Kürtaj, Özgürlük Sorunu ve Yaşam Hakkı
Kürtajı bir özgürlük meselesi olarak gören ve öyle ifade edenler olduğu gibi insanın yaşam hakkının elinden alınması olarak gören ve öyle değerlendirenler de vardır. Biz ikinci grupta yer almakta ve kürtajı “insanın yaşam hakkına” müdahale olarak görmekteyiz.
Bir birey, “kendi hayatıyla ilgili” her türlü kararı kendi özgür iradesiyle elbette alır ve almalıdır. Zira dünyadaki imtihanın da anlamı budur. Kaldı ki ahirette bu tercihlerinin hesabını verecek ve sonuçlarına da katlanacaktır.
Ancak cinsel ihtiyaçlarını karşılarken gerekli tedbirleri almayarak hamile kalan bir kadının karnında taşıdığı “o canı, o cenini, o fetusu, o insanı” aldırmaya, öldürmeye ve onu yok etmeye hakkı ve yetkisi asla yoktur. Zira karnında taşıdığı o can onun malı değildir ve o can ona emanettir. Onu kendi malıymış gibi göremez ve gösteremez. O canlının dünyaya gelmesini sağlamak görevi, hem kadına hem erkeğe hem de o topluma düşer. Zira savunmasız yavruyu meşru mazaret yokken anne karnındayken öldürmek cinayetten farksızdır.
Dolayısıyla kürtaj yaptırmayı “özgürlük” olarak görmek mümkün değildir. Zira işin içine artık “bir canlı (insan)” dâhil olmuştur ve o canlının yaşam hakkının elinden alınması ise suçtur, cinayettir ve bu asla bir “özgürlük sorunu ve tercih hakkı” değildir ve olamaz.
Burada doğum kontrolü yapmayan ve önceden gereken tedbirleri almayanlar suçludur. Suçlu, masum o cenin değildir. Onu suçlu görüp ortadan kaldırmak vahşettir. İşin kolayına kaçmaktır. O canlıyı kurtarmak ve yaşamasını sağlamak tüm insanlığın ortak ödevidir.
Öte yandan kürtajı sadece “dindarların sorunu” gibi gösteren yaklaşımlar sorunludur. Zira bu tüm insanlığı ilgilendiren bir meseledir.
Kürtaj, bir insanın yaşam hakkının alenen elinden alınmasıdır. Nasıl aklıselimi, sağduyusu ve bozulmamış vicdanı olan insan suçsuz ve savunmasız birisinin öldürülmesine tepki gösterir, bunu kabul edemezse aynı şekilde masum bir embriyonun/ceninin öldürülmesine de karşı çıkar ve bu vahşeti onaylayamaz.
Özellikle şunun altını çizelim ki, kürtaja karşı çıkmanın dindarlıkla ilgisi yoktur, aksine “adaletle” ilgisi vardır. Vicdanını kirletmemiş, kalbini taşlaştırmamış, adalet duygusunu kaybetmemiş bir birey ister ateist, ister deist, ister agnostik olsun bu vahşete karşı sesini yükseltmek zorundadır. Korunmasız, zayıf, masum, suçsuz, gühahsız o ceninin yanında yer almak ve onun yaşam hakkını sonuna kadar savunmak mecburiyetindedir.
Bu itibarla, kürtajı sadece dindarların sorunu gibi görmek ve göstermek yanlıştır.
Tüm insanlığın ortak sorunu kürtajı “özgürlük meselesi/tercih hakkı” gibi göstermeye çalışmak da kesinlikle doğru değildir. Zira bu özgürlük sorunu değil savunmasız bir bireyin yaşam hakkının zorla eliden alınıp alınamayacağı meselesidir.
Aklını ve sağduyusunu yitirmemiş, vicdanını karartmamış ateist/deist/putperest/müşrik vs bir insanın anne karnındaki o ceninin yaşam hakkını savunması gerekir. Zira bu bozulmamış fıtratın tabiî bir sonucudur. Ancak hayvandan daha aşağı derekelere sürüklenmiş ve şeytanlaşmış kimseler aksini savunabilir. Samimi ve sağduyu sahibi bir insan, durduğu yeri çok iyi belirlemeli ve neyi savunduğuna çok dikkat etmelidir.
