Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Medeniyetlerarası diyalog olur mu?

A+A-

İnsanlar konuşarak anlaşırlar. Ağzını açan insan anlaşılmak ister. Anlaşılmak isteyeni anlamaya çalışmak her insanın görevidir. Dolayısıyla insanlar arasında iletişim olmak zorundadır.

Diyalog, karşılıklı olarak oturup konuşmaktır.

Diyalog, kültürleri, medeniyetleri ve dinleri temsil edenler arasında olabilir. Böyle bir diyalogda herhangi bir sakınca yoktur.

Aynı dünyada yaşayan ve farklı inançları paylaşan insanların, “insanlığın ortak sorunlarını” halletmek üzere bir araya gelmeleri çok doğaldır ve olması da gereklidir.

Mesela, tek Allah inancından uzaklaşan müşrik, ateist, putperest, ateşperest veya maddeperestleri Allah’ın Bir ve Tek olduğuna davet etmek, bütün semâvî dinlerin ortak bir problemidir ve bu sorunu çözmek için birlikte hareket edilmesi gereklidir.

Dünyada bugün mevcut olan ve kıyamete kadar da bulunacak olan bu ciddi problem ehl-i kitap olduğunu iddia edenlerin gayretleri ve işbirliği çözülmeye çalışılabilir.[1]

Eğer onlar böyle bir çalışmadan uzak kalıyor ve bu sorunu görmezlikten geliyorlarsa, onların Yüce Allah’a olan sevgilerinden şüphe duyulması da normal hale gelebilir.

Diğer din mensuplarıyla bir araya gelerek değişik konuları tartışmak veya konuşmak, onları ikna etmeye ve etkilemeye çalışmak mümkündür.

Müslümanların bu konuda çekinecekleri herhangi bir durum söz konusu değildir. Günümüz dünyasında insanlığın ortak problemlerinin çözümü noktasında işbirliği ise artık kaçınılmaz görünmektedir.

Dolayısıyla farklı din mensuplarının birbirlerini tanıyarak doğru bilgi sahibi olmaları ve daha doğru kararlar verebilmeleri için “diyalog” yani karşılıklı görüş alış-verişi elzemdir.

Bu dünyanın havasını ve suyunu hep birlikte paylaşan insanların “birbirlerinin boğazını sıkmadan” bir şeyler konuşup tartışabilmeleri mümkündür.

Diğer taraftan unutmamak gerekir ki, başka din ve inanç mensuplarına İslam’ın tebliğini en güzel şekilde yapmak ve İslam’ın ilkelerini yaşayarak en güzel örneği ortaya koymak mü’minlerin görevidir; hatta boyunlarının borcudur.

Bu da kendi kabuğuna çekilmekle değil, dünyanın her köşesinde var olmakla ve diyalogla mümkün olabilir. Zira diyaloga girmeden ne tebliğ yapılabilir ne de Müslümanların üzerinde oynanmak istenen oyunlara “bir aktör olarak” müdâhale edilebilir.

Müslümanların en önemli vazifelerinden bir diğeri de, bütün insanlığın barış içerisinde yaşamalarını sağlayacak “ortak noktaları” bulmaya çalışmaktır. Dinler ve kültürler arasında çatışmalar çıkarmak ve buradan çıkar sağlamak isteyenlere “engel olmaktır.”

Onların ellerine koz vermemektir. Ekmeklerine yağ sürmemektir. Akla, mantığa ve sağduyuya aykırı hal ve hareketlerde bulunmamaktır.

Elbette İslam, gerektiğinde savaşı emretmiştir.[2] Ama her zaman barıştan yana olmuş; sulhu tavsiye etmiş,[3] sebepsiz çatışmaları/ kavgaları kesinlikle doğru bulmamıştır.[4]

Ayrıca belirtmek gerekir ki, bütün olumlu çabalar, konuşmalar, girişimler karşılıksız kaldığında ve bir sonuç vermediğinde Müslümanların kendilerini suçlu hissetmelerini gerektirecek herhangi bir durum söz konusu değildir.[5]

O takdirde tevhide, nübüvvete ve ahirete inanmaya ikna olmayan, kendi bildiğini okumaya devam eden, atalarının gittiği yolda gitmekte ısrar eden böyle kimselere: “sizin dîniniz size, bizim dînimiz bize”,[6] “sizin amellerinizin karşılığı size, bizim amellerimizin karşılığı da bize”[7], “aramızda bu konuda kavgaya gerek yok; zaten Yüce Allah, sizi de bizi de huzurunda toplayacak. Dönüşümüz O’na”, “Hesap gören olarak Allah yeter” der ve biz yolumuza devam ederiz.

