Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Sorunlar bir tek kişiyle mi çözülür?

A+A-

Günümüzde “karizmatik bir lider”, tek başına bir toplumun bütün sosyal, ekonomik, siyâsî, iktisadi, hukûkî sorunlarını çözebilir mi? Kanaatimizce çözemez.

“Karizmatik lider” de, ekip çalışmasına, takım ruhuna ve toplumun geniş kesimlerinin ciddî desteğine ihtiyaç duyar.

Ancak az gelişmiş toplumlar, kendilerine güven duymadıkları ve sürü psikolojisi içerisinde yaşamaya alışkın oldukları için her zaman çözümü “tek bir kişiden/ liderden” beklerler.

Bunun temelinde ise “bilgi eksikliği, sorumluluk yüklenmeme, işin kolayına kaçma ve kendine güven” sorunu vardır.

Birilerinin eteğine yapışarak veya bazılarının iteklemesiyle bir yerlere varacağını zannedenler yanılmaktadırlar.

İşin kolayını kaçarak sıkıntılarını bu şekilde aşacaklarını zannedenler yanlış bir anlayışla hareket ettiklerini bilmeldirler.

Liderlerin/ hocaların/ babaların/ dedelerin/ imamların “doğaüstü güçlere” sahip olduğunu vehmeden, onlara bir takım kutsallıklar atfeden ve onların hiçbir zaman yanılmayacaklarını düşünen toplumlar “geri kalmaya ve zalimler tarafından ezilip horlanmaya” mahkûmdurlar.

Bununla beraber şunu da ifade edelim ki, karizmatik bir lider elbette önemlidir. Ama onun da “yanılma, hata etme ve yanlış kararlar alma” ihtimali her zaman vardır. Bu da normal bir durumdur ve normal karşılanmalıdır.

Dolayısıyla kişilerin değil “ilkelerin/ kuralların/ prensiplerin hâkim olmasına” ehemmiyet verilmelidir. Kararlar istişare sonucu alınmalı,[1] yanlış yapanların hesap vereceği mekanizmalar kurulmalıdır.

Günümüzde gelişmiş toplumların liderlerinin başlarına buyruk hareket ettikleri vâkî değildir.

Onlar bilgiye, tecrübeye ve stratejiye dayalı kararları “hep birlikte ve istişare sonucu” alıp uygulamakta ve başarılı olmaktadırlar.

İslam’ı yaşadığı iddiasında olan Müslüman toplumlarda ise durum çok daha farklıdır ve çok büyük yanlışlıklar mevcuttur.

Onlar genellikle bir kurtarıcının gelip kendilerini kurtarmasını beklerler.

Oysa Kur’an ve sünnetin bütününden çıkartılan öğretiye/ mesaja göre “böyle bir kurtarıcı beklemek” doğru değildir. Aksine her bir mü’min “bir kurtarıcı/ mehdi” gibi olmak zorundadır.

Müslümanlar kendi içlerinden çıkıp etraflarına ışık saçanları, İslam’a hizmet edenleri yangın çıkartmakla suçlamak, susturmak, küçük göstermek ve aleyhte kampanyalar yürütmek yerine, “olumlu, faydalı, anlamlı ve doğru buldukları gelişmeleri” desteklemek, iyi ve güzel olandan yana tavır takınmak mecburiyetindedirler.

Diğer taraftan yanlış işler yapanları da onaylamadıklarını açıkça belirtmekten, demokratik tepkilerini ortaya koymaktan ve hukuk içinde kalarak mücadele etmekten de çekinmemelidirler.

Zira Hz. Peygamber böyle yapmış ve mü’minlerden de böyle yapmalarını istemiştir. O, çağının ve içinde yaşadığı toplumun sorunlarıyla ilgilenmiş ve çözümler üretmiştir.

Nitekim Hz. Muhammed, cahiliyye döneminde başlatılan ve mazlumların haklarını savunan (hılfu’l-fudûl) “erdemliler hareketi”nin en aktif üyelerinden birisi olmuştur.

O, her zaman iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırmıştır.[2]

Oturup beklemeyi değil, çalışıp üretmeyi tavsiye etmiştir.

Hayırlı işlerde yarışılmasını ve yardımlaşılmasını önermiştir.

Sadece mazluma değil zalime de yardım edilmesini ve zulum yapmasına engel olunmasını tavsiye etmiştir.[3]

Boş boş oturup “dedikodu etmeyi, kendi kendine söylenmeyi, hayata negatif bir gözle bakmayı” asla onaylamamıştır.

