Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Töre ve Namus Cinayetlerinin Perde Arkası

A+A-

Töre ve namus cinayeti ne demektir? Bu cinayetlerin arkasında yatan sebepler nelerdir? Toplumun bu cinayetlere bakışı nasıldır? Töre ve namus kavramları nasıl istismar edilmektedir? Töre ve namus cinayetlerini işleyenler akıllarından ziyade duygularıyla mı karar vermektedir? Namus ve töre cinayetleri işlenirken İslam’ın emir ve nehiyleri göz ardı mı edilmektedir? Töre ve namus cinayetlerinde Kur’an ayetlerinden habersiz olmanın rolü var mıdır? Bu ayetlerin göz ardı edilmesi “yanlış bir din algısının” oluşumuna neden olmuş mudur? Hz. Peygamber’in bu konudaki uygulamaları doğru ve yeterli anlaşılmış ve aktarılmış mıdır? Bu ve benzeri sorulara cevap aramaya çalışmak, âlimlerin boynunun borcudur ve cinayetlerin halen devam ettiği günümüzde çözüm üretmek kaçınılmazdır.

Öncelikle şunu ifade edelim ki, günümüzde işlenen töre ve namus cinayetlerini İslam’ın ortaya koyduğu evrensel ilkelerle bağdaştırmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Zira bir insanın bir başka insanın canına haksız/yetkisiz şekilde kıyması Kur’an’a göre en büyük günahtır. (Maide, 5/32; isra, 17/33)

Bu itibarla, töre ve namus cinayetlerinin İslam ile hiçbir alakası yoktur. Aksine bu kimseler, din zannettikleri “yanlış gelenek ve göreneklerin” ve “hatalı din yorumlarının” etkisiyle bu cinayetleri işlemektedir. Bu bakımdan söz konusu katiller doğru olmayan bir din ve namus tasavvuruna sahiptir. Dolayısıyla töre ve namus cinayetlerinin esas sebebi “dinin ortaya koyduğu emirler” değil tam tersine “yanlış geleneklerdir”; İslam’ın ilke, amaç, gaye ve maksadından uzaklaşmaktır; bilerek/isteyerek bunlardan habersiz kalmayı seçmektir. Nitekim ayetlere yakından bakıldığında bu yanlışlığı görmek mümkündür.

Şurası bilinmelidir ki, toplumsal baskıların etkisinde kalarak töre ve namus cinayeti işleyenler, Mekke’de İslam öncesi diri diri kız çocuklarını toprağa gömen Cahiliyye insanının (vahiyden uzak yaşam tarzına sahip, dinî öğretilere karşı kapalı, kavrayışsız, mizaç olarak esneklikten yoksun, kaba/sert din anlayışıyla hareket edenlerin) yaptığının aynısını yapmaktadır. Töre ve namus cinayeti işleyenlerin düşünceleri ile Cahiliyye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerin düşünceleri/zihniyetleri aynıdır ve tıpa tıp örtüşmektedir. Zira her iki kesim de “derin toplumsal baskılara” dayanamayarak, aklı devre dışı bırakarak, duygularının tesiriyle bu vahşi cinayetleri hunharca işlemişlerdir. Bu itibarla toplumsal baskının ve kötü geleneğin tesirinde kalarak kadın/kız cinayeti işleyenler Cahiliye zihniyetindeki kimselerdir ve bunların ahirette kendilerini savunmaları imkânsızdır.

Şimdi konuyla ilgili ayetlere yakından bakalım.

‘Onlar, kızları Allah’a nispet ediyorlar -ki O, bundan uzaktır- kendilerine ise, canlarının istediğini. (O kadar ki,) ne zaman birine bir kız çocuğu olduğu müjdesi verilse hemen yüzü kararır, içi öfkeyle dolar; kendisine verilen bu kötü müjdeden ötürü -bu zillete/bu küçük düşmeye rağmen, şimdi onu acaba tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün [diye düşünerek]- kıyı bucak insanlardan kaçar. Yazıklar olsun! İzledikleri düşünce tarzı ne kadar kötü! [Bunun içindir ki,] kötü niteleme(ler) ahirete inanmayanlara yakışır; en yüce niteleme(ler) ise Allah'a. Çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O'dur!’ (Nahl, 16/57-60)

‘Yoksa Allah, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı? Nitekim onlardan birine, Rahmân'a kolayca isnat ettiği [çocuğun doğumu] müjdelenirse, yüzü kararır ve içi öfkeyle dolar: “Ne!” (diye şaşkınlıkla sorar), “[Bir kız sahibi mi oldum-] [yalnız] süs için var olan bir kız?” Bunun üzerine kendini belli belirsiz bir iç çatışmanın içinde bulur.’ (Zuhruf, 16-18)