Sonuç olarak, diyalog her halükarda olmalıdır. Diyaloga açık olanlar ve hazırlıklarını çok önceden yapanlar her zaman kazançlı çıkacaklardır. (13.04.2007)

 


[1] Âl-i İmrân, 3/64.. “De ki: “Ey geçmiş vahyin izleyicileri! Sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkeye gelin: Allah’tan başka kimseye kulluk etmeyeceğiz, O’ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacağız ve Allah ile birlikte insanları rab edinmeyeceğiz.” Ve eğer yüz çevirilerse de ki: “Şahit olun ki biz kendimizi O’na teslim etmişiz!”

[2] Bakara, 2/216. “Hoşunuza gitmese de savaşmak size farz kılındı; mümkündür ki nefret ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir ama siz bilmezsiniz.”. Ayrıca bkz. Bakara, 2/191; Nisâ, 4/75, 89; Mâide, 5/35; Enfâl, 8/39, 65; Tevbe, 9/14, 73; Saf, 61/4. “Gerçek şu ki Allah (yalnızca) kendi dâvâsı uğrunda, sağlam ve yekpare bir bina gibi, kenetlenmiş saflar halinde savaşanları sever.”

[3] Nisâ, 4/89-90. “Onlar (iki yüzlü münafıklar), kendilerinin inkâr ettiği gibi, sizin de hakikati inkâr etmenizi isterlerdi ki siz de onlar gibi olasınız. O halde, Allah rızası için zulüm ve kötülük diyarını terk edinceye kadar onları kendinize dost edinmeyin (onların değerlerini benimsemeyin); ve eğer (açık bir) düşmanlığa yönelirlerse, onları nerede bulursanız yakalayın ve öldürün. Onlardan hiç birini ne dost ne de hâmî edinmeyin, eğer bir anlaşma ile bağlı bulunduğunuz insanlarla ilişkisi olanlardan veya size yahut kendi toplumlarına savaş açmak (fikri)nden kalplerine ürküntü geldiği için size yaklaşanlardan değillerse. Halbuki Allah onları sizden daha güçlü kılsaydı, mutlaka size savaş açarlardı. Ama onlar sizi bırakır, savaş açmaktan vazgeçer ve barış teklif ederlerse, Allah onlara zarar vermenize müsaade etmez.”

[4] Hucurât, 49/9-10. “O halde, mü’minler içinden iki grup çatışırsa onlar arasında barışı sağlayın; ama sonra , iki (grup)tan biri diğerine haksız şekilde davranırsa, (davranışı)nı Allah’ın buyruğuna uygun hale getirinceye kadar, haksızlık yapan taraf ile mücadele edin; (yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın: çünkü Allah eşit davrananları sever! Bütün mü’minler kardeştir. O halde, (her ne zaman araları açılırsa) iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki O’nun rahmetine nail olasınız.”

[5] Şûrâ, 42/15. “İşte bunun için sen (bütün insanlığa) çağrıda bulun ve (Allah tarafından) emrolunduğun gibi dosdoğru ol; onların hevâ ve heveslerine uyma ve de ki: “Ben, Allah’ın bütün vahyettiklerine inanırım: sizin değişik görüşleriniz arasında adaleti gözetmekle emrolundum. Allah benim de, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın hesabı bize çıkacaktır, sizin yaptıklarınız da size. Bizimle sizin aranızda bir çekişeme olmamalı: Allah hepimizi bir araya toplayacaktır; çünkü varış O’nadır.”

[6] Bakara, 2/141. “Şimdi o toplumlar gelip geçtiler; onların kazandıkları onlara yazılacak, sizin kazandıklarınız ise size. Ve siz onların yaptıklarından ötürü hesaba çekilecek değilsiniz.”

[7] Bakara, 2/139. “(Yahûdî ve Hıristiyanlara) de ki: “Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Nasıl olur?  O, bizim gibi sizin de Rabbinizdir; bizim amellerimizin karşılığı bize, sizin amellerinizin karşılığı ise sizedir. Ve biz kendimizi yalnızca O’na adamışızdır (O’na gönülden bağlananlardanız).”; Yunus, 10/41. “Bunun içindir ki, (ey Peygamber!) seni yalanlamaya kalkışırlarsa o zaman (onlara) de ki: “Benim yapıp-ettiklerim bana (yazılacak), sizin yapıp-ettikleriniz de size: ne siz benim yaptıklarımdan sorumlusunuz, ne de ben sizin yaptıklarınızdan sorumluyum.”

Önceki ve Sonraki Yazılar