Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

“Zaman Sana Uymuyorsa Sen Zamana Uy!” Ne Demek?

A+A-

Zaman zaman ilahiyatçı kimliğini ön plana çıkartarak belirli medya organlarına konuşturulan bazı insanlar, “zamanın ve şartların değişmesiyle ahkâmın da değişeceği” kaidesini keyfî şekilde yorumlamakta ve bazı gayr-i ciddi teklifler öne sürmektedir. Onların bu tekliflerinin çoğunluğu dinin temel ilkelerine taban tabana zıttır ve bilimsellikten uzaktır.

Bununla birlikte onlardan bazıları zaman zaman bir takım doğrular da ifade etmektedir. Mesela, onlardan birisi “Şekli ve lafzı ön plana çıkartmaktan daha ziyade meselenin özüne, ruhuna ve maksadına bakmak lazım” dediğinde bir doğruyu ifade etmektedir. Zira işin esası ve maksadı geri plana itilir, görüntü ve şekil ön plana çıkartılırsa buradan bazı yanlışlıklara gidileceği açıktır. Elbette şeklin özden ayrılmayacağı durumlar vardır. Usul de önemlidir. Ama öncelik/ağırlık her halükarda işin özünde, ruhunda, hedefinde, maksadında ve amacında olmalıdır. 

Öte yandan, İslâm dininde kıyamete kadar değişmeyecek kurallar olduğu gibi zamana, şartlara ve ihtiyaçlara göre değişecek kurallar da vardır. Bu bakımdan toplumda zaman zaman işitilen “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın” şeklindeki söz, câhilâne söylenmiş bir sözdür. Bu sözün iler tutar bir tarafı yoktur. Tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Bu söze göre hareket edenler er ya da geç sırat-ı müstakimden ayrılırlar. Zira bu söz her şart ve durum için geçerli olmayan bir laftır.

İslâm dini, her çağ ya da dönemi kendi koyduğu kurallara uygun hale getirmek için vardır ve insan hayatının her alanına müdahale eder; kurallar koyar. Zira İslâm’ın insan hayatında geçerli kılmak istediği değerler (din), kıyamete kadar bâkî kalacak evrensel ilkelerdir. Ancak bu değerleri taşıyan araçlar ve biçimler (şeriat) zamanla değişebilir. Zaten bunların da hangilerinin, nasıl ve ne ölçüde değişeceği Kur’ân ve sahih sünnette ifade edilmiştir. Bu nedenle gerçek İslâm âlimleri, ortak aklı kullanarak her dönemde yeni yorumlarla (ictihad) müslümanların sorunlarına çözümler bulmakla mükelleftirler. 

Diğer taraftan içki, kumar, uyuşturucu, faiz, zina, yalan, iftira, zulüm, hırsızlık, rüşvet vs. şeyler kesinlikle haramdır ve kıyamete kadar da bu hüküm değişmeyecektir.[1] Bunların haramlığının değiştirilmesi hiçbir zaman mümkün değildir ve böyle bir şeyin teklifi dahi söz konusu olamaz. Müctehidlerin de bu değişmez kuralları değiştirme hak ve yetkisi yoktur. Zira bunlar kıyamete kadar geçerli “dinin ilkeleri”dir; bunlar dogma değil, insanlığa huzur ve mutluluk sunan reçetelerdir. Bu nedenle “İçki, kumar artık dünyada yaygın hale geldi, dinî kuralları esnetelim, bunları da zamana uyduralım” demek asla ve kat’â mümkün değildir. Çünkü hırsızlığı, cinayeti, kumarı vs. vicdanını kirletmemiş bir insanın doğru bulması imkânsızdır. Bunları normal görmeye ve göstermeye çalışanlar kalbi taşlaşmış, vicdanı kararmış, hakikate karşı kör, sağır ve dilsiz kesilen, kalplerinde hastalık olan şeytanlaşmış insanlardan başkası değildir.[2]