‘Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman’’ (Tekvir, 81/8-9)

Görüldüğü üzere İslam öncesi Arapların gözünde kadın, erkeğin hayatını “güzelleştirmekten/süslemekten” başka bir işe yaramayan eşya/mal gibidir. (Maalesef kadınlar hakkındaki bu yanlış telakki hem bu ayetlerden hem de halen yaşananlardan da anlaşıldığı üzere günümüzde de geçerliliğini aynen korumaktadır.) Bu itibarla Cahiliyye mantığı ile meseleye bakanlar toplumsal baskının etkisiyle bu cinayetleri işlemekte ve onların yaptıklarının yanlışlığı bu ayetlerle ortaya konulmaktadır.

Öte yandan şöyle bir soru akla gelebilir: “Peki İslamiyet hayasızca davranışlarda bulunan kadınlarla ilgili nasıl bir yaptırım/ceza ön görmektedir?” “Acaba işlenen namus ve töre cinayetine dayanak teşkil edebilecek bir ayet-i kerime var mıdır?”

Kur’an’a baktığımızda cinayeti onaylayan böyle bir ayet bulmamız mümkün olmadığı gibi üstelik karşımıza şu ayetler çıkmaktadır:

“Bunlar Allah tarafından konulan sınırlardır. Kim Allah'a ve Elçisi'ne tâbi olursa, Allah onu, mesken olarak içinden ırmaklar akan has bahçelere koyacaktır; bu büyük bir mazhariyettir. Kim de Allah'a ve Elçisi'ne isyan eder ve O'nun [koyduğu] sınırları ihlal ederse, onu içinde yerleşip kalacağı ateşe atacaktır ve onu alçaltıcı bir azap beklemektedir. Hayasızca davranışlarda bulunan kadınlarınıza gelince, aranızdan onların işlediği suça şahit olan dört kişi çağırın; bunlar onun için şahitlik yaparlarsa, suçlu kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara [tevbe etmeleri suretiyle] bir kapı açıncaya kadar evlerine hapsedin. Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın (cezalandırın). Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Doğrusu, Allah'ın tevbeleri kabul etmesi, ancak bilmeyerek kötülük işleyen ve sonra, zaman geçirmeden tevbe edenlere mahsustur. Allah onlara rahmetiyle tekrar yönelecektir, zira Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Oysa ne ölüm anına kadar kötülük işleyip duran, ama o an gelip çattığında “Şimdi tevbe ediyorum!” diyenlerin tevbesi kabul edilecektir ne de hakikat inkârcısı olarak ölenlerin; Biz, işte böylelerine şiddetli bir azap hazırlamışızdır.’ (Nisâ, 13-18)

Görüldüğü üzere bu ayetler, hayasızca davranışlarda bulunan kadınların işledikleri suça bizzat şahit olan dört güvenilir tanığın çağırılmasını istemekte, bu güvenilir şahitlerin şehadetiyle ve suç delillerle sabit olursa suçlu kadınlar “kendi ecelleriyle ölünceye” yahut “Yüce Allah onlar için başka kapı açıncaya” kadar evlerde alıkonulmalarını ve yaşamlarını sürdürmelerini emretmektedir.

Bu kadınların yaşatılması sorumluluğu, o kadının/kızın kendi yakınlarına veya insanın en temel hakkı olan “yaşama hakkını korumakla görevli devlete” düşmektedir. Ama bu sorumluluğu almak istemeyen kimi aileler, mezkûr âyeti göz ardı ederek her zaman olduğu gibi işin kolayına kaçmakta ve bu tür kadınları/kızları hunharca katletmeyi namusun/törenin gereği saymakta, böylelikle adaleti yerine getirdiklerini zannetmektedirler. Oysa bu cinayetler, Rabbin buyruğuna alenen karşı gelmektir, meydan okumaktır ve O’nun koyduğu sınırları bilerek ve kasten ihlal etmektir.

Aldığı yanlış bir kararla ve duygularına yenik düşerek zina etmiş bir kadını, zorla tecavüze uğrayan kız çocuklarını, ailenin onayı olmadan kaçarak evlendiği için ölümü hak ettiği düşünülen bir genç kızı yahut bir erkekle konuştuğu gerekçesiyle veya başka sudan sebeplerle kadınları/kızları “töre ve namus kavramlarının arkasına sığınarak” öldürtmek vahşettir. Bu ayeti görmezden gelmek, başka ayetleri yanlış yorumlamak ve toplumsal baskı altında kalarak cinayet işlemek açıkça Kur’an’ın emir ve nehiylerini reddetmektir; Kur’an’ın dediğinin tersini yapmaktır; onun amaç ve gayesinden uzaklaşmaktır.

