“Son Yolculuğuna Uğurlandı” Cümlesi Ne Anlama Geliyor?
Medya organlarının çoğunluğunun bilmeden ya da maksatlı olarak kullandıkları ifadelerden birisi de vefat eden kimsenin cenaze töreniyle ilgili yapılan haberlerde kullanılan “son yolculuğuna uğurlandı” cümlesidir. Bu ifade bize göre problemli olup bunu düşünmeksizin kullananlar derhal bu hatadan dönmeli ve kasıtlı olarak bu tür ifadeleri yaymak isteyenlerin oyunlarına alet olmamalıdır.
Ahiret hayatına inanmayanların “son yolculuk” yakıştırmaları/palavraları kendi sorunlarıdır. Zira bir mü’min, ahirete intikal ettiğinde onun için “son yolculuk” tabirinin kullanılması uygun değildir.
Çünkü bir mü’min için ölüm, “son yolculuk” değil bir başlangıçtır. Kendisi için görevlendirilmiş ölüm meleğinin eşliğinde berzah engelini aşıp gayb âlemine geçiştir.[1] Ebedî âlem öncesi konaklanan geçici bir duraktır; manevî bekleme istasyonudur.
Oysa literatüre sokulmak istenen bu “son yolculuk” kavramında “biten bir şeyler” vardır ve son yolculuğun devamı da yoktur. En azından zihinlere yerleştirilen algı bu yöndedir ve bu algı da sakattır.
Kıyametin kopması ve yeniden dirilmenin gerçekleşmesiyle başlayacak sonsuz hayatın varlığını kabul etmeyen, bu konuda aklını yeterince ve doğru dürüst çalıştırmayanların ölümü bir “son yolculuk” olarak adlandırmaları kendi dar, eksik, sakat, önyargılı ve problemli bakış açılarının bir ürünü veya sonucudur.
Şurası bir gerçektir ki, müslümanların algı dünyalarını bozarak düşüncelerinin ve davranışlarının olumsuz anlamda şekillenmesi ve ahiret inançlarının zayıflatılması için bilinçli olarak çalışan “şeytanlaşmış insanlar” vardır. Zira böyle bir dili kullananların asıl amacı, “bu dünya hayatından başka bir hayatın olmadığı düşüncesini” genç nesillere empoze ederek beyin yıkama faaliyeti gerçekleştirmektir.
Nitekim özellikle bazı yayın organları, bir takım diziler ve programlar vasıtasıyla Allah, melek, kader, mucize, kabir hayatı, ahiret, ilahi adalet ve uhrevi müeyyide gibi dinî kavramları yanlış kullanarak müslümanların din tasavvurlarını çarpıtmaya ve dine bakışı olumsuz anlamda şekillendirmeye gayret etmektedirler. Bütün bunların bilincinde ve farkında olması gereken bir mü’minin ise sadece belli bazı ibadetleri yaparak İslam’ı yaşadığını zannetmesi, gelecek nesillere doğru, sağlam ve güvenilir bir din anlayışı devretme düşüncesini aklına dahi getirememiş olması, her duyduğuna hemen inanması ve ona uygun davranması bize göre esef verici ve düşündürücü bir durumdur.
Zira İslam’a göre ölen insan “son yolculuğuna” çıkmaz. İnsanoğlu için ahiret hayatı öncesi yaşanılması kaçınılmaz “kabir hayatı” aşaması/safhası vardır. Burası bir duraktır. Tekrar dirilmenin gerçekleşeceği zamana kadar ceset bu dünyada kalırken, bedenden ayrılan ruh, “ruhlar âlemindeki” yerini alacaktır. Dünya hayatında Allah’a inanıp yararlı işler yapanlar iyi ruhların bulunduğu yerde bekletilirken, Allah’ı inkâr edip kötülükte sınır tanımayan tüm kafir, müşrik, münafık vs. kimselerin ruhları ise kötü ruhların bulunduğu yerde hesap gününü bekleyeceklerdir.
Yeniden dirilişin gerçekleşmesiyle her ruh dünyadaki kendi cesedine tekrar dönecektir.[2] Kabirlerinden kalkarak bir davetçinin peşinden mahşer meydanına doğru seller misali akan bu kalabalıklar için [3] “cennete veya cehenneme son yolculuk” işte o zaman başlayacaktır. [4]
Cenneti elde edenler “sonsuzluk yurdu cennete” uğurlanırken, kendi yapıp ettikleri sonucu cehennemi hak edenler ise cehennemi boylayacak ve oraya son yolculuklarına başlayacaklardır.[5] İşte bu “son yolculuk” ancak mahşer meydanından sonra olacaktır. Bir başka ifadeyle cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenneme girmesiyle bu “son yolculuk” tamamlanacak ve ebedî olan ahiret hayatı başlayacaktır.
Buna bir türlü inanmak istemeyenlerin “ölümü” bir son olarak gösterip kendilerini rahatlatmaları/avutmaları büyük bir hayalden/kuruntudan başkası değildir. Zira ölüm bir son değil ahiret hayatına açılan kapıdır; bir başka başlangıçtır; sonsuz olan ahiret hayatı öncesi yaşanması kaçınılmaz bir geçiş aşamasıdır/merhalesidir.
Bu itibarla, dünyadan ayrılan kişinin ruhu, “zamanın olmadığı ruhlar âleminde” yaşamaya ve hissetmeye devam edecektir. Nitekim Hz. Peygamber’in kabir hayatını cennet bahçelerinden bir bahçeye ya da cehennem çukurlarından bir çukura benzetmesinin anlamı da budur. (Dikkat edelim “kabir azabı (ruha) vardır” ama “kabirde (bedene) azap yoktur”; ikisi arasındaki farkı doğru anlamayanlar sadece kendilerine yazık edenlerdir.)
Yani bu geçiş evresinde iyi ve kötü ruhlar için “hesap ve esas azap” henüz başlamamış olsa bile onlar gidecekleri yeri çok iyi bildikleri için tıpkı rüyalarda olduğu gibi o acıyı ya da sevinci ruhlarında hissedeceklerdir. Bu nedenle bazı gerçekleri iyi idrak etmek için “kabir azabı” tabirini bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda vardır.
Öte yandan, İslam’ın bu konudaki uyarılarını dikkate almayanların bilinçli ve maksatlı olarak uydurdukları bir takım söylemlere karşı dikkatli olunması gerekmektedir. Bu tür kalıpları ve ifade tarzlarını sorgulamadan alıp kabul etmek, hemen alıp benimsemek doğru değildir. İslam’ın bu konuda ne dediğine bakmaksızın her duyduğuna inanan ve eleştirel aklı devre dışı bırakanların pek çok konuda yanıldıklarını söylememiz yanlış olmayacaktır.
Medyanın sürekli kullandığı bu problemli anlatım tarzının yanlışlığına bu şekilde işaret ettikten sonra konuyla ilgili tekliflerimizi ortaya koyalım.
Bize göre art niyetli birileri tarafından üretilen “Son yolculuğuna uğurlandı” ya da “Ebedi istirahatgahına defnedildi” cümleleri yerine mü’minlerin ahiret inançlarının pekişmesine imkân sağlayacak tarzda cümleler kurulmalıdır. Mesela, “Ebedî hayata intikal etti”, “Ebedi âleme göç etti”, “Dünya hayatını tamamladı”, “Ahiret yolculuğuna başladı”, “Rabbine kavuştu” ve benzeri ifadelerin kullanılması çok daha doğru olacaktır.
Ayrıca belirtelim ki, kabir bir istirahat yeri değildir. Zira burada kafirler için dinlenmek/rahatlamak söz konusu değildir. Cesed kabirde kalırken ruh ise ruhlar âlemindeki yerini alacak; iyi ruhlar sevinci ve mutluluğu hissederken kötü ruhlar ise tam tersini yaşayacak, adeta kâbus görüyormuş gibi korkacaklardır. Dolayısıyla kabir hayatı kötü ruhlar için bir ıstırahatgâh değil acı ve ızdırabın ruhta derinden hissedildiği elem ve sıkıntı dolu bekleme salonudur.
Bu nedenle bir ölüm haberi topluma aktarılırken teklif ettiğimiz şekilde ifadelerin kullanılması doğru olacaktır. Zira bu şekilde ifade etmek, hem Kur’ân’a hem de sahih sünnete daha uygundur.
Özetle, medyanın kullandığı dil konusunda gerekli tedbir, dikkat ve özeni göstermeyenlerin, her duyduklarına hemen inanıp kabullenenlerin, algı dünyalarının ağır şekilde tahrip edilmesine göz yumanların, gelecek nesillere sağlıklı din anlayışı devretme endişesi taşımayanların ve “son yolculuk” vb. ifade tarzlarını kanıksayarak ahiret inançlarını problemli hale getirenlerin çok ama çok dikkatli olmaları gerekmektedir.
Diğer taraftan bu ve benzeri konularda her şeyden habersiz olan müslüman halkı bilinçlendirmeyen ve bu konuları gündemlerine dahi almayan din görevlileri de sorumlu olacaklarını bilmelidirler. Zira halkımızı din konusunda aydınlatma görevini üstlenenlere (emekli ya da halen görevde olanlara) bu ve benzeri hususlarda büyük bir sorumluluk düşmektedir. Vaaz ve sohbetlerinde hikâye, mitoloji, masal ve uydurma haberlerle milleti uyutan, dinin özünü anlatma yerine şekle ve görünüşe daha fazla önem veren, Kur’ân’ın ilkelerini özümseyerek asıl işlerini doğru dürüst yapmayan, yapanları ise insafsızca ve acımasızca suçlayan, onlara pervasızca saldıran bu tür din anlatıcılarının derhal kendilerine gelmeleri, asıl işlerine odaklanmaları ve yapılan yanlışlara cesur şekilde karşı çıkıp seslerini yükseltmeleri gerekmektedir.[6]
Sonuç olarak, kendilerini derin, kapsamlı, kuşatıcı ve uzun soluklu düşünmeye ve sorumluluklarının gereğini hakkıyla yerine getirmeye davet edenlere delilsiz ve mesnetsiz şekilde karşı çıkarak “Biz atalarımızdan böyle gördük!”[7], “Değişmeyiz ve değiştirtmeyiz!” diyenlerin Kur’ân’ı da Hz. Muhammed’in sahih sünnetini de doğru anlamaları kendi yararlarına olacaktır. (22.07.2011)
[1] el-Mü’minun 23/99-100.
[2] Yasin 36/51.
[3] el-Kamer 54/6-8.
[4] el-Kehf 18/98-102.
[5] el-Mü’minun 23/102-104.
[6] el-Mâide 5/54.
[7] el-Bakara 2/170; Hûd 11/109.