Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Kurban kesmenin hükmü nedir?

A+A-

Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 14.02.2000 tarihli gerekçeli kararında belirttiği üzere “kurban ibadetinin hükmü ister vacip isterse sünnet olsun” kurban olacak hayvanı usulüne uygun kesmektir. Kurbanlık hayvanın bedelini/ parasını fakirlere infak etmek suretiyle bu ibadeti yerine getirmek kesinlikle mümkün değildir.


Bu bakımdan kurban kesmek yerine “onun bedelini” fakirlere dağıtmayı tavsiye eden görüşler meseleye tek taraflı bakan bazı kimselerin ortaya attığı ciddi dayanaktan yoksun, keyfi ve indi yorumlardır.
Allah’a yakınlaşmak anlamına gelen “kurban” ibadeti, kurban olacak hayvanın ibadet niyetiyle usulüne uygun kesilmesidir. 


Kevser suresinde geçen, “Venhar” emri İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre Kurban Bayramı günlerinde “kurban kesmek” olarak anlaşılmıştır. Dini bayramlardan olan Kurban Bayramı, Asr-ı Saadetten bugüne kadar “kurban kesilerek” kutlanmıştır. Eyyam-ı Nahr (kurbanlık hayvanların kesilmesi günleri) tabiri de “onbeş asırdır” kullanılmaktadır.


Mezheplerin çoğunluğuna göre “udhiyye kurbanının” hükmü “sünnettir.” Hanefi fıkhında tercih edilen görüş ise kurbanın “vacip” olduğudur. Ancak bir ibadetin farz olmayışı, onu ibadet olmaktan çıkarmayacağı gibi şeklinin de değiştirilmesini gerektirmez. İbadetlerin şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi söz konusu değildir.


Din, felsefi bir doktrin değildir. Dini hükümlerle ilgili ortaya çıkan yeni meselelerde, teşri amaç ve şartlarına aykırı olmayacak şekilde yeni düzenlemeler getirilmesi her ne kadar caizse de “ibadetlerin eda edilişini ve sahih olma şartlarını ortadan kaldırarak” keyfi istekler doğrultusunda değişiklikler yapılamaz. İslam dinindeki kurban ibadetini batıl dinlerdeki anlayışlarla ve uygulamalarla karıştırmamak gerekir.


Diğer taraftan kurban ibadetinin pek çok hikmeti ve amacı vardır. Kurban, sadece “fakirlere et yardımı” değildir; zira etinin dağıtılması “vacip” değil “sünnettir.” Kurban ibadetinin özü ve esası, “Yüce Allah’a yaklaştıran maddi bir fedakârlıkta bulunmak ve O’nun emrine bağlı olduğunu” göstermektir. Kurbanlık hayvanların İslam’ın öngördüğü temel şartlara ve espriye uygun olarak kesilmesi ve bu konuda hijyen kurallarına uygun davranılması elbette önemli hususlardır.

Ancak böyle temiz ve nezih bir ortamı sağlama görevi de belediyelere ve çevreyle ilgili kuruluşlara düşmektedir. Bu nedenle kesim yerlerindeki bazı eksiklikleri veya yanlışlıkları gerekçe göstererek kurban ibadetine karşı çıkmak iyi niyetli bir yaklaşım olarak görülemez.


Kurban ibadetinin dini delillerinin Kur’an-ı Kerim’de bulunmadığını iddia etmek ve Allah’ın bu çeşit bir buyruğunun olmadığını ileri sürmek son derece yanlıştır. Zira Kevser Suresi’ndeki kurban kesme emrinden başka Kur’an-ı Kerim’de: “(Ey Muhammed!) Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat! İkisi birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş; diğerininki ise kabul edilmemişti...” buyurulmuştur.


Saffat Suresi’nde de “Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in yerine “bir kurbanın” Allah tarafından kendilerine fidye (kurban) olarak verildiği” açıkça bildirilmektedir. Ayrıca diğer bazı ayetlerde de kurban ibadetiyle ilgili nasslar mevcuttur. Örneğin şu ayetlerde buna işaret edilmektedir.


“... Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, sıkıntı içindeki fakiri de doyurun.” 


 ‘Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık.” 


Bu kurbanlık hayvanları, size (kulluk bilinci ve fedâkârlık duygusu kazandıran, malın ve canın Allah’a ait olduğunu anlatan) ilâhî sembollerden biri yaptık ki, bunda sizin için (nice) yararlar vardır. O hâlde, (bu hayvanlar kurban edilmek üzere,) sıra sıra dizildiklerinde, onları boğazlarken (“Bismillah, Allahu ekber!” diyerek) Allah’ın adını anın; yan üstü devrilip can verdiklerinde de, onların etinden hem kendiniz yiyin hem de gerek başkalarına el açmaktan çekinen, gerekse istemek zorunda kalan yoksullara yedirin. İşte böylece, bu kurbanlıkları sizin yararınıza sunuyoruz ki, (onları emrettiğimiz amaçlar doğrultusunda kullanarak bize) şükredesiniz. (Ve sakın bu ibâdetleri, gerçek amacından uzaklaştırarak birer gösteriş malzemesi hâline getirmeyin).”


“Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat asıl O’na ulaşan sizin (iyi bir kul olmak için gösterdiğiniz samimi gayretleriniz, farkındalığınız) derin sorumluluk bilinci ve duyarlılığınızdır…” 
Bu ayetlerde zikredilen hayvan kesiminin “et ihtiyacını karşılamak için” kesilen hayvanlar olmadığı, aksine bunların “ibadet amaçlı” oldukları gayet açıktır. Nitekim hayvanların et ve kanlarının Yüce Allah’a ulaşamayacağı, O’na ulaşanın “iyi bir kul olmak için gösterilen samimi gayret, emre itaat, farkındalık, hassasiyet, duyarlılık ve derin sorumluluk bilinci olduğu” ayetin nazmında yer almaktadır.


Bu bakımdan ayette geçen “Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır” ifadesini gerekçe göstererek ve manayı da zorlayarak ortaya atılan “Allah’ın kurban etine ihtiyacı olmadığına göre hayvan kesmeye de gerek yoktur; bunun yerine nakdi tutarının ihtiyaç sahiplerine dağıtılması gerekir” şeklindeki görüş kesinlikle doğru değildir. 


Fıkhi hükmü ister vacip ister sünnet olsun kurban ibadeti, ancak kurban olacak hayvanın usulüne uygun kesilmesiyle gerçekleşir. Bedelini infak etmek suretiyle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Zira her ibadetin yeri ve zamanı vardır. Örneğin zekat ve sadaka, “zaten fakir ve muhtaçları gözeten ve onların ihtiyaçlarını karşılayan, yılın her döneminde” yapılan ibadetlerdir. Kurban ibadeti yerine, “sadaka vermeyi/ nakdi yardımı” önermek, hacca veya umreye gitmek yerine “fakirlere para dağıtmayı” tavsiye etmek “popülist söylemlerdir/ yaklaşımlardır”; ancak iyi niyetli olmadıkları da gayet açıktır.

Zira bir ibadete öncelik verirken diğerini tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Oysa her bir ibadetin gayesi, amacı ve hikmeti farklıdır. Ayrıca bu tür önerilerde bulunanların din ile aralarına mesafeler koyan, kendileri lüks, gösteriş ve israf içinde yaşayan ve servetlerini kesinlikle fakir ve muhtaçlarla paylaşmayan narsist, hedonist ve bencil kimseler olmaları da oldukça düşündürücüdür.
Kurban ibadeti hicretin ikinci yılında eda edilmeye başlanmış ve Hz Peygamber hicretten itibaren on yıla yakın bir süre hep kurban kesmiştir. Nitekim “Enes b. Mâlik diyor ki: Hz.Peygamber iki alaca (semiz) koç kurban kesti. Ayağını yanlarına basarak “bismillah” deyip tekbir aldığını gördüm. Sonra onları kendi elleriyle kesti.”


Öte yandan Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmenin “vacip olduğunu” kabul edenler sadece Hanefiler değildir. Nitekim ilk dönem İslam âlimlerinden İmam Evzâî, Leys b. Sa’d ve İmam Malik de bu görüştedir.


Udhiyye kurbanının kesilmesinin “sünnet” olduğunu savunan bilginler kendilerini destekleyen bir kanıt olarak farz veya vacip ibadetlerde o ibadetin vaktinde eda edilemeyişi halinde onun yerine (bedel) olarak yapılabilecek bir başka ibadetin bulunduğunu, nitekim Cuma namazı ile yükümlü oldukları halde, bunu kılamayanların o günkü öğle namazını kılmaları gerektiğini; halbuki kurban konusunda böyle bir seçeneğin mevcut olmadığını söylemişlerdir ki, bu da kurban ibadetinin kurbanlık hayvanın belirli günlerde kesilmesiyle bu emrin (ister vacip, ister sünnet olsun) yerine getirileceğini ortaya koymaktadır.
Kavramları ve fıkhi hükümleri birbirine karıştırmadan konuları incelemek ve özellikle halka yönelik değerlendirmelerde bulunurken bu hususlara dikkat etmek gerekir. Zira İslam’ın öngördüğü ilim ahlakı bunu gerektirir.


Kurbanlık hayvanın kesimi esnasında; hayvana fazla eziyet vermemek için (ölüm acısını azaltmak maksadıyla) kesim sırasında hayvanın elektrik şoku ile bayıltılması, bu hayvanın kurban olarak kabul edilmesine engel ayıplardan sayılmaz.

Çünkü kurbana engel ayıplar “kesim sırasında meydana gelen arızalar” olmayıp, hayvanda önceden mevcut olan kusurlardır. Bu itibarla (şok etkisiyle ölmeden önce hemen) canlı olarak kesilmek kaydıyla, kurbanlık hayvanın elektrik veya benzeri bir şeyle şoklanmasında dinen bir sakınca yoktur. Şayet hayvan, henüz kesilmeden o şokun etkisiyle ölürse, o takdirde o hayvanın kurban olması söz konusu olmadığı gibi eti de yenilemez.


Sonuç olarak, bize göre “kurban ibadetinin hükmü vaciptir” ve kurban olacak hayvanın usûlüne uygun kesilmesiyle yerine getirilir; kurbanlık hayvanın bedelini fakirlere infak etmek suretiyle bu ibadetin yerine getirilmesi asla mümkün değildir. Bu bakımdan kurban kesmek yerine onun bedelini fakirlere dağıtmayı tavsiye eden görüşler, ciddi dayanaktan yoksun, keyfi ve indi mütalaalardır. (01.02.2008)

Önceki ve Sonraki Yazılar