Dolayısıyla bütün bu ayetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde görülmektedir ki, zina suçu sabit olan kadın ve erkekler “hapis veya yüz sopa vurularak incitilmesi/rezil edilmesi” dışında ölümle cezalandırılamaz. Hal böyleyken töre cinayetlerini işlemek, işlenmesi için baskı yapmak, işlemeye teşvik etmek, işlemek istemeyenleri hor ve hakir görmek, toplumdan dışlamak, onlarla alay etmek Cahiliyye zihniyetiyle meseleye bakmak demektir. Bu durum Kur’an’ı rafa kaldırmak anlamına gelir ki Hz. Peygamber bu kimseleri ahiret günü Yüce Allah’a şöyle şikâyet edecektir:

‘Ve [o gün] Rasûl: “Ey Rabbim!” diyecek,  “Kavmimden [bazıları] bu Kur’an'ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü!” (Furkan, 25/30)

Görüldüğü üzere Kur’an’ın emir ve nehiylerine uymayı dünyevî istek ve tutkularına aykırı bulan, zamanın değişen şartları karşısında Kur’an’ı “geçerliğini yitirmiş” bir öğreti olarak gören veyahut gelenekleriyle çeliştiği gerekçesiyle Kur’an’ın emirlerine uymayı reddedenler “Kur’an’ı adeta rafa kaldıran ve onu gözden çıkaranlardır.”

Nitekim Muhammed Esed bu konuda şunları söylemektedir: “Kur’an mesajının ulaştığı toplumların çoğu onu ilahî bir mesaj (vahiy) olarak gördükleri, görmekte oldukları ve dolayısıyla onun kelimenin en geniş anlamıyla, her bakımdan “tutarlı ve her çağda geçerli” olduğuna inandıklarına göre, “benim kavmim” ya da “benim gönderildiğim toplum” ifadesi (kelimenin ne kavmî anlamı, ne de ideolojik anlamı itibariyle) Son Peygamber'in ümmetinin hepsini değil, fakat yalnızca ismen bu ümmetten olup ama gerçekte Kur’an’a olan inancını bütünüyle kaybetmiş kimselere işaret ettiği anlaşılmaktadır.” (Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal Tefsir)

Dolayısıyla Kur’an’ın temel ilkelerinden uzaklaşan kimselerin töre ve namus cinayetlerine Kur’an’dan delil getirebilmeleri hiçbir şekilde mümkün değildir. Aksine onlar bu tür eylemleriyle Kur’an’ın ilkelerini önemsemediklerini göstermiş ve kıyamet gününde Hz. Peygamber’in aleyhlerine tanıklık etmesine zemin hazırlamışlardır.

Öte yandan bu açık ayetleri göz ardı etmek ve tam tersini yapmak Rabbe karşı gelmek ve isyan etmek anlamına gelir ki bu konuda şu ayetlere bakmamız yerinde olur:

“Dolayısıyla bu ayetleri göz ardı etmek Rabbin buyruğuna başkaldırmak değil de nedir?” (Zariyat, 44)

“….Buna rağmen hak ve adalet sınırlarını bilerek ve isteyerek ihlal eden için şiddetli bir azap vardır.” (Bakara. 2/178)

 “….Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara, 2/229, Ayrıca bkz. Talak, 65/1; Bakara, 2/187)

“Bedevîler [arasındaki (esneklikten yoksun dinî öğretilere/talimatlara karşı nisbî olarak daha kapalı, daha kavrayışsız ve mizaç olarak kaba/sert)  ikiyüzlüler] hakkı tanımaktan kaçınma tavırlarında ve ikiyüzlü davranışlarında [yerleşik insanlardan] daha ısrarlıdırlar ve Allah'ın, Elçisi'ne indirdiği öğretinin sınırlarını görmezden gelmek, [başkalarına göre] onlardan daha çok beklenen bir haldir. (Allah böyle diyorsa, bu böyledir) çünkü Allah her hükmünde ince-derin bir gerçeğe işaret eden mutlak ve sınırsız bilgi sahibidir.” (Tevbe, 9/97)

Bu ayet-i kerime, genel olarak töre ve namus cinayetlerinin işlendiği bölgelerin insanlarının Kur’an’a, hayata ve insana bakışını ortaya koymaktadır. Bu bakımdan ilahiyatçılar ve sosyologlar, töre ve namus cinayetlerinin yaygın olarak işlendiği bölgeler ve bu cinayetlerin nedenleri hakkında çalışırlarken mezkûr ayeti “ilahi bir uyarı” olarak görüp değerlendirebilir.

