Engin Dinç

Engin Dinç

Yıl 1996

A+A-

İstanbul’un viranelerinde büyüdüm ben… İlkokul ikinci sınıfa geçtiğimde Alibeyköy’den Gazi Mahallesi’ne taşınmıştık. Yıl 1996. O zaman Alibeyköy’de okuduğum okulun önlükleri siyahtı tabi benim önlüğüm de siyahtı ama Gazi Mahallesi’ndeki okulun önlüğü maviydi. Ben bir yıldan fazla okula siyah önlükle gittim.

Bir gün annem okulun korkuluklarından bahçesine bakarak babama “oğlunu göster bakalım” demiş. O günden sonra babam sağ olsun bana bir şekilde mavi önlük almıştı. Tüm öğrenciler mavi iken ben simsiyah en uzaktan bile tanınıyordum. Değişik adam olmak o zaman başlamış bende… Ama bu benim tercihim olmayan bir değişiklik…

8-9 yaşlarımdaydım, evde yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Ekmek poşetinin dibindeki kırıntıları yutup anneme “açım anne açım” diye ağladığımı hiç unutmuyorum. Bakkal veresiyeyi kesmişti. Annem de yaşlı gözlerle bana baktı sadece. Kapının önüne çıkıp kaldırıma oturup dakikalarca ağladığını unutmuyorum. Oturduğumuz evin yan tarafındaki arsada inşaat vardı. Kum yığıntısının kenarında duran su varillerinden bir tanesinin dibinde 500.000 lira bulmuştum. “Para buldum, para buldum” diye bağırarak eve koştuğumu hatırlıyorum. O parayla eve tüp, ekmek ve patates almıştık. Anneme çok özlediğimi söyleyerek patates kızartması yaptırmıştım.

Yine hiç unutmam bir gün sınıfta resim dersiydi. Sulu boya ile çizim yapacaktık ama benim sulu boyam yoktu. Öğretmenimiz Helim Cantürk beni Didem ismindeki bir kızın yanına oturtmuştu. Didem’i de hiç unutmuyorum. Uzun düz simsiyah saçları ve kara gözleri vardı. Hala ilkokuldan bir fotoğrafı vardır bende. Onun sulu boyasını birlikte kullanacaktık. Ben fırçayı suya batırıp suyunu sıkmak isterken istemsizce tüylerini kopartmıştım. Didem’de bana kızmıştı, sonra da öğretmenim bana boya almam için para vermişti. Didem, birkaç ay sonra okuldan ayrıldı, başka yere taşındı ama benim içimde bir boya fırçası borcu hep kaldı. Bugün bile bulup borcumu vermek isterim… Bir kutu sulu boya ve bir özür gülü ile…

Yine unutmam, her sabah okula giderken gecekonduda oturan bir teyze yoldan çevirir, bana sıcak süt içirirdi. Adını bilmem, yüzünü hatırlamam, kimdir tanımam ama yıllarca bu böyle devam etti. Sonra gecekondusu yıkıldı, apartman yapıldı teyzeyi de görmez oldum…

Çocukluğum İstanbul’un ücra mahallelerinde anı biriktirmekle geçti benim, ondandır bugün bu kadar karayı sevmem, ücra yerlere gidip mazlumları aramam. Gerçek mazlumlar lüks mekânların önünde değil, ücra mahallelerin kaldırım diplerinde gözyaşı dökerler… Görmek lazım onları…

Bu arada Helim öğretmenim, arkadaşım Didem ve adını bilmediğim teyze sizlere teşekkür ediyorum. Böyle yıllardı 90’lar…

Önceki ve Sonraki Yazılar