Ümmetin 73 Fırkaya Ayrılacağı İle Kastedilen Nedir?
İnsanlar arasında görüş farklılıklarının olması tabiî, psikolojik, tarihsel, dinî ve sosyolojik bir konudur. Dinî anlayışlar, felsefe ve ideoloji de bu gerçekten nasibini alır. Düşüncedeki bu farklılıklar, kişinin savunduğu fikrin tek temsilcisi olarak sadece kendisini görüp mutlaklık iddiasında bulunmadığı, başkalarını “öteki” yerine koyup dışlamadığı sürece zenginlik olarak kabul edilebilir.
Dolayısıyla, farklı mezhepleri, tarikatları ve cemaatleri “yanlış”, “sapık”, “bid’atçi” şeklinde dışlamak yerine, insan doğasından kaynaklanan farklı söylemler veya zihniyetler olarak analiz etmeye çalışmak gerekir.
Hz. Peygamber’e nispet edilen ve “ümmetinin 73 fırkaya ayrılacağından bahseden hadiste” geçen “yetmiş sayısı”, klasik Arapçada tıpkı “yedi” sayısının “muhtelif” ya da “çeşitli” anlamı ifade etmesi gibi çoğu zaman belirli sayısal değeri değil “kesreti/çokluğu” ifade etmek için kullanılır.
Kur’an-ı Kerim’de geçen yedi ve yedinin katları olan rakamlarla ya esas sayı ya da çokluk/mübalağa kastedilir. Bu sayılar hakikî manalarının dışında mübalağa için kullanıldığında verilen mesajın “önemine” dikkat çekilir ve zihinlerde kalıcı olması amaçlanır. Âyet ve hadislerde mübalağa bazen teşvik bazen de sakındırma amaçlı kullanılır.
Dolayısıyla söz konusu rivâyette müslümanların sonraki çağlarda “tefrikaya düşmeleri halinde” pek çok hizip ve fırkalara ayrılabilecekleri, hatta bu konuda yahûdi ve hıristiyanları da geride bırakabilecekleri ifade edilmekte, böyle olmaları değil “tam aksine bundan sakınmaları” tembih edilmektedir. Nitekim tarihte görülen fırkaların sayısının bu rivâyette bildirilenlerden çok daha fazla olması sakındırmanın haklı olduğunun delilidir.
Ancak ne acıdır ki Hz. Peygamber’in bu uyarısı anlam kaybına uğramış, verilmek istenen mesaj doğru anlaşılamamış ve onun sakındırması “teşvik gibi algılanmış” ve ümmet pek çok fırkaya ayrılmıştır. Bu nedenledir ki rivayetle ilgili farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Nitekim bu ve benzeri rivâyetleri tamamen reddedenler olduğu gibi savunanlar veya farklı yorumlayanlar da olmuştur.
Rivâyeti reddedenler, mezkûr rivâyetin bir istismar ürünü olduğunu, Sünnî mezhepler tarihi yazıcılığının temelini oluşturduğunu ve asırlardır süren çok derin ve uzun etkilerinin bulunduğunu söylemişlerdir. Ayrıca çeşitli siyasî, fıkhî ve itikâdî mezhepler arasında düşmanlık tohumları ektiğini, İslâm ümmetinin toplumsal dokusunu gevşetip zayıflattığını, eleştirel aklı devre dışı bıraktığını, karamsarlığı çağrıştırdığını, geleceğe ümit ve iyimserlikle bakılmasını da imkânsızlaştırdığını ifade etmişlerdir.
Rivâyeti savunanlar ise fırka-i nâciye’yi şu veya bu grup şeklinde tahsis ve ta’yin etmenin geçerli olamayacağını, bu fırkanın “belli vasıflarından” bahsedilebileceğini, bu özellikleri taşıyanların kurtulabileceğini, bunların ise “Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin temsil ettiği” evsaf ve itikat olduğunu söylemişlerdir.
Bu sözün hadis olma yönüyle aslının olmadığını, ancak anlam itibarıyla doğru olduğunu belirtenler ise Kur’an ve sünnete uygun farklı görüş ve düşüncelerde bulunmanın doğal olup bunun Yüce Allah’ın bir rahmeti olduğunu ifade etmişlerdir.
Bu tür ihtilaflardan zarar gelmeyeceğini, ancak bu ihtilaflara dayanarak düşmanlık çıkartmanın günah olduğunu, “birlik” iddiasıyla kendi düşünce ve anlayışını başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmanın yanlış olup sıkıntılar doğuracağını, farklı düşünmenin ayrılık ve düşmanlık olarak değerlendirilmemesi gerektiğini kaydetmişlerdir.
