Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Yanlış Allah anlayışı-1

A+A-

Ahmed Bican, Envâru’l-Âşikîn adlı eserinde aktardığı bazı rivâyetlerde Allah’ı doğru tanıtmamış ve yanlış bir tanrı tasavvurunun oluşturulmasına ya da devamına sebep olmuştur. Nitekim nakledilen rivayetlerde “âhirette kullarına Kur’ân okuyan”  ve son Peygamber’i ölünce de ona “cenâze namazı kılan bir Allah anlayışının” sergilenmiş olması, “her ne kadar iyi niyetle olsa bile” son derece yanlıştır.

Hiçbir kimsenin Yüce Allah’ı antropomorfik bir tanrı gibi tanıtmaya ne hakkı ne de yetkisi vardır.

Ahmed Bican, söz konusu uydurma rivâyeti şu şekilde aktarmıştır: “Nakildir ki, yarın kıyâmet gününde kullar dediler: “İlâhunâ ve Mevlânâ! Dünyada Kur’ân okuduk ve hatim eyledik.” Hak Teâlâ Hazretleri dedi: “Ey benim kullarım! Siz okudunuz, ben işittim. İmdi siz oturun, benim cemâlime nazar eyleyin, ben dahi Kur’ân’ı okuyayım, siz dahi dinleyin!” Pes Tâ’hâ ve Yâsîn sûresini okuya” dedikten sonra, Allah’ın bu iki sûreyi yerleri ve gökleri yaratmadan bin yıl önce okuduğunu, meleklerin bu sûreleri işitip; “Gönlünde Kur’ân olana ne mutlu! Kendilerine Kur’ân nâzil olan Muhammed ümmetine ne mutlu!” dediklerini haber vermiştir.

Herhangi bir eleştiriye tabi tutulmaksızın nakledilen bu uydurma rivâyet, insanları, Kur’ân-ı Kerim ve sahih sünnetin tanıtmadığı bir Allah anlayışına götürmüştür. Dolayısıyla böyle bir anlayış, Peygamber’ine cenaze namazı kılan bir Tanrı tasavvurunu da beraberinde getirmiştir.

Şöyle ki, nakledilen uydurma rivayette “Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634) arasında geçen diyalog aktarılırken Hz. Ebû Bekir’in ölüm döşeğindeki Hz. Peygamber’e: “Seni kim yıkasın?” diye sorduğunu, onun da: “Amcamoğlu Ali yıkasın, Abbas’ın oğlu  Fazl su döksün. Sonra kefenimi sarıp, beni kabrimin üstüne koyun! Bir zaman orada dursun” dediğini, sonra da şöyle devam ettiğini bildirmektedir. “Evvel benim namazımı Rabbim kılar. Yani Hak Teâlâ Hazretleri bana rahmet eder. Ondan sonra feriştehler (melekler) kılar. Ondan sonra Ehl-i beytim kılsın. Ondan sonra da Müslümanlar kılsınlar…”

Görüldüğü üzere, burada her ne kadar “Rabbim bana rahmet eder”  şeklinde îzah edilmeye çalışılmış olsa da kullanılan “Benim namazımı Rabbim kılar” ifâdesi son derece tehlikeli ve çirkin bir ifadedir. Zîra namazı, Yüce Allah’ın rızasını gözeterek “kullar” kılar. Bîcan’ın naklettiği bu rivâyeti üretenler, âyette ifâde edilen “salât” kelimesinden  yola çıkarak böyle yanlış bir sonuca ulaşmışlardır. Oysa söz konusu âyette “Rabbin ve meleklerin nebî’ye salât”ı ona her zaman “yardım etmeleri ve destek olmalarıdır.”

Aynı şekilde inananların da “salât”a teşvik edilmesiyle verilmek istenen mesaj;  “Hz. Peygamber’e gerçek anlamda destek olmaları, onu yalnızlığa terk etmemeleri, aleyhinde üretilen dedikodulara aldırmamaları, onun tebliğ ettiği Kur’ân’ın ilkelerini hayata geçirmek için üstün çaba göstermeleri ve onun rehberliğine tam anlamıyla teslim olmalarıdır.

