Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Uluslararası İlişkilerde Temel Kural Hukuk ve Ahlâk İlkeleridir!

A+A-

İslâm dininin ortaya koyduğu medeniyet tasavvurundan haberi olmayan kimi çevreler, Batılı normlarla düşünerek “Uluslararası ilişkilerde temel kural ulusal çıkarlardır” demekte, din, hukuk ve ahlâk kurallarını rahatlıkla göz ardı etmekte, çıkar uğruna zulmü savunmakta, ilkesizliği ve dönekliği meşru göstermeye çalışmaktadır. Oysa bunlar, İslâm’a göre son derece yanlış şeylerdir.

Hakikati inkâra şartlanmış olanların veya yarım gönüllü inananların böyle söylemeleri kendileri açısından normal görülebilir. Zira onların ahirette Yüce Allah’ın rızasını kazanma ve İslâm’ı tüm dünyaya tebliğ ve temsil etme gibi bir dertleri ya da endişeleri yoktur. Bu itibarla, İslâm’ı yeterine özümsememiş ve sevmemiş bu gibi kimselerin ne dediklerine bakmadan önce Kur’ân’ın konuyla ilgili ayetlerine kulak vermek gerekir.

“Onlar, kendilerinin inkâr ettiği gibi, sizin de hakikati inkâr etmenizi isterlerdi ki siz de onlar gibi olasınız. O halde, Allah rızası için zulüm ve kötülük diyarını terk edinceye kadar onları kendinize dost edinmeyin. Ve eğer [açık bir] düşmanlığa yönelirlerse, onları nerede bulursanız yakalayın ve öldürün. Onlardan hiç birini ne dost, ne de hâmi edinmeyin, eğer bir anlaşma ile bağlı bulunduğunuz insanlarla ilişkisi olanlardan veya size yahut kendi toplumlarına savaş açmak [fikrin]den kalplerine ürküntü geldiği için size yaklaşanlardan değillerse. Hâlbuki Allah onları sizden daha güçlü kılsaydı, mutlaka size savaş açarlardı. Ama onlar sizi bırakır, savaş açmaktan vazgeçer ve barış teklif ederlerse, Allah onlara zarar vermenize müsaade etmez.”[1]

“Ancak, kendileriyle sizin [ey inananlar] bir antlaşma yapmış bulunduğunuz Allah'tan başkalarına tanrılık yakıştıranlar arasından size karşı yükümlülüklerinde bundan böyle bir kusur işlemeyen ve size karşı kimseye arka çıkmayan kimseler bu söylenenlerin dışındadırlar; öyleyse onlarla olan antlaşmanıza, üzerinde anlaştığınız süre doluncaya kadar riayet edin. (Ve bilin ki) Allah, yalnızca, kendisine karşı sorumluluk bilincinde olanları sever.”[2]

Görüldüğü üzere bu ayetler, müslümanların verdikleri sözde durmalarını, anlaşmalarına sadık kalmalarını ve ilkeli olmalarını emretmektedir. Zira İslâm’ın müslümanlara yüklediği bir misyonu vardır ve bu görevi yerine getirmek de tüm mü’minlere düşer. Kur’ân, Hz. Peygamber’in kendi toplumu için örnek/şahit/model olduğunu, müslümanların da tüm insanlığa örnek/şahit/model olmaları gerektiğini söylemektedir.[3]

Dolayısıyla kendileri ilkeli olmayanların başkalarından ilkeli ve tutarlı olmalarını beklemeye hakları yoktur. “Ulusal çıkar” elbette önemlidir; ancak “ulusal çıkar” diye verdiği sözden caymak, dediğinin tam tersini yapmak, temsil ettiği İslâm’a darbe vurmak anlamına gelir. Bu nedenle kâmil bir mü’minin böyle bir hakkı ve yetkisi yoktur ve olamaz. Zira İslâm’da takiyye yoktur. Mü’min her zaman ahlaklı, dürüst, erdemli, ilkeli, tutarlı ve kararlı olmak zorundadır.

