Öğrenci Evleri Meselesi
İslâm'a göre ev, “nikâh bağı ile birbirine bağlı çiftin ve yakınlarının oturdukları mekân, yuva ve barınak” manasına gelir. Kız ve erkek öğrencilerin resmi nikâhları olmadığı halde “öğrenci evleri” diye isimlendirilen evlerde birlikte yaşamaları İslâm ahlâk anlayışına aykırıdır. Zira bu, yukarıdaki tanımdan da rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla gerekli hukukî şartları taşımayan, terör ve fuhuş yuvası olarak kullanılan bazı öğrenci/örgüt evlerinin devlet tarafından denetlenmesi bir zorunluluktur. Toplumun huzur ve refahı için böyle evlere önleyici tedbir olarak müsaade edilmemesi gerekir.
Eğer nikâhsız bir çiftin yaşadığı yahut kız ve erkek öğrencilerin birlikte kaldığı bir evde ülke için tehlikeli faaliyetler yapılıyorsa, bu konuda ciddi şüphe ve bilgiler varsa bu evler denetlenebilir, gayr-i meşru fiiller engellenebilir ve failler cezalandırılabilir. Zira hukuk devleti olmanın, kötülükleri ve suçu önlemenin, su-i misale müsaade etmemenin ve vatandaşların huzur ve emniyetini temin etmenin gereği budur.
Batılı sömürgeci güçlerin kendi ahlâk anlayışlarına göre 18 yaşını doldurmuş bir kız ile erkeğin aynı evde birlikte yaşamaları, cinsel ilişkide bulunmaları, hatta çocuk sahibi olmaları normaldir. Zira onların savunduğu “muharref dinî ve ahlâkî değerler sisteminde” böyle bir günah kavramı yoktur; ayıp kavramı ise görecelidir. Oysa bu düşüncenin İslâm ahlâk anlayışıyla bağdaşmadığı ve çeliştiği açıktır. Böyle çarpık bir düzeni savunduğu halde hâlâ müslüman olduğunu iddia eden kişinin dinini ciddiye almadığı ve kâfirlerin değer yargılarını sahiplenip savunduğu açıktır. Çünkü Kur’ân, kâfirlerin dost edinilmemesini isterken onların “değer yargılarının/yaşam tarzlarının” sahiplenilmemesini kast etmektedir. Yoksa onlarla stratejik işbirliği, diyalog veya ticaret yapmayı kast etmemektedir.
Bazı gençlerin “O senin ahlâkın, bana kendi ahlâkını dayatamazsın” diyerek İslâm ahlâk anlayışına karşı çıkmaları ve özgürlük adına ahlâksızlığı savunmaları kendileri açısından normaldir. Ancak böyle tiplerin açıkça gerçeği söylemeleri ve müslüman olmadıklarını, Yüce Allah’a inanmadıklarını, dinî ve ahlâkî hiçbir endişe taşımadıklarını söylemeleri daha uygundur. Hem müslüman olduğunu söylemek hem de bu tür düşünceleri savunmak yanlıştır. İslâm’ın prensiplerini herkes kendi kafasına göre yorumlayamaz. Açıkça ve mertçe gerçeği söylemek daha erdemlidir. Ayrıca toplumun değerlerini küçümsemeye, dinî ilkelerle alay etmeye, bunları tahkir ve tezyif etmeye ve nefret suçu işlemeye de kimsenin hakkı yoktur. Böyle yapanların cezalandırılması hukuk devleti olmanın tabiî bir gereğidir.
Öte yandan aileyi tehdit eden bu gelişmeleri sadece seyretmek ve bir şey yapmadan oturmak doğru değildir. Bugün bazı filmlerde, bir takım tv programlarında ve “yasadışı örgütlerin öğrenci evlerinde” şu düşünceler hem kız hem de erkek öğrencilere empoze edilmekte ve beyinler yıkanmaktadır: “Ben artık on sekiz yaşımı doldurdum, bana ailem karışamaz, özel hayatıma kimse müdahale edemez, istediğim kimseyle kalır ve kanun yasaklamadıkça istediğimi yaparım, asıl yanlış olan bu özgürlüğe karşı çıkmaktır…”
Böyle söyleyenler bana yıllar önce “evli iki sözde sanatçının” şu laflarını hatırlattı. O günlerde bir muhabir sözde erkek sanatçıya şöyle sormuştu: “Karınızın sanat için bir başka erkekle öpüşmesi, sevişmesi ve aynı yatağa girmesi konusunda ne dersiniz? Yoksa eşinizi kıskanır mısınız”? Komiklikler yapmakla mahir o sözde sanatçı cevap verdi kahkaha atarak: “Eğer karım bunu sanat için yapacaksa bunda hiçbir sakınca yok. Tabi ki bir başka erkekle yatağa girebilir, müstehcen sahnelerde rol alabilir, sevişebilir, öpüşebilir. Gayet normal bir durum bu; çünkü biz çağdaş bir aileyiz; ben eşimi kıskanmam. Kıskançlık gericiliktir, yobazlıktır.”
İçimden; “Acaba bu ahlâksızlar ne zaman boşanacaklar ve nasıl bir hayat sürecekler çok merak ediyorum, bunları takip edeceğim, bakalım neler olacak?” demiştim. Aradan daha iki yıl geçmemişti ki medyada bir haber duyuldu. Bu iki “sözde sanatçı” boşanmışlardı. Şiddetli geçimsizlik, sadakatsizlik, uyuşturucu ve alkol bu ahlâksızların “çok seviyeli(!) ilişkilerini/birlikteliklerini” bitirmişti. Şaşırmamıştım, çünkü bekliyordum böyle bir haberi. İffetsizlik, onursuzluk, ihanet ve sadece erotik duygular üzerine kurulan böyle bir çıkar/menfaat ilişkisinin yürümeyeceği zaten belliydi. Şu an her ikisini de hâlâ izlemekteyim; ikisi de hayattalar, hâlâ birbirlerinden ayrılar. Biri iyice kendini alkole vermiş borç batağında yüzüyor, icralık ve polis merkezlerinde sabahlıyor. Diğeri ise ihtiyarladığı halde ahlâksızca yaşamaya ve zamparalıklarına devam ediyor. O ikisi kendilerine verilen mühleti böylece tüketiyor, tövbeye bile yanaşmıyorlar. Şimdi soruyorum: “Bunlar mı topluma örnek olacak sanatçılar?” “Ve cevap veriyorum: Hadi canım sen de!!! Yürü git işine!!! Hadiiii!!!”
Dolayısıyla hem böyle söyleyen gençlere hem de bu tür sözde sanatçılara itibar etmemek gerekir. Zira bu zavallıları birileri kullanmakta, onlara bazı maddî imkânlar sunmakta, daha sonra işleri bitince bir kâğıt mendil gibi buruşturup bir kenara atmaktadır. Bu itibarla, söz konusu tavırlar ve söylemler İslâm ahlâk anlayışına terstir. Bir özgürlüğün kötüye kullanılmasıdır. Çünkü böyle bir düşünceyi savunanların gayr-i meşrû yollardan dünyaya getirdikleri bebeklerini öldürmeleri, tuvalete atmaları, bebeğin kafasını kopartıp buzdolabında saklamaları, açlığa terk ederek ölümüne sebebiyet vermeleri, poşete koyup cami avlusuna atmaları, evde yalnız başına ölüme terk edip tatile çıkmaları bir vakıadır. Tüm bunlar bu ülkede yaşanmıştır.
Dolayısıyla bu fecaatler karşısında sadece üzülmekle yetinmek, ancak bu kötü gidişe dur dememek büyük bir vebaldir. Ayrıca böyle bir umursamazlık ve vurdumduymazlık Kur’ân’ın “iyiliği emredip, kötülüğü yasaklama” emrine karşı gelmektir ki bu da büyük bir yanlıştır. Bu nedenle İslâmî değerlere alenen hakaret eden böyle kimselere karşı uyarı görevini yapmak kadın-erkek her mü’mine düşer. Zira haksızlıklar karşısında susmak dilsiz şeytan olmayı kabullenmektir.
Sonuç olarak, İslâm ahlâk anlayışına göre nikâhsız birliktelik yanlıştır ve çok büyük bir günahtır. Medyada yansıtıldığı şekliyle “Büyük bir aşk yaşıyorlar”, “Yeni bir aşka daha yelken açtılar”, “Seviyeli birliktelik yaşıyorlar”, “Yaz aşkları”, “Evlilik aşkı öldürüyor canım!” gibi kalıp cümlelerle gençlerin beyinlerini yıkamak, bu laflarla saf zihinleri kirletmek, bu tür pislikleri yapmaya teşvik etmek, zinayı meşru ve haklı göstermek doğru değildir. Tüm bunlar karşısında “nesli, aileyi ve toplumu koruma” görevi devletindir. Ayrıca bu konuda herkese vazife düşmektedir. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyen bir kimsenin ilerleyen yıllarda büyük acılar yaşaması kaçınılmazdır. Zira böyle diyen “çağdaş bir adam veya kadın”, günün birinde bu tür faaliyetlerin icra edildiği terör örgütüne ait bir eve yakın komşu olabilir ve bu ev nedeniyle çok ciddi zararlara maruz kalabilir. Patlayan bombalar nedeniyle canlarından olabilir veya sakat kalabilir. Yahut kızının veya oğlunun böyle bir evde başkalarıyla düşüp kalktığını, zina ettiğini, yasadışı örgütlerin oyuncağı olduğunu, “intihar bombacısı” olmak üzere kandırıldığını, bir eylemde kullanılarak öldürüldüğünü veya hapse düştüğünü öğrenebilir. Dolayısıyla herkesin çok dikkatli olması gerekir. Çünkü böyle ahlâksız birliktelikleri ve yasadışı işleri “özgürlük” bahanesinin arkasına saklanarak geçmiş yıllarda körü körüne savunanlar, kuvvetle muhtemel aynı sıkıntılara maruz kalabilir. İşte bu gibi kimselerin söz konusu türden felaketlerle karşılaşmamaları için kötülükleri engelleme konusunda üzerlerine düşen vazifeyi yapmaları gerekir. Aksi halde böyle bir sonla karşılaştıklarında ağlamaya, üzülmeye ve sızlanmaya hakları yoktur. Çünkü bu sonu kendi söylem, tavır, duruş, karakter ve kişilikleriyle çok önceden hazırlamışlardır. Bu itibarla, suçlamaları gereken “şeytan”, “nefis”, “felek” ya da “kader” değil, bizzat kendileridir; geçmişte yapıp ettikleridir; büyük konuşmalarıdır; düşünmeden söyledikleri sözlerdir. Kötülükleri sahiplenip savunmalarıdır. Sahte değerlerin peşinden gitmeleridir. Zan, ön yargı, taassup ve taklidin körü körüne takipçisi ve destekçisi olmalarıdır. (06.12.2013)