“Salât” kelimesinin sadece bir anlamını ele alıp “zorâki yorumlara” başvurmak yerine sebeb-i nüzul, bağlam ve Kur’an’a bütüncül bakış suretiyle o ayetin ne demek istediği daha doğru anlaşılabilir. Doğru manaya ulaşıldığında ise Yüce Allah, Hz. Peygamber ve son hak din İslam daha doğru tanıtılabilir.

Envâru’l-Âşikîn’de “yönetiminde kanun ve kural tanımayan, keyfine göre hareket eden tanrı tasavvurunu yansıtan” pek çok uydurma hadis mevcuttur. Bu rivayetler sened ve metin yönünden tenkide tabi tutulmadan bu tür “beşinci” ve “altıncı” sınıf kitaplarda halka din diye anlatılırsa “çarpık Tanrı tasavvurları” nedeniyle gençlerin dinden soğuması kaçınılmaz olabilir. Dolayısıyla bu ve benzeri eserlerdeki uydurma hadisler yeniden gözden geçirilmeli, sıhhat durumları ortaya konulmalı ve gelecek nesiller uyarılmalıdır.

Zîra Yüce Yaratıcı’yı tüm insanlara en doğru şekilde tanıtmak müminlerin görevidir. Allah Teala, insanlara doğru tanıtıldığında zihinlerdeki pek çok soru cevabını bulacak, Allah tasavvurları düzelecek, böylece insanlar O’nu hakkıyla takdir edebileceklerdir.

Ahmed Bîcan, eserinde insanlaştırılmış Tanrı tasavvurunun oluşumuna ve toplumda yaygınlaştırılmasına neden olan başka uydurma hadislere de yer vermiştir.

Örneğin Bican, naklettiği rivayetlerde “Yüce Allah’ın kul hakkıyla ilgili kendi koyduğu ilkeleri çiğneyerek kıyâmet gününde Hz. Dâvud’a özel bir ayrıcalık yapacağını; fakir zâhidlerin canını Azrail’in (a.s.) değil, bizzat Allah’ın alıp cennete buyur edeceğini; Allah’ın üç konuda Hz. Âdem’den özür dileyeceğini; Hz. Peygamber’in, Allah Teâlâ’yı rüyada görmek için yapılması gerekenleri anlattığını; cehennemin bile kendisine Allah’ın azap edilmesinden çok korktuğunu” anlatırken de Yüce Allah’ı ne kadar yanlış tanıttığını fark edememiştir.

Oysa Allah Teâlâ’nın  kendi koyduğu kuralları çiğnemesi söz konusu değildir. Ayrıca bu dünyada bir kulun O’nu rüyada görmesi imkânsızdır.

Allah’ı sevdirmeye çalışmak yerine her fırsatta kızan, öfkelenen, kural tanımayan, azap eden, yakan ve cezalandıran bir Tanrı anlayışını yansıtmak ve sürekli insanlara bu tür mesajlar vermek doğru değildir. “Allah sevgisine vurgu yapmak” yerine “Allah’ın azap edeceği, cehennemde yakacağı, taş edeceği” söylenilerek çocukları korkutmak ve Allah’tan soğutmak yanlıştır.

Ahmed Bîcan, naklettiği şu uydurma rivâyette de Yüce Allah’ı insanlara çok yanlış tanıtmıştır: Ebû Hureyre’den nakledilen rivâyete göre kıyâmet günü Hz. İbrâhim’in babası Âzer’i  kurtarmak için Allah’a; “Ya Rabbi! Sen bana vaad eyledin ki, kıyâmet gününde beni rüsvây eylemeyesin. Bundan dahi rüsvâylık ne ola ki, atamı (babamı) od’a (cehenneme) bırakırlar” dediği haber verilmektedir.

