Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Özgürlük, Sorumluluk ve Kanser Hücresi

A+A-

Modernizm’in sunduğu özgürlük tanımında “Canının istediğini yap! Zincirleri kır! Duvarları yık! Özgür ol! Çünkü sen özgür bir bireysin! Kimse sana sınır koyamaz! Kimse sana karışamaz! Hayatını yaşa! Keyfine bak!” anlayışının hâkim olduğu görülmektedir. Bu sakat anlayış, özgürlük kılıfı altında şehevânî arzuların ve şeytânî dürtülerin yerine getirilmesini tavsiye etmekte ve söz konusu sloganik cümlelerle insanların bilinçaltlarına yanlış mesajlar verilmektedir. Bu sözlerin sahte cazibesi kapılanlar ise sorumluluklarını rafa kaldırdıkları için manevî anlamda felaket üstüne felaket yaşamaktadır.

Oysa çocuğun veya gencin her istediğini yapmak, ona sınırsız özgürlük tanımak onu “kural tanımaz bir kişiliğe” büründürür. Sürekli kendisine hizmet edilmesini bekleyen ve başkalarının dikkatini çekmeyi amaç edinen böyle bencil birey, ailesiyle ve toplumla sosyal ilişki kuramaz, sorumluluk bilinci geliştiremez, problem üstüne problem yaşar. 

Sağlıklı birey sınırsız özgürlükle değil “dengeli bir disiplinle” yetiştirilir. Bu nedenle “özgürlük ve sorumluluk” arasında mutlaka denge şarttır. Bu denge günümüzde fazlasıyla bozulmuştur. Çünkü Hümanizm (insanı tanrı yerine koyan ideoloji/batıl din); “Eğlenmek senin hakkındır, eğer canının istediğini şeyleri yapamıyor, zevklerini tatmin edemiyorsan özgür değilsin!” anlayışını gençlerin zihinlerine sürekli empoze etmektedir. “Zevklerini kısıtlayan her şeyi özgürlüğünü kısıtlayan unsur” olarak algılayan gençler ise sağlıklı düşünememekte, gelecek planları yapamamakta ve çok yanlış kararlar alabilmektedir.

Mesela yeni yetişmekte olan genç kendisine söylenen “Hayır! Olmaz” sözcüğünü “özgürlüğüne vurulmuş bir darbe” olarak görmekte, ailesiyle ve toplumla çatışmakta, öğretmenlerinin sözlerini dinlememekte, böylece giderek yalnızlaşmakta, özgürleşmek isterken mutsuz olmakta, sonra da huzuru yanlış yerlerde, sanal âlemde veya sentetik uyuşturucularda (bonzai vs.) aramaktadır. Dolayısıyla bu tür sorunları çözmek isteyenler meselenin kökenine inmek zorundadır. Kanaatimizce bu gerçeği anlamak istemeyen, söz konusu “sakat özgürlük anlayışının” toplumu getirdiği noktayı görmemekte ısrar eden ve gereken tedbirlerin alınmasını geciktirenler/engelleyenler çok büyük bir yanlış yapmaktadır.

Konuyla ilgili Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın şu çarpıcı tespitleri iyi niyetle çözüm arayanlara yol ve ufuk gösterici niteliktedir:

“Vücuttaki en özgür hücre hangisidir?” diye sorsak cevabımız; “kanser hücresi” olur. Çünkü kanser hücresi yanındaki hücreyi yutar, vücuda giren kan şekerini diğer hücrelerin üç beş misli daha fazla tüketir. Hızla büyür. Çünkü özgürdür. Ama burada sorumsuz ve şeytânî bir özgürlük vardır. O derece özgürdür ki büyür de büyür, bütün dokuları yok eder ve vücutla birlikte en sonunda kendisi de ölür. İşte bu, sınırsız, narsistik bir özgürlüktür.

Bencil insan da böyledir. Hep kendini önemser, kendini merkeze alır. Özgürlükleri kendine göre yorumlar. Hak duygusunda da kendine öncelik verir. Kendini birinci planda tutar. Eşiyle problem yaşadığı zaman; “Dünyaya bir defa geldim” der ve evliliği bitirir.  İşyerinde kendi çıkarına uymayan bir şey olduğunda “Benim özgürlüğümü kısıtlıyor” der ve onu reddeder. İşte bu, narsistik kişilik yapılanmasıdır. Bunlar sosyal dokudaki kanser hücresi gibidir. Eğer bunlara sınır koymazsak; “Yanlış yapıyorsun!” demezsek gittikçe büyürler.

Aynı şekilde “Özgürlüğü var!” diyerek çocuğun her dediğini yaparsanız, onu küçük bir hükümdara dönüştürürsünüz. Küçük bir “canavar” olur. Çocuğun her istediğini yapmak ona özgürlüğünü vermek demek değildir. Anne-babanın amacı, çocuğu o an mutlu etmek değil, onu geleceğe hazırlamaktır. Çocuğun orta ve uzun vadeli mutluluğunu düşünmektir.

