Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Mültecilere Sahip Çıkmak ve İslâm

A+A-

Toplumumuzun büyük bir kesiminin dünyadaki zayıf, çaresiz ve korunmasız insanlara nasıl davranılacağına ilişkin Kur’ân-ı Kerîm’in açık ve sarih emirlerinden habersiz oldukları ve son derece yanlış değerlendirmelerde bulundukları görülmektedir. Bu itibarla böyle bir makale yazarak dikkatleri hatalı anlayış ve bilgi eksikliğine çekmeyi ve bunları düzeltmeyi amaçlıyoruz. Zira böyle yanlış bir yaklaşımın ivedilikle düzeltilmesi ve Kur’ân ışığında meseleye bakılması gerekmektedir. Bunun için de söz konusu âyetlerin bilinmesi uygun olacaktır.

Nitekim Nisa Suresi’nin 74 ve 75. âyetleri gayet açıktır. Birlikte okuyalım.

“Öyleyse, bu dünya hayatını ahiret ile takas etmek isteyenler Allah yolunda savaşsınlar! Allah yolunda savaşan herkese, ister öldürülmüş olsun ister zafer kazansın, zamanı geldiğinde büyük bir mükâfat ihsan edeceğiz. Nasıl olur da Allah yolunda savaşmayı ve “Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtar[ıp özgürlüğe kavuştur] ve rahmetinle bizim için bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!” diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmayı reddedersiniz? İmana ermiş olanlar Allah yolunda savaşırlar, hakikati inkâra şartlanmış olanlar ise şeytanî güçler uğrunda. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; Şeytanın hile ve tuzakları kesinlikle zayıftır.”[1]

Görüldüğü üzere şartlar oluştuğunda hem Allah yolunda hem de zayıf ve çaresizlerin temel haklarını korumak maksadıyla savaşmak müslümanlara yüklenen bir görevdir.

Bu kadar açık ifadeler göstermektedir ki, temel insan haklarından mahrum bırakılan ırkı, inancı, mezhebi ne olursa olsun her mazluma sahip çıkmak, ezilmiş bu insanların haklarını savunmak ve bu uğurda gerekirse ölmeyi göze almak “mezkûr âyetlere imanın ve Yüce Allah’a itaatın” bir gereğidir. Aksine davranış bu âyetleri doğru anlamamak olacaktır.

Kur’ân-ı Kerîm ezilmiş, yurtlarından sürülüp çıkartılmış ve yaşam hakları tehlikede olanlar için “savaşın bile göze alınmasını” müslümanlara emrederken, geçici barınaklar inşa edip “ekmeğini ve suyunu mültecilerle paylaşmamamak” ve yardıma muhtaç olanlara maddî ve manevî yardım eli uzatmamak doğru değildir. Sadece kendi çıkarlarını düşünmek ve bu âyetlere gereken değeri vermemek için türlü türlü bahaneler aramak İslâm’ı anlamamak ve Yüce Allah’ın emrine açıkça karşı gelmektir.

Bilinmelidir ki, zalimler tarafından ezilmiş ve ezilmekte olan insanlara sahip çıkmak ve mazlumlar adına her türlü mücadeleyi vermek müslümanlar için bir ödevdir/imtihandır. Böyle bir durumla karşılaşan müslüman, imtihan olduğunu bilmek ve nerde durduğunu gözden geçirmekle mükelleftir. Bununla beraber işin kolayına kaçarak kendilerine Yüce Allah’ın yüklediği bu görevi tekrar “fiili duayı” yapmadan “sözlü duayla” Yüce Allah’a havale etmek de tembellik, aymazlık ve acizliktir.

Bu itibarla, Allah yolunda savaşmanın göründüğü kadar kolay ve ucuz olmadığı anlaşılmalıdır. Bu görev ciddi özveriler ve fedakârlık gerektirir. Şu âyeti birlikte okuyalım:

“Kendilerine “Ellerinizi (şimdilik savaştan) çekin, namazlarınızda dikkatli ve daim olun, arındırıcı (malî) yükümlülüğünüzü yerine getirin!” denilenlerden haberdar değil misin? Ama onlara [Allah yolunda] savaşmaları emredilir edilmez, bazısı, Allah'tan korkması gerektiği gibi -hatta daha da büyük bir korkuyla- insanlardan korkmaya başlar ve “Ey Rabbimiz! Neden bize savaşmayı emrettin? Keşke bize biraz mühlet verseydin!” derler. De ki: “Bu dünyanın keyfi ve rahatlığı çok kısa ömürlüdür -ama ahiret, Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için en iyisidir- çünkü hiç biriniz, kıl kadar haksızlığa uğramayacaksınız.”[2]