Bu ifâdeler, hem Kur’an’a aykırıdır hem de Kur’an’ın bize tanıttığı peygamber tasavvuruyla örtüşmemektedir. Zira bir peygamberin ne bu dünyada ne de âhirette böyle bir üslupla, hem de Yüce Allah’a karşı böyle bir söz söylemesi düşünülemez. Dolayısıyla bu rivâyetin uydurma olduğu açıktır ve hem Hz. Peygamber’in hem de Ebû Hureyre’nin  adı rivâyete maksatlı olarak karıştırılmıştır.

Ahmed Bîcan, bir başka yerde de Yüce Allah’ın durup dururken sebepsiz yere, her istediğini kuralsız şekilde  yapan bir Tanrı gibi tanıtan şu rivâyeti nakletmiştir: “Ya Musa! Müttekilere de: ‘Amellerine mağrur olmasınlar! (güvenmesinler) Eğer diler isem, azap ve eğer diler isem rahmet ederim. Belki benim rahmetime ümit tutsunlar. Rahmetim onların amelinden yeğdir (iyidir).’”

Allah’ın rızâsı ve rahmetinin her şeyin üzerinde olduğu ve “gerçek müttekîlerin”  amellerine güvenmeyecekleri zaten mâlumdur. Ancak burada Yüce Allah’ın müttakilere karşı “Dilersem azap, dilersem rahmet ederim” şeklindeki ifâdesi Bican tarafından yanlış anlaşılmıştır. Zira Yüce Allah’ın böyle bir ilkesizlik yapması, sözünden dönmesi ve müttakilere böyle davranması düşünülemez. Bu sözler bağlamından kopartılmakta ve Allah Teala yanlış tanıtılmaktadır. Söz konusu âyette kast edilen mana, Bîcân’ın anladığı şekilde değildir. Zîra Yüce Allah, bu ifâdeyle en katı günahkârları bile gerçek anlamda pişmanlık duyup kendilerini düzeltmeleri halinde affedebileceğini beyan etmektedir.

Bununla beraber Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de, kendi katından verilmiş bir söz olmasa, insanları azgınlıkları sebebiyle helâk edeceğini, yeryüzünde tek bir canlı bırakmayacağını söylemektedir. Lâkin verdiği bu söz nedeniyle bunu yapmayacağını ve insanlara mühlet verdiğini bizzat kendisi ifâde etmektedir.

Buradan anlaşılıyor ki, koyduğu kurallara öncelikle Yüce Allah’ın kendisi uymaktadır. Onun eylemlerinde bir keyfîlik söz konusu değildir. Kâinatı oyun ve eğlence olsun diye değil, derûnî bir anlam ve amaç üzerine yaratmıştır. İnsanın yeryüzündeki hayatını anlamlı kılan, öteki dünyanın var olmasıdır. Yüce Allah, dünyada iken rahmetini hak etmiş bir kulunu, âhirette cehenneme atarak sözünün hilafına iş yapacak değildir. Mü’minlere iki cihanda da yardım edeceği, onları sıkıntılarından kurtaracağı, O’nun vaadleri arasındadır. Elbette Yüce Allah yaptıklarından sorguya çekilecek değildir. Ama rahmeti ve şefkati kendisine ilke edinen Yüce Allah, hak edene hak ettiği rahmeti, iyilik  yapanlara da bunun karşılığını mutlaka verecektir. Zîra O, kendi ifâdesiyle belirttiği üzere “hiçbir kimseye asla haksızlık” yapmayacaktır. Dolayısıyla müttakilere de “rivayette belirtilen o muameleyi” asla yapmayacaktır.

Sonuç olarak Ahmed Bîcan, eserinde naklettiği uydurma rivayetlerle Yüce Allah’ı yanlış tanıtmıştır. Dolayısıyla bu tür eserlerdeki rivayetler ve bu rivayetlerde yansıtılan Tanrı tasavvurları ciddi anlamda problemlidir ve okuyanların çok dikkatli olması gerekmektedir.[1] (07.09.2007)

[1] Geniş bilgi için bkz,  Dr. Ahmet Emin Seyhan, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s.75-80.

Önceki ve Sonraki Yazılar