Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Ye'cüc ve me'cüc kıyametin bir alameti midir?

A+A-

Arapça’da  (اجج) kelimesi, “sıcağın şiddetli olması, ateşin tutuşması ve sesli sesli yanması, düşmanın hızlı hareket etmesi” gibi mânâlara gelmektedir. Klasik kaynaklarda (يفعول ومفعول ) vezninde gelen “ye’cüc ve me’cüc” ile “kıyâmet alâmeti” olarak ortaya çıkacak ve büyük karışıklıklara ve taşkınlıklara sebep olacak kimseler” kastedilmektedir.


“Ye’cüc ve me’cüc” Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçmektedir ve “kıyâmet alâmeti” olduklarına dâir açık bir beyan söz konusu değildir. Kitâb-ı Mukaddes’te geçen “gog ve magog” ile bazı uydurma rivayetlereki “ye’cüc ve me’cüc” tasvirleri arasındaki çok dikkat çekici benzerlikler mevcuttur.


 “Ye’cüc ve me’cüc” kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de geçmesinden hareketle ve bu konudaki rivâyetlere dayanılarak onların bir “kıyâmet alâmeti”  olduğu düşünülmüş ve bununla kimlerin kastedilmiş olabileceği konusunda çok değişik yorumlar yapılmıştır. Bu tür farklı yorumların yapılmasını tabii karşılamak gerekir. Zîra günümüzde vukû bulan bir hâdise bile “farklı kişiler tarafından” değişik şekillerde yorumlanabilmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı kavramlar da farklı kimseler tarafından değişik şekillerde te’vil edilmiştir.


Nitekim “ye’cüc ve me’cüc”ün; “Barbar tabirinden daha şiddetli bir tabir olup aslı ve nesebi belirsiz, din ve millet tanımayan karma insanlar topluluğu” olduğu; “Bütün beşeriyeti etkileyecek bir afet olup, müteaddit kabilelerden müteşekkil kalabalık çapulcular takımı” olduğu; “İddianın aksine Türkler olmayıp, geçmiş ve gelecekte, hangi ırk ve millete mensup olursa olsun, yeryüzündeki nizam  ve intizamı bozmaya kalkışanların hepsi” olduğu, “geçmişte yapılan mücadelede yenilen ve gelecekte de yenilmeleri normal olan kötü kimseler” olduğu, “gök insanları ile savaşacak, ancak fazla ileri gitmelerine imkân verilmeyip imha edilecek kimseler” olduğu, “bir başka gezegende yaşayan ve kıyâmete yakın insanlara saldıracak olan kavim” olduğu, “kıyâmetin kopma süreci içerisinde, değişik milletlerden oluşan şerir ve fasık insanların mahşere akın akın gelişlerini sembolize eden bir kavram” ve “belli kavimler ya da varlıklar olmayıp, ‘Son Saat’in gelip çatmasından önce insan uygarlığının bütünüyle yok olmasına yol açacak bir toplumsal felaketler serisi anlamında bütünüyle temsîlî bir unsur” olduğu şeklinde yorumlar yapılmıştır.


Kanaatimizce Enbiyâ sûresinde geçen ”ye’cüc ve me’cüc” ifâdesiyle “kıyâmet alâmeti” değil, “İkinci sûrun üfürülmesiyle birlikte diriltilen ve mahşer meydanına doğru yeryüzünün her köşesinden yürüyerek seller gibi akıp giden bütün hakikat inkârcıları” kastedilmektedir. Zîra âyetin devamında anlatılanlar bu düşüncemizi desteklemektedir.


Şöyle ki, kıyâmetin kopma süreci başladığında nasıl ayın ikiye yarılması âyet-i kerime’de (اقتراب) “iktirâb” kelimesi ile ifâde ediliyorsa, başa gelmesi kaçınılmaz olan kıyâmet sözü (وعد الحق) “va’dül-hak” yaklaştığında da ikinci sûrun üfürülmesiyle yaşanacak olaylar (اقتراب) “iktirâb” kavramı ile anlatılmaktadır.
Bir başka ifâdeyle, nasıl “küresel kıyâmet” yaklaştığı ve ansızın başladığında ay ikiye yarılıyor ise, ikinci sûr’un üfürülmesi yaklaştığı ve süreç başladığında da “inkârcıların başına gelecek felaketler” haber verilmektedir. Nitekim müteâkip âyetlerde sur üfürülünce “bütün kâfirlerin gözlerinin yerinden fırlayacağı, kıyâmetin gerçekleşmiş olduğunu görecekleri, suçlarını itiraf edecekleri, kendilerine cehennemin yakıtı olmayı hak ettiklerinin söyleneceği, cehenneme atılacakları ve orada ah! edip inleyecekleri” anlatılmaktadır.