Bu nedenle kürtajı savunanların o ceninin yerine kendilerini koyarak düşünmeleri gerekir. Eğer onlar da anne karnında ve savunmasızken, yapayalnızken, yardıma ve korunmaya muhtaçken ebeveynleri tarafından istenmedikleri için parçalanarak hunharca öldürülselerdi bugün hayatta olabilecekler miydi?
Bir ceninin (insanın) dünyaya gelip yaşamasına karar verme hakkı “anne ve babanın” insafına terk edilebilir mi? Bu olacak şey midir? Bu adalet midir? Bu nasıl bir hukuk anlayışıdır? Bu nasıl bir özgürlük anlayışıdır? Suçu günahı olmayan bir ceninin yaşam hakkına keyfi olarak son vermek savunulacak bir şey midir?
O nedenle kürtajı savunanların bu empatiyi yapmaları ve doğru düşünmeleri kendi lehlerinedir. Söz konusu bir insanın yaşam hakkı olunca “kürtajdan/onu öldürme özgürlüğünden” söz edilemez. Zira böyle bir özgürlük kimseye verilemez. Bunu özgürlük adına yapan kişi ister kadın ister erkek olsun kesinlikle canidir, katildir, fıtratına yabancılaşmış, şeytan tarafından gemleri ele geçirilmiş bir canavardır.
Bugün ısrarla kürtajı savunan, “Bu beden benim!” diyen, o çocuğun yaşam hakkını hiçe sayan, bir insanı öldürdüğünü, bir bebeğin yaşam hakkını elinden aldığını bir türlü anlamak istemeyen hedonistlerin tavırlarını düşüncesizce savunan kişi bu cinayete ortaktır.
Tekrar ifade edelim ki, bu bir “özgürlük sorunu” değil, “insanın yaşam hakkının elinden alınıp alınmaması” meselesidir.
Nitekim eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, “hukuka göre hayat hakkının devredilebilen, vazgeçilebilen bir hak olmadığını”, anne karnındaki ceninin/bebeğin “kendisine ait bir hayat hakkı” olduğunu açıkça belirtmiştir.
Görmez: “Ne annesinin ne de babasının cenin üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde vazgeçme ve onu sonlandırma yetkisi de yoktur. Bu yüzden gebe olan anne; 'beden benim değil mi, ben onu istediğim gibi kullanırım, bebek de yaparım, istersem onu da atarım' deme hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü karnındaki bebeğin gerçek anlamda sahibi/maliki o değildir. Keyfi olarak onu terk edemez, öldüremez. Ona bakmak, korumak ve yaşatmakla görevli bir emanetçidir” demektedir.
Bu bakımdan dini ve dindarlığı bir kenara koyup “fıtratını bozmamış bir insan olarak” düşünmeye başlamak bile bazı gerçeklerin anlaşılmasına katkı sağlayabilir. Dokuz ay on gün sonra dünyaya “insan” olarak geleceği “kesin olan bir yavrucağa” kıymak ve onun yaşamına son vermek şeytanî bir davranıştır. Bunun özgürlükle hiçbir alakası yoktur. Kürtaj apaçık yaşam hakkı ihlalidir. Kim bilir belki de o canlı ileride insanlığa çok büyük yararlar sağlayacak bir kimse olabilir. Böyle bir yavrunun yaşamını sonlandıran ancak bir cânîdir.
Sonuç olarak, anne karnındaki ceninin öldürülmesine seyirci kalmak ve kürtajı savunmak bir akıl tutulmasıdır. Meseleye hukuk, adalet, fıtrat, hikmet, bilim, akıl ve ma’ruf açısından bakan gerçeği görür. Ancak çıkarı, menfaati, hazzı, zevki önceleyen sonra da özgürlük kılıfının arkasına saklanarak cinayeti savunan ise “şeytan tarafından ele geçirilen bir kimse” olduğu için asla gerçeği göremez, idrak edemez ve kaçınılmaz olarak ahirette cehennemi boylamayı da hak eder. (13.07.2012)