Görüldüğü üzere zina yapan veya yaptığından şüphe edilen kızın/kadının aile kararıyla veya aile fertlerinden birinin kendi başına vereceği kararla öldürmesi, ölenin mezara öldürenin hapishaneye gitmesi, böylelikle namusun kurtarıldığının zannedilmesi, toplumun; “Helal olsun adama! Gitti namusunu temizledi, kızını/karısını öldürdü!” demeleri, öldürmediğinde ise aleyhinde konuşmaları, onur kırıcı dedikodular yapmaları, bu cinayetleri işleyenlerin (adeta özendirircesine) ceza indiriminden faydalanmaları (eskiden vardı şimdi çok şükür bu indirim kaldırıldı) Cahiliyye zihniyetinin devamından başka bir şey değildir ve bu yapılanlar Kur’an’ın ilkelerine tamamen aykırıdır; bir başka ifadeyle ona karşı gelmektir.

Yanlış törelere uyarak bu alçak cinayetleri işlemek, işleyenlere bu dünyada belki “geçici toplumsal statü, saygı, takdir ve onay” kazandırabilir ancak bu ayetlere karşı gelmek ahirette insana çok şey kaybettirir. Müslümanım diyen bir insanın toplumdaki yanlış geleneklerin tesiriyle oluşturulmuş yanlış algıya dayanarak cinayet gibi büyük bir günah işlemesi ve ayetlere karşı gelmesi korkunç zulümdür ve vahşettir.

Diğer taraftan namus ve töre cinayeti suçunu işleyen katil dünyada yaşayan diğer insanların İslam dinine bakışını olumsuz etkilediği ve müslümanların tamamını töhmet altında bıraktığı/imajlarını zedelediği için de sorumlu olacağını bilmelidir.

Namus ve töre cinayetinin din ve ahlakta hiçbir yerinin/değerinin olmadığını belirten İslam Hukuku’nda otorite Hayreddin Karaman, töre ve namus cinayetlerinin sebep ne olursa olsun “çirkin bir cinayet” olduğunu, bırakın şüpheyi, dedikoduyu, kişi karısını zina yaparken yakalasa bile onu öldürme hakkının olmadığını; öldürürse cinayet işleyeceğini ve cezasını çekeceğini söylemektedir. (Hala inatla ve ısrarla “Peki adam öldürmeyip de ne yapacaktı?” diyen cahillere Kur’an’ın verdiği cevabı yukarıda zikrettik.) Hayreddin Karaman konu ile ilgili son olarak şunları söylemektedir: ‘Hem âyetler hem de hadisler ve uygulama açıkça ortaya koyuyor ki, hiçbir kimsenin, kendi başına karar vererek namus/töre uğruna insan öldürmesi caiz değildir, öldürürse cinayettir, günah ve suç işlemiş olur ve cezasını çeker.’ (Hayreddin Karaman, Yeni Şafak, 16 Temmuz 2006)

Sonuç olarak, töre ve namus kavramlarının arkasına saklanılarak işlenen cinayetlerin İslam ile uzaktan yakından alakası yoktur. Bu cinayetler Hz. Peygamber’in sahih sünnetine tamamen aykırıdır. Yanlış din algısı, eski kültürlerin tesiri, Cahiliyye toplumunun baskısı ve şeytanın vesvesesiyle işlenen cinayetlerin savunulacak hiçbir tarafı yoktur. Bu cinayetleri işleyenler en ağır cezalara çarptırılmalıdır ki benzer vahşetleri önlemek açısından caydırıcı olsun. Ayrıca toplumdaki yanlış algının düzeltilmesi için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Bu köşe yazısı kendi adımıza bu sorumluluğu yerine getirme çabamızın bir ürünüdür. Bu cinayetlere sessiz kalmayarak zulmü onaylamadığımızı böylece ortaya koymuş olduk. Zira her sorumluluk sahibi âlim, Kur’an ve sahih sünnete dayalı düşüncesini delilleriyle ortaya koymak ve kötülüğü engellemek zorundadır. Koymayanların bu sorumluluklarının bilincinde olmadıkları açıktır. (05.05.2010)

Önceki ve Sonraki Yazılar