Neden mütevazı olmalıyız?
Tevâzû, insanlara karşı alçak gönüllü olmak, kibirlenip böbürlenmekten sakınmak anlamına gelen ahlâkî bir terimdir. Kur’an-ı Kerim, dürüst ve erdemli kulların özelliklerinden bahsederken onların yeryüzünde tevâzû içinde yürüdüklerini ifade etmektedir.[1]
Hz. Peygamber mütevâzî olmayı değişmez bir davranış kuralı olarak benimsemiştir. Onun Müslümanlar tarafından çok sevilmesinde, alçak gönüllülüğünün rolü çok büyüktür.[2] Nitekim bütün peygamberler hep alçak gönüllü kimseler olmuşlardır.
Bununla birlikte şunu da ifade edelim ki, mütevâzı olacağız derken, izzet-i nefsi zedeleyecek şekilde hor ve hakir bir duruma düşmek de İslam ahlakıyla bağdaşmaz.
Çünkü mü’minin şerefi yücedir[3] ve her mü’min, bu onurunu korumak zorundadır. Bu nedenle de kendisini küçük düşürecek davranışlardan kaçınması gerekir.
Tevâzuun zıddı, kendini beğenerek “gurur ve kibire” kapılmaktır. Bu da çok tehlikeli bir durumdur. Kibir, bütün kötü huyların en başında gelir. Çünkü kibir, insanlar arasında kin doğurur; toplumsal uzlaşma ve kaynaşmayı baltalar; dostların gönüllerine nefret sokar.[4]
Bu itibarla Hz. Peygamber, kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kişinin cennete giremeyeceğini haber vererek “bu kötü huydan” mü’minleri sakındırmıştır.[5]
Çünkü kibir, cennetin tüm kapılarını kapatır. Kendinin beğenen bir insan kendisi için istediğini başkaları için istemez; sadece ve sadece kendisini düşünür.
Bu durumda Hz. Peygamber’in şu ikazı geçerli olur. “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İman etmedikçe de cennete giremezsiniz.”[6]
Dolayısıyla bu hadis-i şerifte cennete girmek için imana, imanın güçlü olması için de kibir göstermeden diğer mü’min karşelerini sevmeye teşvik vardır.
Kibirli kimse, benlik iddiası taşıdığından alçak gönüllü olamaz.[7]
Kibir hastalığı bulaşan birisi artık iflah olamaz. Böyle bir kimse “Ben olmazsam olmaz” der. “Küçük dağları da, tepeleri de ben yarattım” edasıyla yürür.[8]
Yanlışlarını tıpkı İblis/ şeytan gibi inatla savunur.
Kendinden başka hiçbir kimseyi beğenmez. Her zaman kendisini ön plana çıkartır.
Her güzel davranışta bir kusur arar.
Başkalarına verilen nimetleri kıskanır. Sürekli onlar aleyhine konuşur.
Etrafına negatif duygular saçar. Bardağın dolu tarafını değil, devamlı boş tarafını görür.
Kolay kolay memnun olmaz. Her zaman başkalarını eleştirir.
Bu nedenledir ki böyle bir kimse yaşadığı çevrede kesinlikle sevilmez.[9]
İnsanlar ona bir müddet katlanırlar. Ancak servetini veya yetkilerini kaybettiğinde ise ona hak ettiği muameleyi yaparlar. Yani; onu yalnızlığa ve unutulmaya terk ederler.
Bu itibarla kendisine “kibir virüsü” bulaşan bir kimsenin bir an önce yapması gereken şey, derhal o virüsten kurtulmak için çaba sarf etmek ve tedavi imkânlarını araştırmak olmalıdır.
Özetle ifade edecek olursak, ölünceye kadar dürüst ve erdemli bir hayat yaşayıp cenneti elde etmek isteyen bir kimse, kibir gibi kötü bir hasleti terk edip alçak gönüllü olmak zorundadır. Dolayısıyla bir insanın kendisine yapabileceği en büyük iyilik, mütevâzı olması ve hiçbir kimseyi hor ve hakir görmemesidir. İki dünyada da huzur bulmak isteyenler, alçak gönüllülüğü kalıcı erdeme dönüştürmek durumundadırlar. Erdemleri kalıcı hale dönüştüren ise sağlam ve sarsılmaz imandır. Öyleyse herkesin imanını sağlamlaştırması, salih amellerle onu takviye etmesi gerekir. İmanını korumasız bırakıp şeytanın saldırılarına açık hale getiren bir kimsenin, virüsler karşısında hiçbir tedavi için gayret göstermeyen, tehlikelere karşı tedbir almayan kişinin durumuna düşeceği ve sonuçta ise yenileceği gün gibi aşikârdır. (20.04.2007)
[1] Furkân, 25/63. “Rahman’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde tevâzû ve vakar içinde yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm! Derler.”
[2] Âl-i İmrân, 3/159. “Ve (ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman, Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Zira, eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları bağışla ve affedilmeleri için dua et. Ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla müşâvere et; sonra bir hareket tarzına karar verince de Allah’a güven: zira Allah, O’na güven duyanları sever.”
[3] Münâfikûn, 63/8. “….Ama asıl şeref, Allah’a, O’nun elçisine ve mü’minlere aittir: ama iki yüzlüler bunun farkında değillerdir.”
[4] Nisâ, 4/36. “…Doğrusu Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez.”
[5] Abdullah b. Mes’ud’dan rivayet edilen hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan (hakikat karşısında mağrur ve şımarık olan, küstahça inkâr eden, insanları küçümseyen, onları görmezlikten gelen) kimse cennete giremez. Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan kimse de cehenneme girmez (ebedî kalmaz). ”. Rivayeti, Abdullah b. Mes’ud’dan; Buhârî, Müslim, Tirmîzî, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Hanbel, Bezzâr, İbn Hıbbân ve Ebû Nuaym, Abdullah b. Selam’dan ise; Taberânî, Hâkim, İbn Ebî Âsım ve İbn Ebî Şeybe tahric etmişlerdir. (Bkz. BUHÂRÎ, et-Târîhu’l-Kebîr, V, 2; MÜSLİM, 1/İman, 39 (I, 93) nr: 149; TİRMÎZÎ, 25/Birr, 61 (IV, 360) nr: 1998; EBÛ DÂVUD, 31/Libas, 26 (IV, 351) nr: 4091; İBN MÂCE, Mukaddime, 9 (I, 22-23) nr: 59; 37/Zühd, 16 (II, 1397) nr: 4173; İBN HANBEL, I, 412, 451; II, 166; III, 94, V, 53; BEZZÂR, Ebu Bekr Ahmed b. Amr b. Abdilhâlik, (292/905), el-Bahru’z-Zehhâr el-Ma’ruf bi Müsnedi Bezzâr, (I-IX), thk. Mahfûz er-Rahman Zeynullah, Müessesetü Ulumi’l-Kur’an/Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Beyrut/Medine, 1409, IV, 323; V, 27; İBN HIBBÂN, I, 460; XII, 493; EBÛ NUAYM, el-Müsned, I, 166-167; TABERÂNÎ, Süleyman b. Ahmed, (360/971), el-Mu’cemü’l-Kebir, (I-XX), thk. Hamdi b. Abdilmecid es-Silefî, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Musul, 1983, X, 75, 94, 221; Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, (I-II), thk. Hamdi b. Abdülmecid es-Selefî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1405, I, 345-347; HÂKİM en-NÎSÂBÛRÎ, Muhammed b. Abdillah, (405/1014), el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, (I-IV), thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, III, 470; İBN EBÎ ÂSIM, Zühd, s. 182; İBN EBÎ ŞEYBE, Abdullah b. Muhammed, (235/849), Kitâbu’l-Musannef fi’l-Ehâdîsi ve’l-Âsâr, (I-VII), thk. Kemal Yusuf el-Hût, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad, 1409, (V, 329) nr: 26578, 26580). Tirmîzî rivayete “hasen-sahih” hükmünü vermiştir. Hâkim ise rivayetin Şeyhayn’ın şartına uyduğunu ve isnadının sahih olduğunu kaydetmiştir. Rivayetin hasen olduğu anlaşılmaktadır.
[6] Ebû Hureyre’den nakledilen rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe asla cennete giremezsiniz. Ve birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz şeyi size bildireyim mi? Aranızda selamlaşmayı yayın!”. Rivayeti Ebû Hureyre’den; Müslim, Tirmîzî, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbn Hanbel, İshak b. Râhâveyh, İbn Ebî Şeybe, Ebû Avâne, İbn Hıbbân, Ebû Nuaym, Beyhakî ve Deylemî (Bkz. MÜSLİM, 1/İman, 22 (I, 74) nr: 93; TİRMÎZÎ, 40/İsti’zân, 1 (V, 52) nr: 2688; EBÛ DÂVUD, 40/Edeb, 131 (V, 378) nr: 5193; İBN MÂCE, Mukaddime, 9 (I, 26) nr: 68; 33/Edeb, 11 (II, 1217-1218) nr: 3692; İBN HANBEL, I, 165; II, 391, 442, 477, 495, 512; İSHÂK b. RÂHAVEYH, Ebû Ya’kûb, (238/852), Müsnedü İshâk b. Râhaveyh, (I-III), thk. Abdülgafûr Abdulhak Hüseyn, Mektebetü’l-Îmân, Medine, 1991, I, 372, 459; İBN EBÎ ŞEYBE, V, 248; EBÛ AVÂNE, I, 30, 38-39; İBN HIBBÂN, I, 471-472; EBÛ NUAYM, el-Müsned, I, 141; BEYHAKÎ, Kübrâ, X, 232; Şuab, VI, 423; DEYLEMÎ, VI, 369), benzer lafızlarla Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’den; Hâkim (HÂKİM, Müstedrek, IV, 185), Zübeyr b. Avvam’dan; Tirmîzî, İbn Hanbel, Ebû Yâ’lâ, Tayâlisî, Bezzâr ve Beyhakî, (TİRMÎZÎ, 35/Kıyâme, 56 (IV, 664); İBN HANBEL, I, 167; EBÛ YÂ’LÂ, II, 32; TAYÂLİSÎ, s. 27; BEZZÂR, VI, 192; BEYHAKÎ, Şuab, VI, 424) İbn Tâvus’tan; Mâ’mer b. Râşid (MA’MER b. RÂŞİD, (153/770), el-Câmi’, (I-II), (Abdurrezzâk’ın Musannefi içinde, (I-X)), thk. Habîbu’l-Â’zamî, el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut, 1403, X, 386), Ebû Umâme el-Bâhili’den; Rûyânî ve Taberânî (RÛYÂNÎ, II, 281-282; TABERÂNÎ, M. Şâmiyyîn, I, 113) tahric etmişlerdir. Tirmîzî rivayete “hasen-sahih” hükmünü vermiştir. Rivayetle ilgili bazı değerlendirmeler için bkz. İBN KESÎR, Ebu’l-Fidâ, (774/1372), Tefsîru İbn Kesîr, (I-IV), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1401, I, 533; ACLÛNÎ, II, 458, 502). Netice itibarıyla rivayetin sahih olduğu görülmektedir.
[7] Lokmân, 31/18-19. “(Yersiz) bir gurura kapılarak insanlara üstünlük taslama ve yeryüzünde küstahça gezip durma: unutma ki, Allah, böbürlenerek küstahlık yapanları sevmez. Davranışlarında ölçülü ve dengeli ol, sesini yükseltme: çünkü , unutma ki, seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.”
[8] İsrâ, 17/37-38. “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir.”
[9] Hadîd, 57/22-24. “Hiçbir musibet, daha önce buyruğumuzda (öngörülmüş) olmadıkça ne yeryüzünün ne de sizin başınıza gelmez. Şüphesiz bu Allah için kolay (bir iş)tir. (Bunu bilin ki,) elinizden kaçan (iyi ve güzel) şeylere üzülmeyesiniz ve elinize geçen (iyi ve güzel) şeylerle de (boş yere) şımarmayasınız (övünüp, gururlanmayasınız): çünkü Allah, kendini beğenip, küstahça davrananları (durumlarının iyi olmasını kendi üstünlüklerine veya şanslarına bağlayanları) sevmez. Ki onlar (Allah’ın nimetleri üzerinde) cimrilik edip başkalarına da cimrice davranmayı tavsiye ederler! Ve sırtını (bu hakikate) çevirenler (bilsin ki) Allah kendi-kendine yeterlidir, bütün övgülere layıktır.”
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.