Benzer şekilde, “Artık nikâhsız birliktelikler çoğaldı, insanlar da bunu normal görmeye başladılar, ayıplayan ve kınayan da kalmadı. Artık nikâh kavramını ve şartlarını yeniden gözden geçirelim ve bunları değiştirelim, herkes özgürce (hayvanlar gibi) istediğini yapsın” denilemez. Zira bu durum, İslâm’a göre resmen zinadır; çok kötü bir yoldur ve iffetsizliktir.[3] Çıkartılan gelip geçici bazı beşerî kanunlar zinayı yasak saymasa da nikâhsız birliktelikler İslâm’a göre haramdır. Bunu normal karşılamak ve savunmak mümkün değildir. Dolayısıyla nikâhsız birlikteliği “özgürlük kılıfıyla” pazarlamak ve toplumu dejenere etmek isteyenlerin hevesleri kursaklarında bırakılmalıdır. Bir müslümana düşen görev bunları değiştirmeye gücü yetmiyorsa hiç olmazsa kalbiyle bu iffetsizliği onaylamamak ve düzeltmek için hâl çareleri aramaktır.

Aynı şekilde “Herkes kendi bireysel zevk ve mutluluğunu esas almalı, başkaları yüzünden eziyet çekmenin zamanı geldi de geçti, gemisini kurtaran kaptan!” diyerek bireysel ve egoist yaşam tarzını savunmak, kimsesizlere ve muhtaçlara yardım eli uzatmamak İslâm’ın koyduğu kurallara aykırı davranmaktır. Nitekim hiçbir kimsenin Kur’ân ve sahih sünnetin yetim ve muhtaç insanlara sahip çıkılması tavsiyesini[4] değiştirebilmesi mümkün değildir.

Benzer şekilde, “Ezan Türkçe okunsun, ibadetler Türkçe yapılsın”, (Dikkat edin bu zâtlar “dua” demiyorlar “ibadet” diyorlar, zira “dua” Türkçe de olabilir ama “ibadet” Türkçe olamaz. Zira müslümanlar arasındaki ibadetin ortak dili Arapçadır), “Namaz iki ya da üç vakte indirilsin”, “Oruç sadece15 gün olsun ve o da her zaman kış aylarına sabitlensin.” Ya da “Hac yılda 12 defa olsun ve herkes rahatlıkla hacca gitsin”, “Kadınlar başı açık olarak namaz kılsınlar”, “Kadınlar camide erkeklerle aynı safta karışık namaz kılsınlar” veya “Hayvanlar kurban edilmesin onun yerine sadaka verilsin, öğrencilere ayakkabı alınıp dağıtılsın” veya “Horozdan da kurban olur” gibi gayr-i ciddi teklifler de öne sürebilmektedirler.

Kanaatimizce bu tür lakırdıların iyi niyetli ve samimi teklifler olmadığı açıktır ve bunlar İslâm’ın değiştirilemez kurallarını tahrif etmeye, hafife almaya ve insanların kafalarını karıştırmaya yönelik bilinçli söz ve eylemlerdir. Bu sözleri tekrarlayanların iyi niyet ve samimiyetten uzak olduklarında şüphe yoktur. Onların dinin değiştirilebilen hükümleriyle değiştirilemeyen hükümleri konusunda kafalarının iyice karışık olduğu[5] ve İslâm konusunda yeterince bilgi ve birikimlerinin olmadığı da açıktır/ortadadır.[6]

“Namaza gerek yok yoga var”, “Oruç yerine diyet yapmak da yeterlidir”, “Zekât ve sadaka yerine zaten vergi veriyoruz, bir de bunları fakirlere vermeye gerek yok”, “Hacca gidip Araplara para yedirmektense okul yaptırın” gibi sözler söylemek suretiyle mü’minlerin ibadetlerini alaya alanların, İslâm dininin namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, kurban vb. gibi ibadetlerini tahrif etmeye kalkışanların “iyi niyetli olduklarına” ancak kuş beyinliler kanabilir. Zira bu kimselerin asıl amaçları kafaları karıştırmak ve zihinleri bulandırmaktır. Gizli gizli İslâm düşmanlığı ve din aleyhtarlığı yapmaktır.[7] Bunlar maalesef şeytanın tesiri altına girmiş kimselerdir. Kanaatimizce bu kimseler, dünyada özgürce/hayvanca yaşamalarını engelleyecek tek gücün İslâm olduğunu gördükleri, bu nedenle de dinî değerleri toplumsal hayattan dışlamak istedikleri için böyle konuşmaktadır. Bu tipler; “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy” diyerek İslâm’ın emir ve nehiyleri keyiflerince değiştirmeye yeltenmektedirler.

