Bununla birlikte fâsık veya mücrimin yanlışlarını savunduğu, iyice yoldan çıktığı ve İblis gibi inatlaşarak kaybedenlerden olmaya başladığı da ayrı bir gerçektir.

Sonuç olarak, zirvede esen sert rüzgârlar, İblisleşmeye başlayanları her zaman tepetaklak etmiş ve aşağıların aşağısına yuvarlamıştır. Bundan sonra da yuvarlaması adetullahın tabiî bir sonucudur. Öyleyse herkes kendisini esfel-i sâfilîn’e götüren süreci bizzat kendisinin nasıl tetiklediğine ve olgunlaştırdığına bakmalı, suçu Yüce Allah’a havale etme kolaycılığından artık kurtulmalıdır. Böyle biri tövbeye yönelmek ve uyarılardan ders almak yerine, üstüne üstlük yanlışında hikmet aramaya başlamışsa bu kimseye söylenecek tek şey “Selam!!!”dan başkası değildir. (07.02.2014)

 

[1] en-Nahl 16/92.

Önceki ve Sonraki Yazılar