Hiçbir kimseye “haksız bir eleştiride” bulunmamıştır.

Eleştirilerini hak, adalet ve insaf ölçüleri içinde yapmıştır.

Acele edilerek hatalı ve eksik kararlar alınmasına karşı çıkmıştır.

Aklı en güzel şekilde kullanmayı, sabrı, mücadeleyi ve teennî ile hareket etmeyi öğütlemiştir.

Bugün bu uyarılara ne kadar çok muhtaç olduğumuz ortadadır.

Görüldüğü üzere Müslümanların sıkıntılarından bir an önce kurtulabilmelerinin çaresi, Hz. Peygamber gibi her zaman ilkeli, tutarlı ve kararlı olmak, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koymaktır.

Birlikte hareket etmekte “rahmetin” tefrikaya düşmekte ise “kaos, kargaşa, kriz, anarşi ve istikrarsızlığın” olduğunu bilmek ve ona göre davranmaktır.

Sorumluluk bilinci taşıyan, ahlaklı, cesur ve adaletli mü’min ve mü’minelerin sayısını artırmaya çalışmaktır.

Bunun için de her türlü eğitim ve öğretime önem vermektir.

Teferruatla uğraşmayı bırakıp, ana meselelere yoğunlaşmak ve çözüm odaklı düşünmektir.

Çağdaş “Ebu’l-Hasan el-Harakanî’ler ve Ahi Evran’lar” yetiştirmektir.

Kısacası; her alanda markalaşmaktır.

İşte bütün bu saydığımız ilkelere uygun hareket edilir, sorunların “bir tek kişiyle” değil “ortak akılla” çözüleceğine inanılır, böyle bir bilinç ve duyarlılığa ulaşılırsa, Hz. Peygamber’in esas maksadı daha iyi anlaşılmış ve kavranmış olur.

Zira gelişmek, ilerlemek, muasır milletleri geçmek, dünyada söz sahibi olmak için “İslam dünyası” diye nitelenen müslümanların buna şiddetle ihtiyacı vardır.

Nitekim hem Yüce Allah hem de Hz. Peygamber, ekonomik sorunlarını halletmiş, huzur, emniyet, refah ve güven toplumu olmuş, dünyada sözü dinlenilen ve kendisine saygı duyulan hayırlı bir topluluk[4] olmamızı istemiştir.

Kanaatimizce hiçbir mü’minin bu sorumluluklarından kaçarak[5] Yüce Allah’ın rızasını ve Hz. Peygamber’in şefaatini elde edebilmesi mümkün değildir. (23.02.2007)

 


[1] Âl-i İmrân, 3/159. “Ve (ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman, Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Zira, eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları bağışla ve affedilmeleri için dua et. Ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla müşâvere et; sonra bir hareket tarzına karar verince de Allah’a güven: zira Allah, O’na güven duyanları sever.” ; Şûrâ, 42/36-39. “…(Bu ödül,) iman eden ve Rablerine güvenenler (içindir); bağışlanmaz günahlardan ve hayasızlıktan kaçınanlar ve öfkelendiği zaman kolayca affedenler (için); Rablerinin (çağrısına) karşılık verenler ve namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar (için); ve (bütün ortak meselelerini) aralarında danışma ile karara bağlayanlar (için); ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden başkalarına harcayanlar (için); ve bir zorbalıkla karşılaştıkları zaman kendilerini savunanlar (için)…”

[2] Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi akla, mantığa ve sağduyuya aykırı bir davranışla karşılaşırsa, bunu eli ile düzeltmeye çalışsın. Buna güç yetiremiyorsa, sözleriyle engellemeye çabalasın. Buna da gücü yetmiyorsa, kalbi ile hal çareleri arasın ve en azından bu kötülüğü kalbiyle kesinlikle onaylamasın! Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” Bkz. MÜSLİM, 1/İman, 20 (I, 69-70); EBÛ DÂVUD, 2/Salât, 242 (I, 677-678); 36/Melâhim, 17 (IV, 511); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 11 (IV, 470); NESÂÎ, 47/Îman, 17 (VIII, 111-112); İBN MÂCE, 5/İkâme, 155 (I, 406); 36/Fiten, 20 (II, 1330); İBN HANBEL, I, 2, 5; III, 20, 49, 53. Ayrıca bkz. BUHÂRÎ, 46/Mezâlim, 4 (III, 98); 89/İkrah, 7 (VIII, 59); MÜSLİM, 45/Birr, 62 (III, 1998); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 68 (IV, 523); DÂRİMÎ, 20/Rikak, 40 (II, 618); İBN HANBEL, III,99, 201, 324.

