Onur İntiharı ve Kader
“Bir insan kendi kaderini kendisi mi belirler?” sorusunun cevabı şudur: İnsanın kaderini büyük oranda belirleyen/şekillendiren kendi eğilim ve davranışlarıdır; sözleri, düşünceleri, karakteri, kişiliği ve yapıp ettikleridir; hayata bakışı, samimiyeti, ettiği duaları ve aldığı beddualarıdır.
Çünkü âyet-i kerimede açıkça “Biz her insanın kaderini kendi boynuna dolamışızdır” (İsrâ, 17/13-15) buyurulmaktadır. Yani; herkes kendi kararını kendisi vermekte bu nedenle de yaptıklarının sonuçlarına katlanmak durumundadır.
Bir örnekle konuyu açıklamaya çalışalım.
Birisi hukuka ve ahlâka aykırı yaptığı işler nedeniyle köşeye sıkıştığını, artık kaçıp kurtulmasının mümkün olmadığını anlayınca beynine silahı dayamış, tetiği çekmiş, kendi kaderini kendisi şekillendirmiş; intihar etmiş ve yaşamına son vermiştir. Zira tetiği çeken kendisidir ve kendi sonunu kendisi hazırlamıştır. Bu kimsenin ahiret günü hiçbir kimseyi suçlamaya hakkı yoktur.
Yapılan bu eylem, “önceden yazılmış alınyazısı” veya “kader” değildir; zira kader an be an şekillenir; bu, düpedüz bilinçli bir cinayettir. Zira katil kararını vermiş, tetiği çekmiş ve kendi canına bilerek ve isteyerek kendisi kıymıştır.
Diğer taraftan İslam’da “onur intiharı” diye bir şey asla yoktur. Bu başka milletlere ait yanlış bir uygulamadır. İslam’a göre Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır. “Onuru için intihar etti” gibi bir düşünce veya yaklaşım İslam’ın genel ilkeleriyle hiçbir surette bağdaşmaz. Bağdaşacağı iddiasındakiler çakma ilahiyatçılar veya hoca müsveddeleridir. Çünkü Hz. Yusuf ve Hz. Âişe de uğradıkları iftiralar sonucu “onur intiharını” değil, azim ve kararlılıkla mücadeleyi seçmişlerdir. Nitekim bu durumu bizzat Kur’an-ı Kerim haber vermiştir. (Nur, 24/11-18; Yusuf, 12/50-57)
Dolayısıyla iftiraya maruz kalanların mücadele etmek yerine intiharı tercih etmeleri Kur’an-ı Kerim’e ve sahih sünnete aykırıdır. Zira haklı olduğuna inanan, intihar etmez; Hz. Yusuf gibi sonuna kadar onurlu mücadelesini sürdürür ve hukuk önünde aklanmak için bütün gücünü ve imkânlarını seferber eder.
Bu konuda örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak şu da bir gerçektir ki, hangi nedenle olursa olsun intihar edenler Allah katında mesuldür.
Zira Allah Teâlâ onların bu tercihlerine hiçbir şekilde müdahale etmemiştir. Şu gerçeği artık kâfirlerin de münafıkların da müşriklerin de müslümanların da bilmesi gerekir ki hayrı ve şerri yaratan Yüce Allah’tır, ama tercih tamamen kula aittir; dolayısıyla kul, iyi veya kötü neyi tercih etmişse bunun sonucuna ahiret günü katlanmak durumundadır.
Öte yandan intihar edenlerin cenaze namazlarının kılınmaması gerektiğini söyleyen İslam âlimleri az da olsa vardır. Kanaatimizce intiharı seçerek kendi yaşamlarını sonlandıran kimselerin cenazeleri yıkanmadan ve namazları da kılınmadan defnedilmeleri halinde ülkemizde intihar oranları daha da azaltır.
Zira ileride intiharı düşünecek olanların “cenazelerinin yıkanmayacağını ve namazlarının kılınmayacağını; kaldı ki yıkansalar ve cenaze namazları kılınsa dahi bu yapılanların ahirette onlara hiçbir yarar sağlamayacağını” şimdiden bilmeleri, hatadan dönmelerine olumlu katkı sağlayabilir.
Bu bakımdan kendilerine bahşedilen ömürlerinin kıymetini bilmeyerek intiharı seçecek olanlar Yüce Allah’ı suçlamak yerine kendileriyle yüzleşmelidir. Yukarıda verilen örnekte olduğu gibi intihar edenlerin bu yaptıkları, “günaha yatkınlık oluşturan zihinsel tavırlarının”, kendi özgür iradelerinin ve ısrarla yaptıkları bilinçli kötü tercihlerin bir ürünüdür/sonucudur.
Sonuç olarak, Yüce Allah’ın kendisine emanet verdiği canını bilerek ve isteyerek tehlikeye atan, bunun şartlarını çok önceden söylem ve eylemleriyle hazırlayan, kendi kaderini bizzat kendisi çizmiştir. Böyle bir kimsenin öbür dünyada kendisini savunacak haklı hiçbir delili yoktur. Dolayısıyla “sözde onur intiharını” tercih ederek hayatlarını sonlandıranlar “ebedi cehennemlik olduklarını ve orada ebediyen kalacaklarını” bilmelidir. (08.03.2010).