“Fakat eğer bir antlaşma yaptıktan sonra antlarını bozar da dininizi karalamaya kalkarlarsa, o zaman, [kendi] antlarına saygısı olmayan bu sadakatsizlik timsali kimselerle savaşın ki (o zaman) belki [azgınlıklarından] vazgeçerler.”[4]

Görüldüğü üzere, bu ayete göre de antlaşmayı bozan taraf asla mü’minler olamaz. Zira mü’minler sözlerine sadıktırlar.

“Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever. Allah, yalnızca, inanc[ınız]dan dolayı size karşı savaşan ve sizi anayurdunuzdan süren veya [başkalarının] sizi sürmesine yardım edenlere dostlukla yaklaşmanızı yasaklar; ve [içinizden] onlara dostluk gösterenlere gelince, gerçek zalimler işte onlardır!”[5]

Kur’ân’ın mü’minlerle savaşmayan, onları yurtlarından sürmeye kalkışmayan ve saldırgan olmayan diğer din mensuplarıyla bir arada ve barış içinde yaşama tavsiyesi açıktır. Bu ilkeye uygun hareket etmek mü’minlerin görevlerindendir.

 “Ve Allah'tan başkalarına tanrılık yakıştıranlardan biri senin korumana başvurursa, onu koruma altına al, olur ki [senden] Allah'ın sözünü işitip anla[yabili]r. Ve sonra onu, kendini güvenlik içinde hissedebileceği bir yere ulaştır; bu (davranışın), onların [belki de yalnızca] [hakkı] bilmedikleri için [günah işleyen] kimselerden olmaları ihtimalinden dolayıdır. Sizin [ey inananlar] Mescid-i Harâm'ın yakınında kendileriyle bir antlaşma yapmış olduğunuz kimselerin dışında, Allah'tan başkalarına tanrılık yakıştıranların Allah ve O'nun Elçisi'yle bir antlaşma sağlamaları nasıl mümkün olabilir ki? [Sizin antlaşma yaptıklarınıza gelince,] onlar size karşı dürüst kaldıkları sürece siz de onlara karşı dürüst olun: Çünkü (unutmayın), Allah, yalnızca, kendisine karşı sorumluluk bilinci taşıyanları sever.”[6]

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.”[7]

Görüldüğü üzere tüm bu ayetler, mü’minlerin antlaşmalarına sadık kalmalarını, verdikleri sözde durmalarını emreder. Mü’minler asla verdikleri söze aykırı davranamaz ve döneklik yapamazlar. Çıkarları gereği ilkesiz tutum benimseyemezler. Elbette onlar da, her hâl ve şart altında ülkelerinin çıkarlarını koruyacaklardır. Ama fırsatçılık yapmak, sözünü çiğnemek, Hz. Muhammed’in sahih sünnetine karşı gelmek demektir. Çünkü Hz. Peygamber’in tavsiyeleri ve uygulamaları her zaman “ahde vefa ilkesini” mündemiçtir. 

Sonuç olarak, mü’minler için uluslararası ilişkilerde temel kural “çıkarlar” değil, “evrensel hukuk ve ahlak prensipleridir.” Din, ahlâk ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı davranmak bir mü’mine asla yakışmaz. Böyle yapan mü’min güvenilirliğini kaybeder. Güvenilir olmayan kimselerin ise başkalarına örnek olması söz konusu olamaz. Dolayısıyla bir mü’min -yalnız da kalsa, tek başına da bırakılsa- herkesle (kâfir, müşrik, münafık, fâsık, putperest, budist, brahmanist, şintoist v.s.) yaptığı antlaşmalarına sadık kalmak zorundadır. Çıkarı için dinini satmayan ve Yüce Allah’ın koyduğu ilkelere uygun davranan mü’min kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede mutlaka kazançlı çıkacaktır. (29.08.2013)

 

[1] en-Nisâ 4/89-90.

[2] et-Tevbe 9/4.

[3] el-Hac 22/78. Ayrıca bkz. el-Bakara 2/143; en-Nahl 16/89.

[4] et-Tevbe 9/12.

[5] el-Mümtehine 60/8-9.

[6] et-Tevbe 9/6-7.

[7] el-Nahl 16/91.

Önceki ve Sonraki Yazılar