Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Küresel kıyametin alameti olur mu?

A+A-

(علامة) “alâmet” kelimesi sözlükte; “nişâne, işâret ve iki yer arasındaki sınır” anlamlarına gelmekte olup, çoğulu (علامات) “alâmât”tır. (علامة القيامة) “alâmetü’l-kıyâme” ise; alâmet kelimesinin kıyâme ismine izâfe edilmesiyle oluşturulan bir terkiptir ve “kıyâmetin yaklaştığına delâlet eden işâret ve alâmetler” mânâsına gelmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de “kıyâmetin mutlaka vukû bulacağı ve yakın olduğu, o günün çok dehşetli ve acıklı bir gün olacağı” dile getirilmekte, kıyâmetin “başlangıç safhası ve kopuş anındaki kozmolojik değişimler” tasvir edilmekte, ancak doğrudan “kıyâmet alâmetleri”den hiç bahsedilmemektedir.

Her ne kadar “duhân”, “dâbbe” ve “ye’cüc ve me’cüc” kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de geçse de “ciddi bir tahlil yapıldığında” bunlarla “kıyâmet alâmetleri”nin kastedilmediği anlaşılmaktadır.

Hadislerde ise durum epeyce farklıdır; kıyâmet öncesi yaşanılacak olaylar ve bunların nasıl gerçekleşeceği “bazen sembollerle” ve “bazen de detaylandırılarak” anlatılmıştır. Nitekim bu tür rivâyetlere dayanılarak ilk dönemlerden günümüze gelinceye kadar “kıyâmet alâmetleri” konusunda müstakil eserler bile yazılmıştır.

Rivâyetlerde geniş bir yer tutan “kıyâmet alâmetleri”nin doğruluğunu kanıtlamak maksadıyla Kur’an-ı Kerim’deki bazı âyetler “ilk dönemlerden günümüze gelinceye kadar” yorumlanmış ve herkes kendi görüşünü destekleyecek tarzda âyetleri tefsir etmiştir.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Muhammed sûresinde geçen “eşrat” kelimesinin “iz, alâmet, belirti ve işâret” gibi mânâlara geldiğini söyleyenler, bununla Hz. Peygamber’in haber verdiği “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini ifâde etmişlerdir. Oysa geçen yüzyılın büyük müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1361/1942), âyette belirtilen alâmetlerin “Hz. Peygamber’in o dönemde gösterdiği mûcizeler olduğunu, ancak buna rağmen müşriklerin îman etmediklerini, âyette zikredilen saati; “sâat-i kübrâ” (küresel kıyamet) olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu, bunu müşriklerin kendi kıyâmetlerinin kopması şeklinde anlamanın daha mâkul ve isâbetli olacağını” ifâde etmiştir. Hamdi Yazır, “esasında “eşrat” ile kastedilenin, “mü’minlerin ilerlemelerinin ve parlak istikballerinin belirtileri ve müşriklerin şaşkınlıklarını anlatan alâmetler olduğunu” söylemiştir. M. Hamdi Yazır, “ancak onların bu açık işâretleri gördükleri halde bilfiil kendi başlarına kıyâmet kopmadan da buna inanmayacaklarını” kaydetmiştir.

Günümüz müfessirlerinden bazıları da “bu ayetteki “eşrat” ile ileride vukû bulacak “kıyâmet alâmetleri”nin kastedilmediğini, Hz. Peygamber zamanında vâki olan şeylerin anlatıldığını ve bunun da inkârcıların başına inecek belâ ve azap olduğunu” belirtmişlerdir.

Bazıları ise “eşrat”ı, son saatin kaçınılmazlığı ile ilgili birçok Kur’ânî haberin şimdiden gelmesi” ve “her ön yargısız zihnin, bütün mahlûkatın maddî anlamdaki gelip-geçiciliğini görmesini sağlayan açık işâretler” şeklinde anlamışlardır.

Dolayısıyla “eşrat”ı, “son peygamberin gelmesi, onun getirdiği kitap ve bu kitapta kıyâmetin kopacağıyla ilgili açık âyetler” şeklinde anlamak da mümkündür. Bu işâretler, kıyâmetin kopma şartlarının tamamlandığını ve artık her an bunun gerçekleşebileceğini haber vermektedir. Netice îtibârıyla, mutlak sûrette kopacak olan “küresel kıyâmet”in “beklenilen alâmetleri” son peygamber Hz. Muhammed’in gelişiyle “on dört asır önce tamamlanmış olup” başka alâmetler beklemeye gerek yoktur.

