Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Sünnetullah Nedir? -2-

A+A-

Geçen hafta kaldığımız yerden sünnetullah konusunu açıklamaya devam edelim. Zira sünnetullahı daha iyi kavramak için Kur’ân’ın konuyla ilgili diğer âyetlerini görmek ve değerlendirmek uygun olacaktır.

Bilindiği üzere Yüce Allah, lütfunun ve rahmetinin bir gereği olarak bu dünyada insanlara zaman tanımakta, kâinat ve yaratılış konusunda onları derin düşünmeye davet etmekte ve rahmeti kendisi için ilke olarak benimsediğini haber vermektedir.

Nitekim şu âyetlerde bu hususa işaret edilmektedir:

“Mesajlarımıza inananlar sana geldiklerinde de ki: “Size selâm olsun! Rabbiniz rahmet ve merhameti kendisine ilke edinmiştir, böylece sizden biri bilgisizlikten dolayı kötü bir fiil işler ve sonra tevbe edip dürüst ve erdemlice bir hayat yaşarsa O[nun] çok affedici ve rahmet kaynağı [olduğunu görecek]tir.”[1]

“De ki: “Kime aittir göklerde ve yerde olan her şey?” De ki: “Rahmeti ve şefkati kendisine ilke edinen Allah'a”. O, [varlığı] her türlü şüphenin üstünde olan Kıyamet Günü hepinizi bir araya mutlaka toplayacaktır: ama kendilerine yazık edenler (var ya), işte [O'na] inanmayı reddedenler onlardır.”[2]

“Allah'ın sizin hakkınızda lütuf ve merhameti olmasaydı, eğer O Allah, tövbeleri kabul buyuran, yaptığı her iş, verdiği her hüküm hikmetli olan bir zat olmasaydı, müstahak olduğunuz bütün cezaları hemen verir, sizi perişan ederdi.”[3]

“Eğer Allah'ın sizin üzerinizdeki lütfu ve inayeti olmasaydı ve eğer Allah pek şefkatli ve merhametli olmasaydı, başınıza müthiş bir azap gelirdi.”[4]

Görüldüğü üzere Yüce Allah “kendisiyle ilgili koyduğu yasaları” açıkça belirttikten sonra “yarattığı kullarıyla arasındaki ilişkinin ilkelerini” mezkûr âyetlerde açıklamaktadır.

Yüce Allah, insanları seçimlerinde özgür bıraktığını “Eğer şöyle yaparsanız ben de şöyle davranırım” diyerek insanın kendi kaderini büyük oranda kendisinin şekillendirmesine müsaade ettiğini de haber vermektedir.

Bir başka ifadeyle Yüce Allah ile ilişkisini bu sünnetullaha göre şekillendiren kimseler her zaman kazançlı çıkar; zira onlara böyle yapmaları sebebiyle büyük mükâfatlar verilir. Nitekim Yüce Allah bu ilkelerini açıkça ortaya koymuş, bunu indirdiği kitaplar ve gönderdiği peygamberler aracılığıyla da tüm insanlığa bildirmiştir. Böylece insanların mazeret üretme girişimleri de şimdiden akamete uğratılmıştır.

Bu itibarla, sayısız açık uyarıya rağmen hâlâ hatalarının, ihmallerinin, yanlışlarının, büyük konuşmalarının, zulümlerinin, şımarıklıklarının, haddi aşmalarının, azgınlıklarının, haksızlıklarının, adaletsizliklerinin, şükürsüzlüklerinin ve nankörlüklerinin nedenlerini kendi iç dünyalarında aramak yerine, suçu “kader”e atmak ve bu âyetlerde bahsedilen “şartlı uyarıların gereğini yapmamak” Yüce Allah’a atılmış korkunç bir iftiradır.

Şimdi sünnetullahı tanıtan diğer âyetleri okumaya devam edelim.

“…Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez ve Allah insanlara [kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak] bir felaket tattıracağı zaman hiçbir şey bunun önünde duramaz: çünkü onların, kendilerini O'na karşı koruyabilecek kimseleri yoktur.”[5]

“Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez ve [bilin ki] Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.”[6]

Görüldüğü üzere eğer insanlar kendi içlerinde olanı değiştirmezse, Yüce Allah da onların durumunu değiştirmeyeceğini haber vermektedir. Bu da bir başka sünnetullahtır. Yani konulan bu ilkelere uygun hareket etmeyenlerin, olumlu anlamda değişim ve dönüşümü kendi içlerinde başlatmayanların/gerçekleştirmeyenlerin, Kur’ân’a göre hayatlarını şekillendirmeyenlerin hemen acele karar vererek suçu “kadere” yüklemeleri, sonra da tembel tembel oturmaları ve sızlanmaları ikna edici değildir. Zira Yüce Allah’ın koyduğu ilkeler gayet açık, net ve anlaşılırdır.

Şimdi de şu âyete bakalım:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.”[7]

Bu âyetten anlaşıldığına göre burada da bir “şart cümlesi” vardır. Yani bu şartın gereğini yapanlar ve buna uygun hareket edenler karşılığını mutlaka alacaklar, etmeyenler ise kaybedeceklerdir. Sünnetullah işte budur. Ama birileri hâlâ bunu anlamamakta ısrar etmektedir. Yüce Allah kendi ilkelerini bariz şekilde ortaya koyduğu, şartlarını açıkça ifade ettiği halde hâlâ cahil ve zalim çoğu insan bu gerçeğe sırt çevirmeye devam etmektedir.[8]

Şu âyette de başka bir sünnetullah haber verilmektedir:

“Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarlarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm: Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.”[9]

Yüce Allah âyette “dua edenin duasına karşılık vereceğini” açıkça ifade etmektedir. Ancak gerekli bütün şartları yerine getirir, tüm sebeplere sarılır, “fiili duayı” yapar, tevekkül eder, sonra da ellerini açar ve “sözlü olarak dua ederse” Yüce Allah onun duasını kabul edecektir ki, bu da başka bir sünnetullahtır.

Yani, dua edilmesinin istenmesiyle kişinin kaderi arasında birebir/doğrudan ilişki vardır.[10] Eğer insanın dua etmesi isteniyorsa buradan açıkça anlaşılacaktır ki, kişinin kaderi an be an, saniye saniye, salise salise yeniden şekillenmektedir. Değilse “ondan dua etmesinin istenmesinin” hiçbir anlamı kalmayacaktır.

Bir insanın yapacağı içten dualarla ve iyiliklerle, vereceği zekât ve sadakalarla bazı sıkıntılarından kurtulması ya da çok daha güzel nimetlere nail olması mümkündür. Eğer öyle olmasaydı dua etmenin ya da dua edilmesinin istenmesinin de hiçbir anlamı olmazdı. Kaldı ki, “kader her an yeniden” yazılmıyor idiyse “dua edilmesinin istenmesinin ve duaya icabet edileceğinin ifade edilmesinin de” manası olmazdı. Dolayısıyla insan kendisi için çizilen kaderi oynayan pasif/etkisiz bir figüran/nesne değil tam tersine kendi kaderini büyük oranda şekillendiren, gideceği yerle ilgili kararlarını veren ve bunu da uygulayan özgür irade sahibi bir varlıktır/öznedir.

“Rab’lerinin çağrısına icabet edenlere en güzel mükâfat, cennet vardır. Fakat O’nun dâvetini kabul etmeyenlere gelince, şayet dünyada olan bütün şeyler ve onların bir misli daha kendilerinin olsaydı, kurtulmaları için fidye olarak hepsini verirlerdi. İşte bunlar çetin bir hesaba mâruz kalacaklardır. Onların kalacakları yer cehennem olacaktır. Orası ne kötü bir yerleşim yeridir!”[11]

“Kim âhiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse, ona da istediğinden veririz, fakat onun ahirette hiçbir payı yoktur.”[12]

Bu âyetlerden de anlaşılacağı üzere “isteme konusundaki tercih” kişiye bırakılmıştır. Herkese istediğinin karşılığının verileceği ifade edilerek bir başka sünnetullaha daha işaret edilmiştir. Nitekim burada da “bir seçim” söz konusudur. Demek ki, kişinin kaderi her an, her saniye “seçimlerine” göre yeniden şekillenmekte/yazılmaktadır. Zaten insanoğlunun başına gelenler ve gelecek olanlar onun kişiliğinin genel gidişatıyla, yaptıklarıyla, söyledikleriyle, dualarıyla, aldığı beddualarla, sürekli verdiği hükümlerle vs. doğrudan ilişkili değil midir?

“Eğer şükreder ve imana ererseniz neden Allah [geçmiş günahlarınızdan dolayı] sizi azaba uğratsın? Bilirsiniz ki Allah şükredenlere karşılığını her zaman veren ve her şeyi bilendir.”[13]

“Ve [yine hatırlayın ki] Rabbiniz size (şöyle) bildirmişti: “[Bana] şükrederseniz, muhakkak ki size kat kat fazla veririm; yok, eğer nankörlük ederseniz, bilin ki Benim azabım gerçekten çok çetindir!”[14]

“Eğer nankörlük yaparsanız bilin ki Allah size, hiç birinize muhtaç değildir; fakat O, yine de kullarının nankörlüğüne razı olmaz: ama eğer şükrederseniz size rıza gösterir. Hiç kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir...” [15]

Bu âyetlerde ise “şükür edildiğinde nimetlerin artırılacağı ilkesi” söz konusudur ki bu da bir başka sünnetullahtır. Yani, karar yine insanoğlunun kendisine bırakılmıştır. İnsan bu ilkeye uygun davranırsa Yüce Allah ona kat kat fazlasıyla mukabelede bulunacağına dair söz vermektedir.

“Ve onlara; “Siz” denilecek, “bu [hesap] gününün geleceğine aldırmadığınız gibi Biz de bu Gün size aldırmayacağız; sonuçta varacağınız yer ateştir ve size yardım edecek bir kimse de bulamayacaksınız.”[16]

“(O gün onlara şöyle diyeceğiz:) Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü ebedi azabı tadın!”[17]

“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. [Çünkü] onlar gerçekten sapmış olanlardır!”[18]

Bu âyetlerde ise “Yüce Allah’ı unutanların unutulacağı” ve bu yaptıklarının karşılığını görecekleri ifade edilmektedir. Bu da başka bir sünnetullahtır. Yani, Yüce Allah’ı umursamayanların umursanmayacakları bildirilmektedir. Demek ki burada da “tercih” yine insanoğluna aittir. İnsan rüzgârın önündeki yaprak gibi değildir. Özgür iradesi vardır ve ahirette gideceği yeri bu iradesiyle dünyadayken kendisi belirlemektedir.

“Öyleyse Beni anın ki Ben de sizi anayım; Bana şükredin ve Beni inkâr etmeyin.”[19]

“Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, ona sıkıntılı bir hayat vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak diriltir, duruşmaya getiririz.”[20]

“Sana bağlılıklarını bildirenler, Allah'a bağlılıklarını göstermiş olurlar: Allah'ın eli onların elleri üzerindedir. O halde, kim ahdini bozarsa yalnızca kendi aleyhine bozmuş olur: ve kim Allah'a karşı taahhüdüne uyarsa [Allah] ona büyük bir ödül ihsan edecektir.”[21]

Bu âyetlerde de “Yüce Allah’ı her daim ananların O’nun tarafından anılacağı, yüz çevirenlerin ise dünya ve ahirette maddî ve manevî sıkıntılarla boğuşacağı” haber verilmektedir. Bu da bir başka sünnetullahtır. Yani, “tercih” yine kişinin kendisine aittir. Sözüne sadık olmayanlar ahirette kaybedeceklerdir ki bunun sorumlusu da bizzat kendileri olacaktır. Zira o insan aklını kullanmamış, Kur’ân’ın ilkelerinden yüz çevirmiş, hakikatten bilerek/isteyerek uzaklaşmış ve dünyanın geçici güzelliklerine dalmış ve kendi sonunu kendisi hazırlamıştır.[22]

Haftaya sünnetullah konusunu işlemeye kaldığımız yerden devam edelim ve konuyla ilgili son söyleyeceklerimizi orada söyleyelim. (10.09.2011)

 

 

[1] el-En’âm 6/54.

[2] el-En’âm 6/12.

[3] en-Nûr 24/10.

[4] en-Nûr 24/20.

[5] er-Ra’d 13/11.

[6] el-Enfal 8/53.

[7] Muhammed 47/7.

[8] el-Ahzâb 33/72.

[9] el-Bakara 2/186.

[10] el-Furkan 25/77.

[11] er-Ra’d 13/18.

[12] eş-Şûra 42/20.

[13] en-Nisâ 4/147.

[14] İbrahim 14/7.

[15] ez-Zümer 39/7.

[16] el-Casiye 45/34.

[17] es-Secde 32/14.

[18] el-Haşr 59/19.

[19] el-Bakara 2/152.

[20] et-Taha 20/124.

[21] el-Fetih 48/10.

[22] el-Mülk 67/10; es-Secde 32/12; el-Hicr, 15/2; el-Ankebut 29/64; el-Ahzâb 33/66; el-Furkan 25/27-29.

Önceki ve Sonraki Yazılar