Görüleceği üzere burada “kıyâmet öncesi” yaşanacak bir hâdise değil, “yeniden diriliş sonrasında” meydana gelecek “olağanüstü gelişmeler” tasvir edilmektedir. Dolayısıyla Enbiyâ sûresinde geçen ”ye’cüc ve me’cüc” ifâdesine dayanarak bunun “kıyâmetin bir alâmeti” olduğu sonucunu çıkartmak mümkün değildir.


Kehf sûresinde geçen “ye’cüc ve me’cüc” kavramı da aynı şekilde bir “kıyâmet alâmeti” olmayıp, “bahsedilen dönemde dünyada yaşayan, etraflarına saldıran ve zarar veren zalim insanlar topluluğu”dur.


Nitekim âyetlerde Zülkarneyn’in (Pers İmparatoru Kuriş) Yüce Allah’ın verdiği imkân ve yetenekleri en uygun şekilde kullanarak “bu zâlim kimseleri nasıl etkisiz hale getirdiği” anlatılmaktadır. Bu âyetlerin devamında ise, konu ile bağlantılı olarak Zülkarneyn’in orada yaşayan insanlara yaptığı tebliğden, inşâ ettirdiği setten bahsedilmekte ve kıyâmetin kopmasıyla bu setin de yerle bir olacağı, sûr’un üfürülmesiyle herkesin birbirine karışacağı ve seller gibi akıp mahşer meydanında toplanacaklar ve inkârcıların karşısına cehennemin getirileceği haber verilmektedir. Burada inkârcı kimselerin âhiretteki tasvirleri yapılırken “birbirlerine karışmış halde” olacaklarından bahsedilmesi ve bu durumun da (يموج)  “yemûcu” fiiliyle ifâde edilmesi de dikkatleri çekmektedir.


Kısaca ifâde etmek gerekirse, her iki âyette de geçen “ye’cüc ve me’cüc” tâbirleriyle kastedilenler farklı zaman ve mekânlardaki bütün zâlim ve günahkâr kimselerdir. Yani; birisiyle “dünyadaki bozguncu insanlar”, diğeriyle ise “mahşer meydanında toplanacak bütün zâlim ve hakikat inkârcıları” kastedilmektedir.


Özetle, konuya Kur’an-ı Kerim esas alınarak yaklaşılmaması ve bazı zayıf ve uydurma rivâyetlerin etkisinde kalınması nedeniyle “ye’cüc ve me’cüc”ün “kıyâmetin bir alâmeti” olduğu şeklindeki yapılan yorum ve değerlendirmeler isâbetli değildir. Bu konuyla ilgili yapılan yorumların kahir ekseriyeti “eksik, yetersiz, hatalı ve yanıltıcıdır.”


Bize göre “ye’cüc ve me’cüc” ile yukarıdan bakıldığı zaman adeta karınca veya çekirge sürülerini andıran, çok ama çok kalabalık kötü insan topluluklarının oluşturduğu bir görüntü anlatılmak istenmektedir. Bu ifâdeyle söz konusu insanların sayılamayacak kadar çok olduklarına dikkat çekilmiştir. Nitekim Yüce Allah, bu görüntüyü insanlara onların kullandıkları kelimelerle ve onların anlayacağı şekilde anlatmıştır. Gerek dünyada gerekse âhirette böyle bir durumu nitelemek için Kur’an ve hadislerde zaman zaman kullanılan ve her dilde de benzerleri bulunan “sıfatları” yanlış anlayarak bunu “kıyâmetin bir alâmeti” olarak değerlendirmek doğru değildir.


Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm’in nazil olduğu dönemde Ye’cûc ve Me’cûc kelimesi “isim” değil “sıfat” olarak kullanılmıştır. Enbiyâ sûresi 96. âyette geçen Ye’cûc ve Me’cûc ile kast edilenler “ikinci sûrun üfürülmesiyle birlikte diriltilen ve mahşer meydanına doğru sel gibi akıp giden günahkâr, zalim, kâfir, münafık ve müşrikler topluluğu”dur. Kehf sûresi 94. âyette geçen Ye’cûc ve Me’cûc ile kast edilenler ise, “Zülkarneyn’in yaşadığı dönemde dünyada bulunan, etraflarına büyük zararlar veren, işgalci, sömürgeci ve bozguncu insanlar topluluğu”dur. Bir başka ifadeyle her iki âyette de Ye’cûc ve Me’cûc ile “belirli bir ırk veya kavim” değil, tam tersine “muhtelif ırk ve renklerdeki bütün zâlim, kâfir, müşrik, mücrim, münafık, fâsık ve müfsitler topluluğu” kastedilmiştir. (23.11.2007)

Önceki ve Sonraki Yazılar