Üç Günden Fazla Küs Kalınır mı?
Herkesin çok iyi bildiği gibi “bir müslümanın diğer müslümana üç günden fazla küs kalması doğru değildir” ve küs kalmamalıdır.
Pekala gerçekten çok büyük haksızlıklara uğramış bir kimse kendisine zulmeden zalime nasıl davranmalıdır? Bu konuda ölçü ne olmalıdır? Mazlum çevreden gelen baskılara dayanamayarak hemen affa sarılmalı ve barışa yanaşmalı mıdır? Bütün yaşananları unutup derhal hakkını helal mi etmelidir? Kötülüğü yapan kişinin yaptığı kötülük yanına kâr mı kalmalıdır? Zalim aynı şekilde başkalarının hakkını gasp etmeye ve zulme devam mı etmelidir? Bu zalime dur demek için mü’minlerin ortak bir duruş sergilemesi gerekmez midir? Eğer mü’minler haklının yanında değil de “güçlünün” yanında yer alırlarsa durum ne olacaktır? Bu tür karakteri ve kişiliği gelişmemiş müslümanların bilerek zalimlere verdikleri destek İslam’ın ortaya koyduğu ilkelerle bağdaşmakta mıdır? Kanaatimizce müslümanlar yaşadıkları toplumda gerçek anlamda barış ve adaleti sağlamak istiyorlarsa bütün bu soruların cevapları üzerinde düşünmek zorundadır.
Şurası bir gerçektir ki, müslümanların birbirleriyle barışmamak üzere ila nihaye küs kalmaları uzun vadede İslam toplumuna zarar verir. Dolayısıyla İslam kardeşliğinin tesisi ve devamı için (Enfal, 8/1; Bakara, 2/27; Nisa, 4/1; Rad, 13/25); birlik ve beraberliğin, huzur ve güvenin sağlamlaştırılması için, İslam düşmanlarına karşı güçlü olunması ve öyle kalınması için (Enfal, 8/46, 60; Hasr, 59/14) ve gelecekte de İslam’ın zarar görmemesi için müslümanlar arasında küslük olmamalıdır, olmuşsa da acilen sona erdirilmelidir.
Burada zalime karşı müslümanlara büyük görevler düşmektedir. Onlar hak gaspında bulunan zalimin topluma daha fazla zarar vermemesi için mazlumun yanında yer almalı, onun hukuk mücadelesine destek olmalı ve yargı makamları da bu zalimi cezalandırmalıdır. Yoksa zalim zulmünü artırır, yetkilerini kötüye kullanır ve toplumun huzurunu bozmayı sürdürür.
Diğer taraftan mazlum, eğer kendisine yapılan haksızlık karşısında yalnızlığa terk edilir ve elinden başka bir şey gelmezse, o da hakkını helal etmez ve ahirete bırakır. Zalim, ihlal ettiği hakları vermeksizin dil ucuyla helalleşme konusunda ısrar ederse bu takdirde mağdur ona; “Hesaplaşmayı ahirette yaparız” veya “O ayrı bir konu, ben geçmişte bana yaptıklarınızı unutmadım, sadece yapılanları Allah’a havale ettim” diyebilir. Böyle söylemesi o mağdurun hakkıdır; o kişiye hakkını helâl edip etmemekte serbesttir. Zalim, hakkını gasp ettiği mazlumun bu dünyada bütün haklarını verip onun zararlarını telafi etmezse yaptıklarının sonuçlarına ahirette zaten katlanmak zorunda kalacaktır.
Diğer taraftan zalim mazlumun hakkını vermeye hiç yanaşmıyor, bildiğini okumaya devam ediyorsa, her ikisi aynı binada birlikte çalışmak zorunda iseler “şartlı bir barış” sağlanabilir. Zalim bu “zorunlu barış” nedeniyle mazlumun hakkını helal ettiğini düşünüp ham hayallere kapılmaz; mazlumun hakkını helal etmediğini, hak helal ettirmenin o kadar kolay/basit olmadığını öğrenir ve başkalarına da haksızlık yapmaktan belki sakınır.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’in böyle durumlarda zalime de mazluma da yardım edilmesini emrettiği bilinmektedir. Ashabı; “Mazluma yardım etmeyi anladık ama zalime nasıl yardım edelim?” dediklerinde Hz. Peygamber; “Onu da yaptığı yanlıştan vazgeçirmek suretiyle” demiştir. Görülüyor ki müslümanlar Hz. Peygamber’in bu sünnetini unutmuşlardır. Zira bazıları korkularından, bazıları kıskançlıklarından ve bazıları da gücü elinde bulunduran adamın/kadının şerrinden çekindikleri için bırakınız zalime haksız olduğunu ve yanlış yaptığını söylemeyi utanmadan mazlumun arkasından konuşarak; “Efendim! O da çok konuştuydu, iyi oldu, oh oldu; o da zaten hak etmişti. İyi yaptınız” diyerek zalimi zulmünde cesaretlendiren konuşmalar yapmaktadırlar ki bu durum, o gafillerin İslam’ı da Hz. Peygamber’in sahih sünnetini de hiç anlamadıklarının en büyük delilidir.