En’âm sûresinde geçen “âyât”ı ise, “işâretler” mânâsına anlayan müfessirler, bununla hadiste haber verilen “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini ifâde etmişlerdir. Oysa bazı âlimler, bu “âyât”la kastedilenin “hesap gününü bildiren ve kıyâmetin kopmaya başlamasıyla ortaya çıkacak fizîkî değişimlere işâret olduğunu”, “kıyâmetin koptuğu andaki bu işâretlerin görülmesiyle birlikte gayb perdesi kalkacağı için” artık îmânın da hiçbir fayda vermeyeceğini ifâde etmişlerdir.

Muhammed Hamdi Yazır da, bu işâretlerin görülmesiyle birlikte yapılan îmânla ilgili olarak; “Olacak olmağa başladıktan sonra inanmakta fâide yoktur. Olacağa olmadan evvel inanmalı ki zararından kurtulmak için işe yarayacak tedârükatta (hazırlıklarda) bulunulabilsin” demiştir. Netice îtibârıyla bu ayetteki “âyât”ı, “kişinin ecelinin gelmesi, ölüm meleğini görmesi, kesin olarak öleceğini anlaması ve helâkının işâretlerini yakînen müşahede etmesi” şeklinde anlamak mümkündür. Zîra bu işâretlerin görülmesiyle ye’s hali başlamakta, “kıyâmet-i suğrâ” (kişisel kıyamet) kopmakta ve böyle bir anda yapılan îmân, insana hiçbir fayda sağlamamaktadır. Nitekim böyle bir anda yaptığı îmân, Firavun’a hiçbir fayda vermemiş ve onun kurtuluşu için de yeterli olmamıştır.

Dolayısıyla bu âyette de “kıyâmet alâmetleri”nden söz edilmemektedir. Şâyet böyle olsaydı âyetin devamında buna dair bir ifade söz konusu olabilirdi. Oysa Yüce Allah, ayetin devamında Hz. Peygamber’e herhangi bir “vakit” ya da “alâmet” bildirmemiş, aksine şöyle demesini istemiştir: “De ki: ‘Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz.’” Bu itibarla, mezkûr âyeti delil göstererek bununla “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiğini söylemek mümkün değildir.  

Bazı kimseler Kamer ve Enbiyâ sûrelerinde geçen “iktirâb” kelimesinin de kıyâmetin yaklaştığını haber verdiğini, dolayısıyla bu yakınlığı ifâde eden emârelerin söz konusu olduğunu, bunların da hadislerde haber verilen “kıyâmet alâmetleri” olduğunu söylemişlerdir. Oysa âyetlerde geçen bu kelimeden hareketle, hadis rivayetlerinde belirtilen “kıyâmet alâmetleri”ne işâret edildiği sonucuna varmak “âyetlerin zâhiri anlamlarını zorlamaya çalışmak” demektir. Zîra burada açıkça “kıyâmet alâmetleri” mânâsına gelecek bir ibâre söz konusu değildir. Aksine “kıyâmetin yaklaşmasıyla vukû bulacak” kozmolojik olaylardan birisi olan “ayın yarılmasına” işâret vardır. Nitekim ayın geçmişte Hz. Peygamber’in gösterdiği mûcize ile yarıldığını iddia eden yorumlar olduğu gibi, bu âyette belirtildiği üzere “kıyâmetin yaklaşmasıyla yarılıp parçalanacağını” söyleyenler de vardır. Kanaatimizce ayın yarılması (şakku’l-kamer), “Son Saat” yaklaştığı ve “kıyametin kopuş süreci” başladığında meydana gelecektir.

Netice itibarıyla, söz konusu âyetlere bakarak hadis rivayetlerinde belirtilen “kıyâmet alâmetleri”nin kastedildiği sonucuna varmak mümkün değildir. Ayrıca zoraki yöntemlere başvurarak âyetlere bunu söyletmeye çalışmak da doğru değildir.[1] (21.09.2007)

 


[1] Geniş bilgi için bkz. Dr. Ahmet Emin SEYHAN, Hadislerde Kıyamet Alametleri, Moralite yay. İstanbul, 2006, s. 165-168.

Önceki ve Sonraki Yazılar