Aksi takdirde kıyamete kadar sürecek ihtilafların devam edeceğini, bunun sebebinin ise siyasî, içtimaî ve ahlâkî meseleler mütalaa edilirken, zaaf ve ihtirasların esiri olanların ve başkalarının düşüncesini özgürce ifade etmesine engel olanların tavırlarından kaynaklandığını belirmişlerdir.
Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim, bu çeşit dayatmaları, gruplaşmaları ve tarafgirliği yasaklamış, çoğulculuğa ve bireyin temel hak ve hürriyetlerine vurgu yapmıştır. İslâm, toplumsal dayanışmayı ve düzeni ön plana çıkarmış, bunun için “İslâm kardeşliğini” tesis etmiş ve dünyanın değişik kıtalarında, çeşitli bölgelerinde yaşayan muhtelif ırklara mensup müslümanları İslâm çatısı altında birleştirmeyi hedeflemiştir.
Bütün bunları başarılabilmek özgür tartışma ortamında fikirlerin serpilip gelişmesiyle mümkündür. Aksi halde bu durumdan dinî tefekkür hayatı olumsuz yönde etkilenir. İslâm, bu nedenle diğer dinlerden farklı olarak “kurumsal din” yerine, bireyin hür seçim ve davranışlarıyla şekillenen bir din anlayışını savunmuştur.
Bu bakımdan fikirlerin muhtelif olmasıyla birlikte, kalplerin birliği (din kardeşliği) ilkesi İslâm’ın en büyük esasıdır. Dolayısıyla dinî, siyâsî ve içtimaî konularda birlik, beraberlik ve kardeşlik unutulmadığı sürece farklı konularda sağlam temellere dayalı değişik kanaatlerin bulunması bir zenginliktir.
Nitekim düşünce ve ifade hürriyetinin sağlandığı ortamlarda, farklı düşüncelerden çıkacak olumlu ve güzel neticeler o toplum için rahmete dönüşebilir. İslâm ayrımcılık, bölücülük, ayrı baş çekme ve meşrû otoriteye isyan olarak tanımlanabilecek “tefrikayı” şiddetle yasaklamıştır.
Tefrikadan kurtulmak için yapılması gereken ise özgür bir platformda her türlü meselenin liyakat sahibi uzmanlar tarafından tartışılarak karara varılması ve bu kararın muhalif olanlarca da kabul edilerek uygulanmasıdır. Bu itibarla, insanların delile dayalı farklı görüş ve düşüncelerde olması kesinlikle tefrika nedeni olmamalıdır. Zira bazı görüş ve düşüncelerin zamanla doğrulanabilmesi veya yanlışlanabilmesi imkân dâhilindedir. İnsanlar şiddetle yasaklanan tefrikanın olumsuz sonuçlarını düşünerek hareket etmeli, din kardeşlerini ötekileştirmemeli ve çok dikkatli olmalıdır.
Hz. Peygamber’in ashabını geçmiş kavimlerin içine düştüğü benzer hatalara düşmekten sakındırması ve onları bu şekilde ikaz etmesi son derece normal olup, aklen ve mantıken de mümkündür. Zaten merhamet ve şefkat dolu, kitabı ve hikmeti öğretmekle görevli, âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberden beklenen de budur.
Ancak onun bu samimî uyarısı zamanla yanlış anlaşılmış, ehl-i kitabın tefrikaya düşmesi ve fırkalara ayrılmasını iyi bir şey zannedenler Hz. Peygamber’in sözlerinin maksadını tam olarak kavrayıp aktaramayan ravilerin peşine takılmış, “Müslümanların da 73 fırkaya ayrılacakları” şeklinde anlamış ve kendi mensup oldukları grubu fırka-i nâciye olarak görmüşlerdir.
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in esas vermek istediği mesajı yanlış anlayıp aktaran, tefrikayı körükleyen, teferruattaki farklılıkları abartarak ümmeti parçalayan, çıkar elde etmek ve etraflarındakileri yanında tutmak için âyet ve hadislerin anlamını çarpıtan, ihtiraslarının esiri olan, taassup içinde hareket edenler sorumluluklarının farkına varmalı ve bu rivayeti istismar etmekten artık vazgeçmelidir.
İslâm’ın genel ilke ve esaslarını anlayamayan, Hz. Peygamber’i yanlış tanıyıp tanıtan, geçmişte yapılmış bazı anlama hatalarını bilerek ve isteyerek devam ettiren ve Hz. Muhammed’in söylemediklerini ona söyletenler de son derece dikkatli olmalıdır. (25.02.2010)
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.