Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Toplumsal Barış ve Bir Arada Yaşama Kültürü

A+A-

Toplumlar, farklı düşünen ve yaşayan, farklı geleneklere tabi olan ve muhtelif değer yargılarına sahip bireylerden oluşur. İçinde yaşanılan coğrafya, önceki nesillerden devralınan kültür ve gelenekler, mensubu olunan din ve inançlar insanların kimlik ve kişiliklerini inşa eder ve etkiler.


Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim, farklılıkları doğal kabul etmiş, dillerin ve renklerin farklı olmasını Yüce Allah’ın varlığının ve birliğinin işaretlerinden/delillerinden/ mucizelerinden biri olarak görmüştür. “Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı” buyurarak insanların farklı şekillerde yaratılmalarının ilahi hikmetin ve imtihanın bir gereği olduğunu bildirmiştir. 

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır…” buyurarak farklılıkların bir çatışma nedeni değil, tanışma sebebi olması gerektiğine dikkat çekmiştir.


İslam dini bu farklılıkları normal karşılamış, farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın bir üstünlük vesilesi olamayacağını belirtmiş ve bu ilkel anlayışı şiddetle reddetmiştir. Zira Kur’ân, bir yandan bireysel anlamda şükür, takva, sabır, iffet, doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık gibi ahlâkî değerlerin önemine vurgu yaparken, diğer yandan da birlikte yaşamanın bir gereği olarak “paylaşma, dayanışma, yardımlaşma, fedakârlık” gibi ahlâkî erdemleri ön plana çıkartmış, din kardeşliğini ve toplumsal yapıyı güçlendirmeyi hedeflemiştir.


Bunun bilincinde olan Hz. Peygamber de birlikte yaşamanın vazgeçilmez temel parametreleri olan barış, hoşgörü, şefkat ve merhameti kuru bir söz olmaktan çıkartmış ve yaşanılan gerçekliğe dönüştürmüştür. Nitekim o, bir keresinde hasta bir yahudiyi evinde ziyaret etmiş, bir diğer yahudinin cenazesi geçerken ayağa kalkıp ona saygı göstermiştir. Onun bu uygulaması “insana sırf insan” olduğu için saygı duyulmasını gösteren güzel örnektir.


Peygamberimiz diğer insanlarla barış ve uzlaşı içerisinde olmanın müslümanlar için bir görev olduğunu şöyle ifade etmiştir: “Mü’min ülfet eden (uzlaşıp kaynaşan) insandır; ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet kurulamayan insanda hayır yoktur” Yine o; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.” buyurarak sevgiyi ve imanı/güveni toplumsal barış ve birlikte yaşamanın temel taşı görmüştür.


Hz. Peygamber, şu sözleriyle de toplumsal huzur ve barışı gerçekleştirmenin ne denli önemli olduğuna dikkat çekmiştir. “Sizden birisi kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.” “Kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir; kim müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah da onun kusurunu gizler (affeder).”  


Bu itibarla son hak din İslâm’ın sevgi, saygı, barış, adalet, kardeşlik, paylaşma ve yardımlaşmaya çağıran sesine kulak verilmeli, insanlar birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidir.

Aynı toprakları paylaşan insanlar düşmanlarına karşı omuz omuza vermeli, hayatı acısı ve tatlısıyla birlikte paylaşmalı, farklı kültürlerin bir arada, barış ve huzur içinde yaşadığı bir ülke olmayı başarmalıdır.


Mutlu yarınlara kavuşmak için din, dil, ırk, bölge ve kültür farkı gözetmeksizin herkes birbirini sevgiyle kucaklamalı, yobaz ve bağnaz olmamalı, insanların kutsal değerlerine karşı kin, nefret ve saygısızlık içeren her türlü tutum ve davranıştan şiddetle kaçınmalıdır.


Rabbim cümlemizi bir arada, barış ve huzur içinde yaşamanın erdemini fark eden ve buna uygun davranışlar sergileyen ihlaslı kullarından eylesin. (27.03.2009)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar