Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Müttakî İnsan Mustafa Kadıgol’un Ardından

A+A-

Yaklaşık on yıl önceydi. İlk umre yolculuğumuz esnasında tanımıştık Mustafa Abi ile. Sorumluluk sahibi, imanlı, ihlaslı, çalışkan, cömert ve ibadet yapmaktan büyük zevk alan hayırsever bir iş adamıydı o.

Mustafa Abi, taklitçiliği değil tahkiki imanı önemserdi. Çevresindekilere herkesin imanını sağlamlaştırmasının ne denli önemli olduğunu anlatırdı. Bunun da ilimle olacağına inanır ve araştırma tavsiyesinde bulunurdu. Okumayı ve tefekkürü çok severdi. Uzun uğraşlar verdikten sonra hakkın ve doğrunun bulunacağına inanırdı. Körü körüne başkalarının yanlışını savunmaktansa, emek ortaya koyduktan sonra “kalbe gelen ilhamla” amel etmeyi öğütlerdi. Böyle yapan bir kulun imanının kemale ereceğine inanırdı. Bu nedenledir ki tefrikaya, ayrımcılığa, kutuplaşmaya ve bölücülüğe şiddetle karşıydı.

Mustafa Abi, çocuklarını büyütmüş, evlendirmiş, artık torunlarını seven güzel bir insandı. Eşiyle çok mutlu bir evliliği vardı. O, tüm insanlara iyilik yapma endişesini kalbinde taşır, ihtiyaç sahiplerini görüp gözetir, onları sevindirir, kimseyi incitmez, doğru olduğuna inandığı şeyleri ise yılmadan sonuna kadar savunurdu. 

Mustafa Abi, çevresinde hayırsever bir insan olarak tanınırdı. Aza kanaat eder, lüksü ve israfı asla sevmezdi. Yemeğin tabakta bırakılması veya çöpe dökülmesine şiddetle karşı çıkardı. Bunu büyük bir israf olarak görür, itiraz eder, tabakta kalan yiyecekleri mutlaka sıyırırdı. O; “Kim bilir belki de helal lokma oradadır” derdi. Torunlarına da bu tavsiyede bulunur, onlara çok güzel örnek olurdu.

Mustafa Abi, semt pazarında herkesin kolay kolay beğenmediği olgunlaşmış veya zedelenmiş meyveleri satın alır, raf ömrü nerdeyse dolmak üzere olan bu meyveleri çöpe atılmaktan kurtarırdı. O, bu duruma da çok sevinir, iyi bir iş yaptığına inanırdı.

Zamanını çok güzel kullanır asla boş şeylerle ilgilenmezdi. Onu ya nafile namaz kılarken ya Kur’ân okurken ya da Allah’ı zikrederken bulurdunuz. Gönlü mescitlere bağlıydı. Camiden dışarı çıkmayı sevmezdi. Namazı cemaatle kılmak için adeta camiye koşarak giderdi.

Her yıl mutlaka Diyanet’in organizasyonuyla umre yolculuğuna çıkardı. Ve giderken de pek çok insanı yanında götürür, onların bir kısmının masraflarını da kendi cebinden karşılardı. Orada da tüm saatini Kâbe ve çevresinde geçirirdi. Onunla altı kez umreye gitme imkânına sahip olmuş eski bir kafile başkanı olarak bir günde tam 3 kez umre yaptığına şahit olduğumu söylemem yanlış olmayacaktır. Ayrıca Mustafa Abi, kutsal topraklarda iken gündüzlerini oruçla, gecelerini ise ibadetle geçirirdi.

Mustafa Abi, herhangi bir cemaat, tarikat veya cami derneğinin yardım talebini asla geri çevirmez, hepsine de elinden geldiğince yardım ederdi. Yaptığı yardımları da kimseye söylemezdi. “Rabbim biliyor ya yeter, başkasının bilmesi ihlası zedeler, gerek yok ki!” derdi. Kimseyi gücendirmez ve kapısına gelenleri asla boş çevirmezdi. Onun otuzdan fazla talebenin tüm eğitim ve öğretim masraflarını üstlendiğini duyduğumda çok mutlu olmuştum.

O, sadece yurt içindeki fakir ve kimsesizleri değil, yurt dışındaki ihtiyaç sahiplerini de düşünürdü. Mesela Mekke’nin arka sokaklarında fakirliğin kol gezdiği Afganlı mültecilerin yaşadığı mahalledeki bir okulun altı aylık ihtiyaçlarını karşılayacak bedeli bizzat benim vasıtamla oraya ulaştırmış ve buna çok sevinmişti. 150 kadar öğrencisi ve 6 öğretmeni olan bu okula gönderdiği parayı teslim ettiğimde okulun Afganlı yöneticileri ve hocaları çok mutlu olmuşlardı. Onları sevindiren Mustafa Abi de onlarla sevinmiş, bana da hayır dua etmişti. Daha sonraları o yardımları her gittiğinde bizzat kendisinin ulaştırdığına ben şahidim. Zira o, insanları mutlu ettikçe mutlu olmasını bilen salih bir insandı. Adı geçen okul ve öğrencilerinin şimdi onun arkasından hatimler okuduğunu, ona dualar ettiğini duyduğumda ise çok mutlu oldum.

Mekke’de Mescid-i Haram’da 79 no’lu kapının girişindeki sütunlar arasında her Pazartesi ve Perşembe sofra kurdurur, bunun masraflarını kendi cebinden karşılar, Müslümanların hurma ve zemzemle iftar açmalarını sağlardı. Hz. Peygamber’in bu sünnetini ihya etmenin sevabının çok olduğuna inanırdı. Her yıl Ramazan ayında aynı yerde onun iftar sofrası hep açıktı. Bu işi çok iyi organize etmişti. Bir keresinde sofra kurma işinin bir yıllık masrafını bizzat ben götürüp o işi orada deruhte eden Afganlı genç Musâ Muhammed’e teslim etmiştim. Afganlı o gencin yaptığı bu hizmetin bedelini de unutmamıştı Mustafa Abi. Ona da ayrıca yaptığı işin karşılığı olarak ücretini göndermişti. Bu iki çocuk babası fakir Muhammed’in yüzündeki o gülümseyişi ve mutluluğu unutmam mümkün mü? Eşimle beraber Mekke’nin kimsesizliğe terk edilmiş, adeta unutulmuş kenar mahallerinden birindeki Musâ Muhammed ve ailesinin kaldığı o derme çatma evi ziyarete gittiğimizde de çok mutlu olmuştu Muhammed ve eşi. İşte Mustafa Abi, tüm bu insanları mutlu etmesini bilmiş ve onların hayır dualarını almayı başarmış bir Allah dostuydu, müttakî bir insandı.

Mustafa Abi’nin Yüce Allah ile bağı çok sağlamdı. O’na gönülden inanır, O’nun verdiği nimetlere sonsuz şükrederdi. O şükrettikçe de kendisine verilen nimetler artardı. Kendisine verilen mal ve mülkü Allah yolunda harcamaktan asla çekinmezdi. O, bu dünyadan da nasibini unutmaz, ama yatırımını sadece ahirete yapardı.

Mustafa Abi, yaptığı işlerin merkezine hep Yüce Allah’ın rızasını koyardı. Zira o, önceliklerini çok iyi tespit etmişti. Bu davranışlarıyla da çevresindeki pek çok insana iyi bir örnekti.

Mustafa Abi, her yıl Ramazan ayında Türkiye’deki eşine ve dostuna mutlaka iftar açtırır, yüzlerce kişinin katıldığı iftar sofraları hazırlatırdı. Bundan da büyük zevk ve memnuniyet duyardı. Herkese hayır dua eder ve hayır dualar almaya çalışırdı. Son derece nazik ve kibardı. Zira o Hz. Peygamber’i kendine örnek almıştı. Söyleyeceklerini kırmadan söylerdi. Birlikte umre yaptığımız emekli başmüfettiş İsmet Oruç Abi, onu bazen şakadan kızdırmak istediğinde de kızmaz, doğru bildiği şeyleri ısrarla anlatmaya devam ederdi.

Mustafa Abi, tanıdığı tanımadığı tüm çocukları sevindirmekten de hoşlanırdı. Küçük çocuklara fazla fazla bayram harçlığı verir, bu güzel âdeti yaşatır ve onların da hayır dualarını almasını bilirdi.

Mustafa Abi, sürekli Yüce Allah’a dua eder ve sadece O’ndan istenilmesini tavsiye ederdi. Mesela “Allah’ım! Seni tanımaklığımızı artır!” duasını hiç dilinden düşürmez, etrafına da sürekli bu duayı yapmalarını tavsiye ederdi. Yine şu dualar da onun dilinden hiç düşmezdi: “Allah’ım! Hâlimizi namaz hâli üzere daim eyle! Namaz hâli üzere yaşamayı nasip eyle!”, “Allah’ım! Bana vermiş olduğun tüm güzelliklerden din kardeşlerime, din kardeşlerime vermiş olduğun tüm güzelliklerden de bana ver!”, “Allah’ım! Hak ve hakikat üzere olmayı, hak ve hakikati idrak edenlerden olmayı ve hak ve hakikat üzere yaşamayı bizlere nasip eyle!”

İşte tüm bu güzel dualar, onun Yüce Allah’a nasıl derin bir sevgi ve saygıyla bağlı olduğunun apaçık bir delili ve işaretleridir.

Mustafa Abi, bu yıl Nisan ayında yine umreye gitme planları yapıyordu. Ancak 28 Ocak 2014 Salı günü, 69 yaşındayken aniden aramızdan ayrıldı. Sağlığı ve sıhhati gayet yerindeydi. Ancak vakit tamamlanmıştı. Rabbi onu artık yanına istiyordu. Yüce Allah’tan geldiğine ve O’na döneceğine gönülden inanan bu güzel insan için belirlenen süre/vade dolmuş, Hz. Peygamber sevdalısı bu salih kul Rabbine kavuşmuştu.

Bir akşam Isparta’da eşiyle birlikte bir dost ziyaretine gittiği esnada, yol yapım çalışmalarının devam ettiği yerden geçerken ayağının tellere takılarak düştüğünü, hastaneye kaldırıldığını, tedavisi için uğraşıldığını, ameliyata alındığını, hastanade bir müddet kaldığını, daha sonra evine döndüğünü, ancak bir gün sonra vefat ettiğini öğrendim. Önce inanamadım, ama gerçekler ne kadar acı da olsa kabullenmek zorundaydım. Nitekim doktorlar onun için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı; ancak kader tecelli etmiş, Mustafa Abi kimseye yük olmadan ve fazla acılar çekmeden çok sevdiği Rabbine kavuşmuştu. Zira o Rabbiyle kavuşacağına gönülden inanıyor, o anı bekliyor ve her zaman hazırlığını ona göre yapıyordu.

Mustafa Abi, ameliyattan çıktıktan sonra kendine gelirken “Allah Allah Allah!!!” diyerek uyanmıştı. Bu durum, onun Allah sevgisinin büyüklüğünün başka bir delili olarak gösterilebilir. Zira o, En Sevgili’yi sürekli anmayı şiar edinmiş bir gönül eriydi.

Mustafa Abi, eşinin anlattığına göre ameliyat sonrası hiç acı hissetmediğini söylemiş, doktorlara yaptıklarından dolayı teşekkür etmişti. O esnada bile namazlarını bırakmamış, hiç aksatmadan Rabbine kulluğa devam etmişti.

Kırk altı yıllık muhterem eşi son anlarında bile onun hamde, zikre ve şükre devam ettiğini ifade etmiş, çok sevdiği çorbayı içtikten sonra nasıl Rabbine teşekkür ettiğini, arkasından da kendisinden helallik istediğini, onun da; “Ne hakkım var bey! Esas senin bize hakkın çok! Sen bize hakkını helal et! Benden yana hakkım sana helal hoş olsun!” dediğini ifade etmişti. Görüldüğü üzere Mustafa Abi, topluma her yönüyle örnek, değerli bir eş, saygıdeğer bir baba ve sevilen bir dedeydi. Çünkü en yakınındakiler onu böyle anlatıyorlardı.

Hastanede kaldığı süre zarfında ziyaretçileri hiç eksik olmamıştı. Eşi ve dostu adeta hastaneye akın etmiş, geçmiş olsun ziyaretine koşmuşlardı. Doktorlar ve hemşireler: “Biz böyle bir hasta ziyareti görmedik; ne kadar da çok seveni varmış!” itirafında bulunmuşlardı. İşte ona olan bu ilgi ve sevgi, nasıl mükemmel bir insan olduğunun bir başka delilidir. Mustafa Abi, başına gelen bu ani kazadan sonra gerçekleşen tedavi süreci sayesinde tüm dostlarıyla helalleşme imkânına sahip olmuştu. Herhalde bu da ona Yüce Allah’ın başka bir lütfuydu.

Ben ise onu ölümünden 25 gün önce, 03.01.2014 Cuma günü evinin yanındaki Isparta Terminal Camii’nde görmüştüm. Kars’ta görev yaptığım için izinli olarak gelmiştim ve o camide sohbet etmiştim; o da vaazımı dinlemişti. Namaz çıkışı kucaklaştık. “Kars’tan geldiğinde haberimiz olsun görüşelim” demişti. 1 Şubat Cumartesi akşamı tekrar geldiğimde onu ailece ziyaret etmeyi planlamıştık; ama nasip olmadı. En son 12.01.2014 Pazar günü Mevlid Kandili’nde onu telefonla aramış, kandilini tebrik etmiş, hayır duasını almış ve sesini duymuştum. O da bu duruma çok mutlu olmuştu.

Mustafa Abi, dininin emirlerini ciddiye almış bir insandı. Nitekim bir keresinde yanıma gelerek: “Hocam senden çok şey öğrendim. Ancak sizin “Devlet ciddiyet ister” lafınızı hiç unutamıyorum. Ben bu sözden gereken dersi çıkardım. Bana göre Rabbim de emirlerine sarılmamız, nehiylerinden sakınmamız hususunda bizden ciddiyet bekler. O günden beri ibadetlerimde ve her işimde ciddi olmaya ve yaptığım işin hakkını vermeye çalışıyorum” dedi. Nitekim ben kafile başkanı olarak bu sözümle herkesin “yaptığı işi savsaklamadan ciddi bir şekilde yapmasını” kast ediyor, zaman zaman umrecileri uyarıyor, konulan kurallara uymaya, kul hakkı ihlalinden sakınmaya ve kimseyi bekletmemeye dikkat çekiyordum.

“İnsanın karısı, canının yarısı!” sözümü de çok sevmişti Mustafa Abi. O da eşine çok değer verir, hanımını asla yanından ayırmaz, gittiği her yere beraberinde götürürdü. Zira Mustafa Abi, bunun da Hz. Peygamber’in bir sünneti olduğuna inanırdı.

Mustafa Abi, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her yıl üç yüz veya beş yüz kişilik belli sayıda hac kontenjanı ayrılmasını, hacca ikinci, üçüncü veya dördüncü kez gitmek isteyenlere böyle fırsat sunulmasını, bunun kura sonucu belirlenmesini istiyordu. Çünkü kendisi de her sene bu kuraya katılmayı ve çıkarsa “nafile hac yapmayı” arzuluyordu; ama nasip olmadı.

Yine Mustafa Abi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun daha etkin olmasını, seferîlik konusunu bir an önce karara bağlamasını, zekâtın nisabının en doğru ve anlaşılır şekilde güncellenmesini, talak ve nikâh gibi konuların daha sağlam ve anlaşılır esaslara dayandırılmasını, kafa karışıklıklarının giderilmesini ve halka doğru bilgiler verilmesini çok istiyordu. Ayrıca o, Diyanet’ten her yıl İslâm âleminin aynı gün bayram yapması için daha fazla gayret göstermesini bekliyor ve bu arzusunu sürekli dile getiriyordu.

Mustafa Abi, toplumda gördüğü aksaklıkları düzeltmek için çaba sarf ediyor, elinden gelen uyarıları yapıyor, gücü yetmediğinde ise Yüce Allah’a havale ediyordu.

İşte böyle güzel bir insandı Mustafa Abi. Bu dünyada iyi bir hayat yaşadı; zira o Rabbini seviyor, salih ameller yapıyor, hayırlı işlerde acele ediyordu. Onu yakinen tanıyanlar ahirette de hoş bir hayat yaşayacağına ve cennetle ödüllendirileceğine inanıyorlar. Zira onu sevenler gözyaşları ile uğurladılar. Isparta’da Asrî Mezarlık’ta on beş yıl öncesinden hazırladığı kabrine onu saygıyla koydular. Arkasından hayır dualar ettiler; rahmetle ve minnetle yâd ettiler. “Keşke ölmeseydi, ne güzel insandı!” dediler. “Oh be! Ne iyi oldu, öldü de kurtulduk” demediler. Çünkü Mustafa Abi, örnek yaşantısıyla herkesin takdirini, sevgisini ve gönlünü kazanmış salih bir insandı.

Rabbim cümlemizi böyle ihlaslı kullarından eylesin. Kederli ailesine sabırlar versin. Makamını cennet eylesin. Cennette onu Peygamber Efendimiz’e komşu eylesin. Günahlarını af ve mağfiret eylesin. Sevdiği ve razı olduğu kullarıyla cennette buluşmayı nasip eylesin. Âmin ve’l-Hamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn. (14.02.2014)

Önceki ve Sonraki Yazılar