Bu âyetten anlaşılacağı üzere haklı bir dava uğrunda canını fiziksel tehlikeye atmakta gösterilecek bir isteksizlik, kişinin imanın derecesini göstermesi bakımından önemlidir. Sadece belli bazı “malî ve bedenî ibadetleri” yaparak cennete gireceğini zanneden insanların bu âyetler üzerinde düşünmeye başlamaları yerinde olacaktır.

Zayıf ve çaresiz insanların hakları için savaşmayı reddetmek hem bahsettiğimiz bu âyete hem de başka âyetlere[3] karşı gelmektir. Bırakın savaşmayı böyle insanlara “ufacık maddî yardımın” yapılmasını engellemeye çalışanların ikiyüzlüler olduklarını bizzat Kur’ân-ı Kerîm haber vermektedir.[4]

Diğer taraftan Allah Teâlâ, bahsettiğimiz bu görev ve sorumluluğu şu âyetlerde ifade edildiği üzere zaten mü’minlere yüklemektedir:

“(Ey mü’minler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber'i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) mü’minler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır. Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mü’min toplumun kalplerini ferahlatsın. Ve onların (mü’minlerin) kalplerinden (sıkıntıya düştükleri) o gayzı (huzursuzluk, endişe, korku, bunalım, stres, depresyon, üzüntü vs.) gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”[5]

Âyetlerden anlaşılacağı üzere Yüce Allah, mü’minlerin elleriyle zalimleri cezalandırmayı istemektedir. Ama müslümanlar bu vazifeyi tekrar Yüce Allah’a havale etme kolaycılığı yapmaktadır. Bu konu üzerinde de ciddiyetle düşünülmesi ve doğru bir dua anlayışına sahip olunması gerekmektedir. Zira müslümanlar yeryüzünde baskı ve zulüm ortadan kalkıncaya kadar savaşmakla emrolunmuşlardır.[6] Ancak bu âyetleri hiç duymamış, bu âyetler sanki hiç inmemiş, onlardan habersizmiş gibi davranmak da doğru değildir.

Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetin öngördüğü bir İslâm toplumu olmak için yapılması gerekenler bellidir. Sadece belli bazı ibadetleri yaparak kurtuluşa ereceğini, Yüce Allah’ın rızasını kazanacağını ve cenneti elde edeceğini zannetmek hatalı ve yanıltıcıdır. Dünya ve ahiret saadeti için mü’minlerin İslâm’ın diğer emirlerini de öğrenmeleri ve uygulamaları gerekir. Kısaca zulme uğrayan masumlara ve korunmaya muhtaçlara sahip çıkmak İslâm’ın bir emridir. Gerekirse bu uğurda savaş bile göze alınmalıdır. Kaldı ki savaşmak gibi en zor görev emrediliyorsa ondan çok daha kolay olanı, yani “mültecilerle ekmeğini ve suyunu paylaşmak” zaten yapılması gerekendir. Ancak bırakın savaşıp şehit olmayı dünyanın başka coğrafyalarında açlık ve kıtlık çeken insanlara maddî yardım etmeyi, yurtlarından kovulanlara kucak açıp destek olmayı, katliamdan kaçanlara maddî olarak el uzatmayı bile çok gören kimselerin gerçek anlamda iman etmediklerini ve bu âyetleri ciddiye almadıklarını söylemek yanlış olmasa gerektir. (07.09.2012)

 


[1] en-Nisâ 4/74-75.

[2] en-Nisâ 4/77.

[3] et-Tevbe 9/39.

[4] et-Tevbe 9/67; el-Bakara 2/270; Âl-i İmran 3/166-168; el-Kaf 50/25; et-Tevbe 9/54; el-Kalem 68/10-14; el-Enfâl 8/49.

[5] et-Tevbe 9/13-15.

[6] el-Bakara 2/193; el-Enfâl 8/39.

Önceki ve Sonraki Yazılar