Çünkü zulüm karşısında bırakınız mazluma destek olmayı zalimle işbirliği yapmak ve omurgasız duruş sergilemek İslam’ı hiç bilmemektir. Zira mü’minler, aralarındaki kötüleri ıslah ve zararlarını engellemek için ellerinden geleni yapmakla yükümlüdür. Elbette her zaman ve her dönemde kötüler olmuştur ve olacaktır. Onların zararlarını önlemek için mağdurların yanında yer almak ve yalnız bırakmamak da mü’minlerin görevidir. Kötüler ne kadar güçlü olurlarsa olsun sivil toplum örgütleri ve samimi mü’minler her zaman mazlumun yanında yer almalıdır. Bu durum dünyanın her tarafında dini ve ırkı ne olursa olsun bütün insanlar için geçerlidir. Yani kâmil bir mü’min, her zaman ve her yerde mağdurun yanında yer alır, haklarını sonuna kadar savunur ve mazlumu asla yalnızlığa terk etmez. (Nisa, 4/75)
Tekrar ifade edelim ki mazlum, zalime hakkını helal etmeden de aynı toplumda onunla bir arada yaşayabilir. Mecbur kalmadıkça onunla muhatap olmaz; samimi olmaz; ama asgari ölçülerde insanî ilişkilerini devam ettirir; yeryüzünde barışın/adaletin tesisi için böyle kimselerle birlikte çalışmak zorunda kalıyorsa görevini küslük nedeniyle ihmal etmez, savsaklamaz ve eline yetki geçtiği zaman da o zalime karşı adaletten ayrılmaz. Zira adaletten uzaklaşmak ayrı bir felakettir; mazlum bu yanlışı yapmaktan kaçınır; öyle ki zalim ile birlikte çalışan mağdur başka konularda zalim haklı ise onu destekler ve asla adaletten ayrılmaz. Onun yaptığı gibi hak yemez, iftira atmaz, komplo kurmaz, yalan söylemez, kısaca onun yaptığı ahlaksızlığı/yanlışlığı/zulmü o da yapmaz; ilkeli, kararlı ve onurlu bir duruş sergiler ve bu konuda Kur’an’ın şu ayetini kendine rehber edinir:
‘Siz ey imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik yaparak Allah'a bağlılığınızda sıkı durun ve herhangi bir kimseye karşı nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun: bu, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun: şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’ (Maide, 5/8. Ayrıca bkz. Nisa, 4/135)
Bununla beraber şu da ifade edilmelidir ki küs kalarak İslam kardeşliğinin gerektirdiği toplumsal görevleri ihmal etmek ya da yapmamak büyük vebaldir. Hele bu küslük anne, baba, kardeşler ve akrabalar arasında oluyorsa bunun sorumluluğu kat be kat daha fazla olur.
Gerçek mü’minler küs oldukları kimselerle görüşüp konuşmak ve aradaki mesafeyi koruyarak İslam’a birlikte hizmet etmek zorundadır Zira her devir ve dönemde İslam düşmanlarına karşı birlik ve beraberliği muhafaza etmek ve kale gibi sağlam durmak gerekir. Düşünelim ki herkes birbirine karşı küsmekte, husumet beslemekte, fırsat kollamakta ve hiç barışmamaktadır. Öyleyse müslümanlar nasıl bir araya gelecek ve ortak hedeflere birlikte yürüyeceklerdir? Dolayısıyla mü’minlerin birbirleriyle iletişim kurmaları, görüşüp konuşmaları şarttır. Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in “Üç günden fazla küs kalmayın” ikazı son derece yerinde ve hayati derecede önemli bir uyarıdır.
Ancak onun bu uyarısını suistimal eden bazı müslüman ya da ikiyüzlülere karşı da çok dikkatli olmak gerekir. Zira bu zalimler “Nasıl olsa mazlum bizimle barışmak zorunda kalacak” diyerek bu rivayeti istismar edebilir, yetkilerini kötüye kullanabilir ve zulme devam edebilir. Bu nedenle hadisi yanlış anlamaya teşne böyle kötü niyetli zalimlere karşı onurlu ve dik duruş sergilemek gerekir. Çünkü geniş boyutlu meseleye bakıldığında bahsedilen durum daha net görülür. Dolayısıyla bu hadisi istismar eden zalimlere fırsat vermemek için herkes üzerinde düşen vazifeyi yapmalı ve asla adaletten ayrılmamalıdır. Kaldı ki her zaman adaletten yana olmak Kur’an’ın bir emridir ve sürekli insanlara hatırlatılan temel ilkedir. (Maide, 5/8; Nisa, 4/135; Nahl, 16/90; Hadid, 57/25; Şura, 42/15).
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in “Üç günden fazla küs kalmayın” uyarısı son derece önemlidir. Din kardeşliğinin zarar görmemesi ve İslam’ın tüm dünyaya tebliği ve temsili için bütün mü’minlerin bu ikazın gereğini hassasiyetle yerine getirmeleri boyunlarının borcudur. (21.05.2010)