Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Sünnete Uymak Nasıl Olur? -1

A+A-

Köşe yazımıza başlamadan evvel hemen şunu ifade edelim ki sünnete uymak, Hz. Peygamber’den gelen her şeyi hiçbir ayrıma tabi tutmaksızın, bağlayıcılık açısından hepsini aynı kategoride değerlendirerek harfi harfine ve adeta robot gibi uygulamak/taklit etmek demek değildir.


Ancak günümüzde birçok müslüman, “bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti” hiçbir ayrıma tabi tutmaksızın bir bütün olarak değerlendirmekte ve bu tür bir sünnet anlayışından hareketle Hz. Peygamber neyi nasıl yapmışsa onu aynen taklit etmeyi “sünnet” zannetmektedir.

Bu tür bir sünnet anlayışına sahip kimseler, “sakal bırakmayı, sarık sarmayı, cübbe/fistan/şalvar giymeyi, yerde yemek yemeyi, elle yemeyi” sünnet zannetmekte, böyle yaptıkları zaman Hz. Peygamber’e ittibâ ettiklerini düşünmekte, esas yapmaları gereken sünnetleri ise “ihmal ettiklerini” bir türlü fark edememektedirler.

Görüldüğü üzere bu anlayışın düzeltebilmesi için sünnet anlatılırken veya uygulanırken, sünnetin bağlayıcı olan ve olmayan türlerinin bulunduğu, bunların birbirinden kesinlikle ayırt edilmesi gerektiği müslümanlara açık ve anlaşılır bir dille ifade edilmelidir. 


Her müslüman, kendi kişiliğine, konumuna, durumuna ve içinde bulunduğu şartlara göre sünnete tabi olabilir. Sünneti sadece “şekle/lafza bağlı sabit ve dar bir kalıba” hapsetmek, onun alanını ve sınırlarını daraltmak anlamına gelir. Böyle bir anlayış İslâm’ın son ve evrensel din olma özelliğine zarar verir.

Nitekim sünnet, temel amaç ve ilkeleri itibarıyla zamana ve şartlara göre şekillenerek yeni ve daha zengin anlamlar kazanabilecek bir potansiyele sahiptir. Bu gelişme ve şekillenme tarihi bağlamından koparılmadan ve amacından saptırılmadan yapılabilir.

(Şeker, Necmettin, “İslam Kültürü ve Değişim Bağlamında Sünnet Algısı”,  Ekev Akademi Dergisi, (Bahar, 2011), Yıl 15, Sayı: 47, s. 185) 


Başta sahâbe olmak üzere ilk asırdaki müslümanlar, Kur’ân ve sünnetin arka planını çok iyi bildikleri için bazı sünnetlerin değişen şartlara göre yorumlanıp uygulanabilir olduğunu göstermiş, onu Hz. Peygamber’in dönemine hapsetmemiş ve “yaşayan bir gelenek” hâline getirmişlerdir. Nitekim ilk dönemlerde Kur’ân ve sünnet yorumlarının, sahâbe ve tabiûn fetvalarının, ümmetin uygulayageldiği İslâmî örf ve âdetlerin “sünnet muhtevası içinde değerlendirildiği” bilinmektedir.

Bunların Hz. Peygamber’in sözleriyle yan yana hadis kitaplarına geçirilmiş olması ve Medinelilerin amelinin dinde delil kabul edilmesi gibi tarihi gerçekler, sünnetin o dönemde “yaşanan ve değişen şartlara rahatlıkla cevap verebilen dinamik bir gelenek” olarak algılandığının ispatı durumundadır. (Polat, Selahattin, “Hz. Peygamber’in Sünneti ve Değişim”, Sünnet Sosyolojisi, Editör: Mustafa Tekin, Ankara 2013, s. 238)


Bir kısım sahâbe ve tabiûnun Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini sadece şekil açısından okumadıkları, “temel ilke ve amaçları” da gözettikleri, özellikle illet ve sebepleri çok iyi kavradıkları uygulamalarından anlaşılmakta olup bu konuda birçok örnek mevcuttur. (Şeker, Necmettin, “İslam Kültürü ve Değişim Bağlamında Sünnet Algısı”,  Ekev Akademi Dergisi, (Bahar, 2011), Yıl 15, Sayı: 47, s. 188)


Bu bakımdan sahâbe ve tabiûnun uygulamalarını bilmek, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin arkasındaki temel ilke ve amaçları göz önünde bulundurmak ve yaşanan kafa karışıklıklarından kurtulmak gerekir. Zira tüm dünyaya model olması gereken müslümanlar, öncelikle Hz. Peygamber’i örnek almanın onu “taklitle” değil davranışlarının arkasındaki “maksadı/amacı/hikmeti” doğru anlamakla mümkün olabileceğini artık idrak etmelidir.

Ne demek istediğimizi birkaç örnekle şöyle açıklamamız mümkündür:


Örneğin “misvağın kendisini kullanmak” sünnet değil, misvak kullanmanın amacı olan “ağız ve diş temizliği” sünnettir. Çünkü ağız ve diş sağlığı için kullanılan âletler kültüre, örfe, âdetlere ve teknolojik gelişmelere göre değişkenlik gösterebilir.