Özellikle belirli televizyon kanallarına bilinçli olarak çıkartılan ve konuşturulan bu çakma ilahiyatçıların/hoca müsveddelerinin laflarına kanan elbette kendine yazık eder. Zira farklı amaçlara hizmet eden bu tür kimselerin iyi niyetli olmadıklarını yine Kur’ân-ı Kerîm bildirmekte ve bu tür kimseleri tasvir edip bazı özelliklerini haber vermektedir.[8]

Özetle ifade edecek olursak, “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy” sözü bilinçli olarak üretilmiş psikolojik harp taktiğidir. Dolayısıyla bu söze dayanarak birileri İslâm’a saldırırken ciddi ve ihlaslı İslâm âlimlerine düşen görevler vardır. Onlar bu tür şarlatanlara karşı dinin değişmez değerlerini ve kurallarını savunmak ve gerçekleri ortaya koymak zorundadırlar. Hiçbir şey olmamış gibi duran ve gençlerin zehirlenmesini seyreden İslâm bilginleri büyük bir yanılgı içerisindedirler. Gerçek bir İslâm âlimi kafaları bulandırmaya ve dini tahrif etmeye çalışanlara karşı dik durmak ve onların hezeyanlarına mantıklı ve tutarlı cevaplar vermek zorundadır. (Bu arada “Adı üstünde hezeyan işte, cevaba ne gerek var” diyenler fildişi kulelerinde oturmaktadır ve onlar toplumdan çok uzaktırlar. Zira onların bu tür hezeyanların gençlerin zihin dünyalarında oluşturduğu kırılmalardan, çatlaklardan, tahribattan ve travmalardan haberleri yoktur ve olamaz. Zira o tiplerin başka türlü dertleri ve hesapları vardır. Onlar hem bireyselleşmenin hem de dünyevîleşmenin derin girdabı içinde sürüklenmektedir ve uyarılarımızı da anlayabilmeleri kesinlikle mümkün değildir.)

Sonuç olarak, sorumluluk bilinciyle hareket etmek ve art niyetli bu kimselerin maskelerini düşürmek gerekir. Yaşadığı çağdaki her türlü probleme çözüm önerileri sunmayan, teklif edilen bu tür önerilere yapıcı eleştirilerle katkı sağlamayan, mantıklı görüşleri desteklemeyen “din anlatıcıları” büyük vebal altında kaldığını bilmek durumundadır. Toplumda görülen yozlaşmalara, kokuşmalara ve çürümelere karşı dik ve vakur bir duruş sergilemeyen kimsenin İslâm’ı da Hz. Peygamber’i de yeterince tanıdığını ve sevdiğini söylemek mümkün değildir. (14.12.2012)

 

[1] el-Mâide 5/90; el-Bakara 2/275-279; en-Nahl 16/105; el-Mümtehine 60/12; en-Nur 24/24.

[2] el-Bakara 2/7; en-Nahl 16/108; el-Münafıkun 63/1-3; Muhammed 47/16; ez-Zümer 39/22; el-Mü’min 40/35; el-Casiye 45/23.

[3] el-İsrâ 17/32; el-Furkan 25/68; el-A’raf 7/80.

[4] el-Bakara 2/177, 215; en-Nisâ 4/36, 75; el-İnsan 76/8; el-Fecr 89/17; el-Beled 90/11-17.

[5] el-Bakara 2/10; el-Enfâl 8/49; Muhammed 47/29.

[6] el-Müddessir 74/31.

[7] ez-Zuhruf 43/80.

[8] et-Tevbe 9/67; el-Ahzâb 33/60-61; el-Münâfıkûn 63/1-8; el-Hadid 57/13-14.

Önceki ve Sonraki Yazılar