[3] Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Zâlim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et!” Bunun üzerine orada bulunanlar: “Yâ Rasûlellah! mazluma yardım etmeyi anladık. Pekî zâlime nasıl yardımcı olabiliriz ki?” diye sordular. Hz. Peygamber: “Haksızlık yapmasına engel olursunuz. İşte bu da, sizin ona olan yardımınızdır” buyurdular. Bkz. BUHÂRÎ, 46/Mezâlim, 4 (III, 98); 89/İkrah, 7 (VIII, 59); MÜSLİM, 45/Birr, 62 (III, 1998); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 68 (IV, 523); DÂRİMÎ, 20/Rikak, 40 (II, 618); İBN HANBEL, III,99, 201, 324.

[4] Konu ile ilgili bazı ayetler için bkz. Âl-i İmrân, 3/103-104. “…Bu şekilde Allah size mesajlarını açıklar ki hidayet bulasınız, belki içinizden iyi ve yararlı olana davet eden doğru olanı emreden, eğri ve yanlıştan alıkoyan bir topluluk çıkar: nihai kurtuluşa erişecek kimseler, işte bunlar olacaktır.”; Âl-i İmrân, 3/110. “Siz, insanlığın (iyiliği) için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz: doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Eğer geçmiş vahyin mensupları, (bu tür bir) inanca ermiş olsalardı, bu, kendi iyiliklerine olacaktı; (ama) içlerinden pek az inanan bulunsa da onların çoğu fâsıktır (yoldan çıkmıştır).” Bakara, 2/143. “Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü bir toplum olmanızı istedik ki (hayatınızla) tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri olasınız ve elçi de sizin huzurunuzda ona şahitlik yapsın.”

[5] Furkân, 25/26-30. “O gün ki, gerçek egemenliğin (yalnızca) Rahman’a ait olduğu (bütün açıklığıyla ortaya çıkacaktır); ve bunun içindir ki, (o gün) hakkı inkâra şartlanmış olanlar için çok zor bir gün olacaktır; o gün ki, (vaktiyle) haksızlığı kendisine yol edinmiş olan kişi ellerini ısırıp, “Ah n’olurdu, Rasûl’ün gösterdiği yolu tutmuş olsaydım!” diyecek, “Vah bana, n’olurdu, falancayı kendime dost edinmemiş olsaydım! Gerçekte, bana uyarıcı hatırlatıcı mesaj geldikten sonra, beni (Allah’ı) hatırlamaktan o uzaklaştırdı!” Zaten, şeytan (işte böyle) yalnız ve çaresiz bırakır insanı.” Ve o gün Rasûl: “Ey Rabbim!” diyecek, “Kavmimden (bazıları) bu Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü!”. (Ayetlerin açık ifadesinden de anlaşılacağı üzere bazı kimseler, dünyevî istek ve arzularına aykırı buldukları ya da zamanın değişen şartları karşısında “geçerliliğini yitirmiş” bir öğreti olarak gördükleri için Kur’an’ın esas gönderiliş maksadını anlamak ve kavramak istememişlerdir. Hz. Peygamber’in kıyamet günü bu kimselere sahip çıkmayacağı ve aleyhlerine şahitlik edeceği ortadadır. İnandığını söylediği halde sorumluluklarından kaçan Müslümanlar hakkında da aynı şahitliğin tekrarlanması söz konusudur. Zira onlar da Kur’an’a gereken önemi vermeyerek onu rafa kaldırmış, sadece mezarlıklarda hatim maksadıyla okunan, fal bakılan, şifreleri olan bir kitap konumuna indirgemişler veya aşırı derecede yücelterek anlaşılması mümkün olmayan bir kitap konumuna yükseltmişlerdir. Bütün bunlar, Kur’an’ı hayatın dışına atmanın ve ondan ders alınmasını zorlaştırmanın farklı yol ve metodlarından olsa gerektir. Ki bu görüşlerin hiçbirine katılmadığımızı ifade etmemiz gerekmektedir.)

Önceki ve Sonraki Yazılar