O dönemde Hz. Peygamber bu temizliği misvakla yapmıştır ve bu da gayet normaldir. Günümüzde de dileyen misvakla diş temizliğini yapmaya devam edebilir. Ancak bu temizliğin sadece misvak ile olması gerektiğini, bunun “sünnet” olduğunu söylemek doğru değildir. Esasen periyodik olarak diş doktoruna gidip dişleri temizlettirmek, dişlerin sağlığı ve temizliği için diş macunu ve diş fırçası kullanmak sünnettir. (Şeker, a.g.m., s. 190)


Aynı şekilde “günümüzde halı veya kilim üzerinde çorapla namaz kılmak” sünnetken, Hz. Peygamber’in döneminde olduğu gibi “toprak zeminde ve ayakkabı ile namaz kılmayı savunmak” sünnet değildir. Uçakla veya hızlı trenle hacca gitmek sünnet iken, “deveyle hacca gitmeyi savunmak” sünnet değildir.

Defi hacetten sonra su ve tuvalet kâğıdıyla o bölgeyi temizlemek sünnet iken, İslâm coğrafyasının bazı bölgelerinde algılandığı ve uygulandığı şekliyle “üçtaş ile istinca yapmak/taharetlenmek” sünnet değildir. (Ünal, Yavuz, “Gelenek-Sünnet İlişkisi”, OMÜİFD, Samsun 1999, Sayı: 11, s. 95. Ayrıca bkz. Erul, Bünyamin, Hadislerin Dili, İlk Hadis Belgesi, Hemmâm’ın Sahîfesi, Tertip-Terceme-Yorum, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2016, s. 270)


Ezan okurken “sesi en uzağa ulaştırmak için” mikrofon ve hoparlör kullanmak sünnet iken, “mikrofonsuz ve çıplak sesle minareye çıkıp ezan okumak” sünnet değildir. (Mikrofon ve hoparlör gibi ses cihazlarına bid’at olduğu gerekçesiyle karşı çıkmak doğru değildir. Ayrıntılar için bkz. Sakallı, Talat, “Sünnet’in Bağlayıcılık Açısından Taksimi”, SDÜİFD, Isparta 1995, Sayı: 2, s. 96-97).


Yemeğe besmele ile başlamak, sağ elle ve masada yemek sünnet iken, “yerde oturarak ve kaşık kullanmadan üç parmakla yemek” sünnet değildir. Kendi örf, âdet ve geleneklerine göre hazırlanmış tesettüre uygun kıyafetler giymek sünnet iken, kadınlara “siyah çarşaf veya ferace”, erkeklere de “sarık, şalvar ve cübbe” giymeyi dayatmak sünnet değildir.

(Ünal, Yavuz, a.g.m., s. 96) Çünkü böyle bir sünnet anlayışına göre eğer Hz. Peygamber, soğuk bir iklimde yaşayan Eskimoların arasından çıksaydı tüm müslümanlara “Eskimoların kıyafetlerine benzer kürklü elbiseler giymeyi dayatmak” sünnet kabul edilecekti.


Bu nedenle belli bir kıyafeti sünnet olarak önermek yerine değişik coğrafyalarda yaşayan insanlara o bölgenin iklimine, örfüne, âdetine ve geleneklerine uygun fakat “tesettürü yerine getiren” kıyafetler giyebileceklerini söylemek sünnettir.

Aynı şekilde fakirleri fakirlikten kurtaracak projeler gerçekleştirmek, balık tutmayı öğretmek, mesleki ehliyet kursları düzenlemek, girişimciliği özendirmek, yeni istihdam alanları oluşturmak, üretimi artırmak, kaliteli üretim yapmak, markalaşmak ve tüm dünyaya bu malları ihraç edecek ortamlar hazırlamak sünnet iken, fakir ve dilencilere sadaka vermeyi “sünnet” zannetmek doğru değildir.


Dolayısıyla Hz. Peygamber’in yaptığı her şeyi veya söylediği her sözü “sünnet” olarak tanımlamak isabetli değildir. Çünkü sünnet, eylemlerin şeklinden ziyade onlara hayat veren özü, ilkeyi, amacı ve maksadı yakalayıp bunu çağa taşımak, bu ilkeler sayesinde kendi döneminin ihtiyaçlarına ve problemlerine yeni çözümler üretmek ve “Hz. Peygamber gelseydi acaba bugün nasıl davranırdı?” düşüncesiyle hareket etmektir.


Nitekim günümüzde müslümanların karşılaştıkları sorunlara çözümler üretmeleri onlar için bir fantezi değil adeta bir mecburiyettir. Kaldı ki Kur’ân-ı Kerîm, dinî ilimlerle meşgul olanlara yaşanan değişimler karşısında yeni çözümler üretmelerini ve bunu gelecek nesillere öğretmelerini bir görev olarak yüklemektedir. (et-Tevbe 9/122)


Bu nedenle bir müslümanın yapması gereken, sosyal değişimlere ve gelişmelere direnmek değil, bunları İslâm’a uygun hale getirecek çalışmalar yapmak, üretilen içtihatları çok yönlü değerlendirmek ve isabetli olanlarına uymaktır.

Nitekim âyetlerde boşanmış kadınlar konusunda erkeklere yüklenen sorumluluklardan bahsederken geçen “uygun bir şekilde” (Bakara, 2/233; Nisâ, 4/6) ve “güzel bir şekilde” (Bakara, 2/236) imkân sağlamayı belirten ifadeler bazı uygulamaların “zamana, şartlara ve toplumların örf ve adetlerine göre değişebileceğini” göstermektedir ki böyle bir durum, İslâm’ın cihanşümul/evrensel olduğunun bir başka delilidir.

Kaldı ki âyetlerdeki söz konusu ifadeler “marufun, örfün, âdetlerin ve teamüllerin dikkate alınmasının gerekliliğini” ve bunun da “yaşanılan zamana, şartlara ve coğrafyaya göre değişebileceğini” ortaya koyması bakımından da oldukça önemlidir.
Sünnete uymanın nasıl olacağı konusuna bir sonraki köşe yazımızda devam edelim. (31.07.2009)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar