Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Pasif Müslümanlığı Tercih Etmek Kaybettirir!

A+A-

Hakiki müslüman olduğunu iddia eden acaba dinini bilinçli bir tercih sonucu mu seçmiştir? Bilerek ve isteyerek mi İslam’a girmiştir? Yaşadığı toplumun ve ailesinin İslam’ı seçmesinde rolü olmuş mudur? Müslümanlığı benimsemiş görünmek müslüman olmak için yeterli midir? Kur’an’ın ilkelerinden habersiz birisi kulaktan dolma bilgilerle İslam’ı ne kadar doğru öğrenebilir, yaşayabilir ve tüm dünyaya örnek olabilir? Peygamberini yeterince tanıyamamış bir müslüman ne kadar İslam’ı temsil edebilir? Peygamberi doğru tanımamış, şeklen ona benzemeyi yeterli gören, ama onun gibi mükemmel ahlakı olmayan birisi nasıl onun ümmetinden olduğunu iddia edebilir?

Bu ve benzeri sorular elbette çoğaltılabilir. Ancak söz konusu soruların hepsinin cevabı Kur’an ve sahih sünnette mevcuttur. İnsana düşen bu iki temel kaynağı doğru anlamak için ciddi çaba göstermektir. Bunun gereğini yerine getirmeyenin “çevresini, kaderi, dönemi, şartları, zamanı ya da üçüncü şahısları vs. suçlaması” sadece kendini aldatmasıdır.

Dolayısıyla pasif/cahil müslümanlığı tercih etmek kişiye kesinlikle kaybettirir. Zira sadece belli bazı ibadetleri yapmayı yeterli gören ve kulluğun amacını, anlamını ve gayesini öğrenmeyen örnek müslüman olamaz.

Kur’an’da ifade edilen İslam’ın temel ilkelerinin amacını, maksadını, gayesini ve hedefini kavramak yerine onu dar anlamda “sadece belli ibadetlere ya da yanlış, temelsiz ve sağlıksız bir din anlayışına” indirgeyenler yanılmaktadır. Zira İslam, hayatın bütün alanlarını kuşatan temel prensipleri muhtevi son mükemmel dindir. (Maide, 5/3)

Bu dinin akaid, ahlak, ibadet, muamelat şeklinde olması gereken değerler hiyerarşisini ters yüz ederek dini yanlış tanıtmak büyük bir sorumluluğu üstlenmektir. Bu tür anlayışlar uzun vadede kişiye ve İslam toplumuna kaybettirir; gayr-i müslimlerin İslam’dan soğumasına/ uzaklaşmasına neden olur. Nitekim hem geçmişte hem de günümüzde yaşananlar İslam’ın doğru anlaşılıp temsil edilemediğinin bir delilidir. İslam denilince sadece belli bazı ibadetleri yapmayı yeterli gören, ubudiyeti ihmal eden, İslam’ın iki temel kaynağının amacını ve gayesini göz ardı eden “din anlayışı” kesinlikle sakattır.

Geçmiş yüzyılların ihtiyaçları göz önüne alınarak ve o zamanın şartlarında üretilmiş, günümüz gerçekliğiyle de hiçbir ilgisi kalmamış “bazı din yorumlarını” ısrarla savunmak, tutarlı içtihatlar yapılmasını engellemek, günümüze ışık tutmayan ve faydası olmayan bazı ictihatları “din” zannedip dört elle sarılmak kesinlikle doğru değildir. Dolayısıyla günümüz müslümanlarının asıl, önemli ve acil ihtiyacı, bu çağın şartlarının esas alındığı “güncel/aktüel” din yorumlarıdır; bir başka ifadeyle güvenilir dini bilgiye dayanılarak sağlam muhakeme ışığında üretilmiş sağlıklı içtihatlar ve din anlayışlarıdır.

Sadece namaz kılıp oruç tutan, ama çevresinde ve dış dünyada olup bitenleri seyreden, kendi kendine söylenen “pasif” müslüman tipi yerine, kıldığı namazdan ve tuttuğu oruçtan ilham ve kuvvet alarak çevresindeki ve dış dünyasındaki olaylara müdahale eden, harekete geçen ve en üstün mücadeleyi ortaya koyan “aktif” müslüman modeline geçmek zaruridir. Bunu başarmak dinin doğru bilgisini sağlam muhakeme ışığında öğrenmekle, öğrenilenleri eksiksiz uygulamakla mümkün olabilir.

