Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Yoksa Sen Her Şeyin Bittiğini mi Sanıyorsun?

A+A-

İslâm’ı bir bütün olarak öğrenmeyen, kendilerini çok iyi yetiştirmeyen ve doğru bir bakış açısına sahip olmayan bazı kimseler irşâd hizmetine soyunmakta ve farkında olmadan çok büyük bir vebali omuzlamaktadır. Gerek geçmişte gerekse günümüzde halkı dinî konularda aydınlatma görevini üstlenen böyle din anlatıcılarının çok dikkatli olmaları gerekirken hâlâ hakkında bilgi sahibi olmadıkları konularda konuşmaları, hem kendilerine hem de başkalarına büyük zararlar vermektedir.

Oysa irşada/tebliğe soyunan bu kimselerin öncelikle İslâm’ı çok iyi öğrenmeleri, uygulamaları, sonra da başkalarına anlatmaya başlamaları gerekirdi. Özetle, yarım yamalak dinî bilgiyle İslâmî konularda ahkâm kesenler yanlış yoldadır. Böyle tiplere inananlar ise gerçeği araştırmadıkları için sorumludur. Sahasında uzman ve ihlaslı âlimleri dinlemek, onlara ittibâ etmek yerine, “yanlış bilgileri din diye anlatanların” peşine takılmak doğru değildir. Dolayısıyla zora talip olmaktan, gerçeklerin peşinde koşmaktan ve sorumluluk almaktan kaçan müslümanlar da sorumludur.

Bu bakımdan camiler, Kur’ân Kursları, tv kanalları, radyolar, sosyal medya veya farklı mecralarda İslâm’ı anlatanların dikkat etmeleri gereken çok önemli noktalar vardır. Kanaatimizce onlar dinî konuları anlatırken sadece işin “ibadet yönüne” takılıp kalmakta, “ubudiyetin diğer unsurlarını” ihmal etmekte ve müslümanlara büyük ufuk ve hedefler gösterememektedir.

Bu itibarla dini anlatan ve öğretenlerin üzerinde çok daha fazla durmaları gereken bazı önemli hususların altını çizelim.

Din anlatıcıları, insanların sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olmaları için çok daha fazla çaba sarf etmeli ve bu konuyu sürekli gündemlerine almalıdır.

İbadetlerin önemine vurgu yaparken “gösterişten uzak, ihlasla yapılan ibadet” üzerinde çok daha fazla durmalıdır.

İman ve ibadet konularından sonra mutlaka “güzel ahlâka” değinmeli ve bu konuyu asla ihmal etmemelidir. Kur’ân’ın ahlâkı ile ahlâklanmayanların kâmil mü’minler olamayacaklarını ve İslâm’ı temsil ve tebliğ edemeyeceklerini ifade etmelidir. Zira tutarlı, ilkeli ve kararlı olmayan bir mü’min asla örnek mü’min olamaz. Kaldı ki böyle olmayan müminleri kimse ciddiye almaz.

Yaşadıkları ülkede “hukukun üstünlüğü, eşitlik, insan hak ve özgürlükleri, hesapverebilirlik, şeffaflık, ileri demokrasi, şura vb. temel konulara” da temas etmeli, bilinçli ve duyarlı bir İslâm toplumunun inşasında bunların da çok mühim olduğuna vurgu yapmalı ve bu kavramların müslümanların zihin dünyalarına yerleşmesine gayret etmelidir.

Müslümanların yaşadıkları coğrafyaların mutlaka huzur, güven ve emniyet içinde olması gerektiği hususunu sürekli gündemde tutmalıdır.

Sadece bunlarla da işin bitmediğini ve İslâm toplumunun her yönden gelişmek zorunda olduğunu ifade etmelidir. Ekonomik yönden gelişmek, öncelikle “küresel ve bölgesel güç”, sonra ise “süper güç” olmak, dünya markası ürünler üretmek, yeni buluşlar ve icatlar yapmak, teknoloji geliştirmek, kaliteli mal ve hizmet ortaya koymak, imanlı ve ahlâklı nesiller yetiştirmek gerektiğinin altını devamlı çizmelidir.

İslâm’ı tüm dünyada temsil ve tebliğ etmek, îla-i kelimetullah uğrunda mücadele etmek, her ülkenin dilini konuşacak, İslâmî değerleri oralara taşıyacak/anlatacak, oralarda görev yapacak genç ve dinamik kadrolar yetiştirmek gerektiğini her fırsatta cemaate ve izleyicilere anlatmalıdır.

Yeryüzünde adaleti kâim kılmanın ve barışı tesis etmenin tüm mü’minlerin/ümmetin görevi olduğunu sürekli hatırlatmalıdır.

Yeryüzündeki tüm haksızlıkları engellemenin mü’minlerin birinci vazifesi olduğu üzerinde daha sık durmalıdır.

Dünyanın her yerinde tüm insanların din, vicdan ve ifade özgürlüğünü elde etmeleri için mü’minlerin yapması gereken çok büyük sorumluluklar olduğuna vurgu yapmalıdır. 

Dünyanın her köşesinde her insana sağlık hizmeti sunacak, açları doyuracak, zulüm altında inleyenlerin imdadına koşacak, onları eğitecek ve oralarda devamlı kalacak imanlı ve ehliyetli kadrolar yetiştirmenin önemli bir vazife olduğunu ifade etmelidir.

Dünyadaki sorunların çözümüne yönelik öneriler sunmak, açlık, fakirlik, cehalet, geri kalmışlık ve çevresel problemleri halletmek gibi hususlarda diğer milletlerle işbirliği yapmanın da tüm mü’minlerin bir ödevi olduğunu anlatmalıdır.

Hayırlı işlerde, takvada, erdemde yarış etmenin, düşmanlığı ve kötülükleri engelleme hususunda da yardımlaşma ve dayanışma içinde olmanın önemine vurgu yapmalıdır.

Tüm bunları anlatmayarak sadece belli bazı ibadetleri yapmayı tavsiye eden, kulluğu geri plana iten, sürekli “yanlış anlaşılan ve aktarılan kaza namazına” üzerinde duran, “nikâh tazeleme seansları” yaptırtan, “belli bazı zikirleri yapmayı” yeterli gören ve “İslâm’ı bir bütün olarak tanıtıp öğretmeyenlerin” ciddi veballe karşı karşıya olduklarını bilmeleri gerekmektedir.

Sonuç olarak, yapılacak olanlar bellidir. İşin doğrusunu öğrenmek ve sonra da bunları topluma anlatmak isteyenlerin bakması gereken Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetin temel ilkeleridir. Bu iki kaynağı esas alarak kaliteli hizmetler yapmaktır. Hakikate kulak vermek, sahasında uzman, muhakeme yeteneği sağlam, ihlaslı, ehil İslâm âlimi olmaya çalışmaktır. Böyle olmayanların yanlış yaptıkları ve kendilerine yazık ettikleri ise bir gerçektir. (11.01.2013)

Önceki ve Sonraki Yazılar