İnsan bencilce bir özgürlüğü yücelttiği zaman “anlık mutluluğu” düşünür. Ama üç sene, beş sene sonraki mutluluğu hesaba katmaz. Tıpkı kanser hücresi gibi o anki isteklerini tatmin etme peşindedir. Altı ay, bir sene sona kendi vücudunu öldüreceğini düşünmez bile.” [1]

Görüldüğü üzere kurallara uymak, sorumluluk sahibi olmak ve uzun vadeli planlar yapmak özgürlüğe engel değildir. Şurası unutulmamalıdır ki özgürlüğün de bir sınırı vardır. Sağlıklı insan, kurallara uyduğu zaman özgürlüğünün kısıtlandığını düşünmez ve düşünmemelidir. Aksi halde canının her istediğini yapan kişi tıpkı kanser hücresi gibi davranır; orta ve uzun vadede maddî ve manevî olarak kendini tüketir/bitirir.

Şeytânî sese kulak vermek ve onun her dediğini yapmak, kanser hücresini özgür bırakmak ve onun hoşuna giden şekerli gıdaları ona vermek gibidir. Böyle yapan kimse, kendi sonunu kendisi hazırlar ve kendine yazık eder. Dolayısıyla sınırsız özgürlük ile kanser hücresi arasındaki bu paralelliği anlamak ve akl-ı selim ile hareket etmek gerekir. Bu büyük mücadelede ümitsizliğe kapılan ve vesvâsi’l-hannâs’ın etkisine giren kaybeder.

Bir başka ifadeyle, özgür iradesini “sadrındaki/göğsündeki şeytanın çağrıları” istikametinde kullanarak nefsin kötülük yapma potansiyelini harekete geçiren kendine yazık eder. Çünkü şeytan, her insanın içinde bir tanedir ve “kanın damarlarda dolaştığı gibi” sürekli dolaşır ve vesvese verir. Nitekim Nas Sûresi’nde hem görünmeyen “şeytana/İblis’e” hem de görünen “insan şeytanlarına” dikkat çekilmekte ve bu sinsi ayartıcılara/düşmanlara karşı müteyakkız olunması tavsiye edilmektedir:

De ki: (Gerek görünen varlık olan şeytanlaşmış) insanlardan ve (gerekse) görünmeyen varlıklardan (olup da) insanların sadırlarında/göğüslerinde (sürekli) onlara (kötü düşünceler) fısıldayan sinsi ayartıcının (insanın nefsine kodlanmış takvâ programına değil de, fucûr yazılımına göre hareket etmesini isteyen çok iyi gizlenmiş şeytânî sesin) şerrinden (bitip tükenmek bilmeyen tuzaklarından, hile ve desiselerinden, süslü yalanlarından, yanlış yönlendirmelerinden, dürtüklemelerinden ve kışkırtmalarından) insanların Rabbine, insanların Melikine, insanların İlâhına sığınırım.”[2]

Görüldüğü üzere insanı kandırmaya ve ayartmaya çalışan, bunun için de sürekli ilginç öneri ve tekliflerde bulunan, yanlışlarını doğru, yerinde, isabetli, uygun ve haklı gösteren ve insanın apaçık düşmanı olduğu Kur’ân’da haber verilen şeytan/vesvâsi’l-hannâs/garûr/İblis, insanın dışında başka bir yerde değil bizzat her insanın kendi sadrında/göğsündedir. Onu düşman bellemeyip özgür bırakan ve her dediğini yapan insan kaybetmeye mahkûmdur.

Sonuç olarak, “zevkleri kısıtlayan her şeyi özgürlüğü kısıtlayan bir unsur” olarak algılamak son derece yanlıştır. Modernizmin ve Hümanizmin bu sakat anlayışını “hayat prensibi” haline getirenler büyük hata yapar. Sağlıklı nesiller yetiştirmek için özgürlüğü ve sorumluluğu doğru tanımlamak ve bunu gençlere doğru öğretmek gerekir. Bu konuda başta aileler olmak üzere, tüm eğitimcilere, medyaya ve yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Bu vazifelerini ihmal edenler içki, uyuşturucu ve kumar gibi kötü alışkanlıklara kapılan genç nesiller için kıllarını kıpırdatmayanlar sorumsuz insanlardır. Bu gibilerin vurdumduymazlıklarının olumsuz sonuçlarıyla karşılaştıklarında gözyaşı dökmeye hakları yoktur. Dökseler de sağlıklı tefekkür yapanlar nezdinde bunun hiçbir anlamı olmaz. Çünkü onlar geçmişte kendilerine yapılan uyarılara “ukalaca kulak tıkamış”, sırıtmış ve “küstahça tavırlar” takınmışlardır. Bunun bedelini hem bu dünyada hem de ahirette er ya da geç ödediklerinde ise suçlamaları gereken sadece ve sadece kendileri olacaktır. (05.09.2014)

 


[1] Nevzat Tarhan, Mesnevî Terapi, (İstanbul: Timaş Yayınları, 2012), s. 59-60.

[2] en-Nâs 114/1-6.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.