Bu çağda eğer İslam hâkim değil mahkûm ise, özne değil nesne ise, İslam dünyası ciddi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel meydan okuma ve tehditlere maruz kalmışsa, bütün bu krizleri aşmanın yolu, İslam’ı doğru anlamaktan, hakikati ortaya koyan kaliteli çalışmalar yapmaktan geçer. Kur’an merkezli, Kur’an-sünnet bütünlüğünü ve uyumunu esas alan akademik yayınlar üretmekten, bunları desteklemekten ve tüm dünyaya duyurmaktan geçer. İşte bütün bu hedefleri gerçekleştirmek için çaba sarf etmeyen, kılını dahi kıpırdatmayan, gaflet uykusundaki “pasif müslümanları” bekleyen tehlike çok ama çok büyüktür.

Pasif müslümanların genellikle akaid-kelam ve ahlak alanındaki bilgilerinin çok yetersiz olduğu ve bunun doğal bir sonucu olarak da dinin diğer emir ve prensiplerini doğru şekilde kavrayamadıkları ortadadır. Zira genel anlamda ağırlığı ibadetlerin yapılış şekline ve gereksiz detaylara veren bir anlayış ubudiyetin diğer unsurlarını, imanın sağlamlaştırılmasını ve ahlakın kemale erdirilmesini ihmal etmiştir. Bu durum, İslam âleminin içinde bulunduğu bugünkü acı durumun en önemli nedenlerinden sadece birisidir.

Oysa İslam, her zaman Yüce Allah’ın koyduğu sınırlara (hudûdullah) riayet edilmesini (Bakara, 2/229-230; Mücadele, 4; Talak, 1; Tevbe, 9/112; Nisa, 4/13; Maide, 5/87), bu sınırların doğru anlaşılmasını ve Allah’ın ayetlerinin (hakikati içinde barındıran şaşmaz ilkelerinin) az bir pahaya satılmamasını emretmektedir. (Maide, 5/44; Nahl, 16/95; ayrıca bkz. Bakara, 2/41, 174; Al-i İmran, 3/199) 

Âyette geçen “O’nun ayetlerini az bir pahaya satmak” ifadesini “hafızların Kur’an’ı para karşılığında okuyup satmaları” şeklinde anlamak ve açıklamak, basit, kolay ve ucuz bir yaklaşımdır; büyük resmi görmemektir; teferruatla uğraşırken özden uzaklaşmaktır. Burada Kur’an’ın kast ettiği şey, “Allah’ın koyduğu bütün ilkelere (hudûdullah/adetullah/sünnetullah) değer verilmemesi ve dünyanın geçici güzellikleri uğruna bunların feda edilmemesi” gerektiğidir. Bir başka ifadeyle, “O’nun ayetlerini az bir pahaya satmak” demek, dünyaya dalarak hak ve adaletten uzaklaşmak, insanlar için vaz’ edilmiş bütün ilahi prensiplerine sırtını dönmek ve Yüce Yaratıcıya isyan etmek” demektir.

Dünyanın geçici güzellikleri uğruna bütün bu ilkeleri göz ardı eden, emaneti ehline vermeyen, adaleti ayaklar altına alan, işin kolayına kaçan, sorumluluk almaktan uzaklaşan pasif müslümanların ya da doğru düşünmeyi terk eden bütün insanların yanlış yaptıkları ortadadır. Kendilerine gönderilen son ilahi kitabın mesajını doğru kavrayamadıkları, şeytana ve taraftarlarına uyarak haktan uzaklaştıkları ve böylece Allah’ın ayetlerini az bir dünyalık uğruna sattıkları açıktır. Görüldüğü üzere âyette bahsedilen husus sadece müslümanları değil “tüm insanlığı” ilgilendirmektedir.

Sonuç olarak, sağlıklı bir din anlayışının egemen olması ve “tarihin nesnesi değil öznesi olan genç müslümanların yetişmesi” için pasif müslümanların yeniden kendilerini sorgulamaları ve İslam’ın temel ilkelerine dönmeleri kaçınılmazdır. Bu hususta herkes üzerinde düşen vazifeyi yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde pasif müslümanlığı tercih etmek kişiye hem bu dünyada hem de ahirette kaybettirir. Çare, İslam’ın şaşmaz ilkelerini sağlıklı tefekkürün hakkını vererek öğrenmek ve eksiksiz uygulamaktır. (04.06.2010)

Önceki ve Sonraki Yazılar