Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Kur’an’a Göre Kimlerin Şahitliği Kabul Edilmez?

A+A-

Namuslu insanlara iftira atanın başka konulardaki şahitliğinin de geçersiz kılınarak itibarsızlaştırılması ve bu gibi kimselere asla güvenilmemesi hususunda Kur’an-ı Kerim’in haber verdiklerine geçmeden evvel Kur’an’ın “adaletin tecellisi için şahitlik mevzuuna” ne kadar önem verdiğini ayetlerle ortaya koyalım.

Kur’an-ı Kerim, adaletin yerini bulması için görgü tanıklarını şahitlik yapmaya söyle çağırmaktadır.

‘Siz ey imana ermiş olanlar! Sizin, ebeveyninizin ve akrabalarınızın aleyhine de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetmeye azmedin. O kişi zengin de olsa fakir de olsa, Allah'ın hakkı onların her birinin [hakkının] önüne geçer. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Çünkü eğer [hakikati] çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’ (Nisa, 4/135)

‘Siz ey imana ermiş olanlar! İnsaf ile hakikate şahitlik yaparak Allah'a bağlılığınızda sıkı durun ve herhangi bir kimseye karşı nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun: bu, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan (davranış)tır. Ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun: şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’ (Maide 5/8)

 Görüldüğü üzere bu ayetler adaletin ve şahitlik mevzuunun ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim, başka ayetlerde şahitliği ebediyen kabul edilmeyecek kimselerin özelliklerine de dikkat çekmekte ve bu kimselerin kendilerini düzeltmeleri halinde şahitliklerine itibar edilebileceğini ifade etmektedir. Hatasını fark edip kendisini düzeltmeyen ve ısrarla yalan haber aktararak insanların şereflerine leke sürmeye çalışan kimselere ise asla güvenilmeyeceğini yine Kur’an-ı Kerim şöyle haber vermektedir:

‘İffetli kadınları [zinayla] suçlayıp sonra da [bu suçlamayı doğrulayıcı yönde] dört şahit getiremeyen kimselere gelince, böylelerine seksen değnek vurun; bundan böyle hiçbir zaman onların şahitliğini kabul etmeyin; çünkü bunlar gerçekten yoldan çıkmış kimselerdir! Ancak, bundan sonra (yaptığından ötürü) tevbe edip kendini düzeltenler  [bu kısıtlamanın dışındadır]; çünkü Allah çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.’ (Nur, 24/4-5)

Şunu açıkça ifade edelim ki Kur’an-ı Kerim, polemikte son derece ustalaşmış, insanları rahatlıkla kandırıp maniple etme konusunda kendisini geliştirmiş, hakikatleri çarpıtma konusunda kurnazlaşmış, popülist yaklaşımlarla insanları kendine çekmekte mahir tiplere karşı da mü’minleri şöyle uyarmaktadır:

‘İnsanlardan öylesi var ki, bu dünya hayatı hakkındaki görüşleri senin hoşuna gider; (dahası), kalbindekilere Allah'ı şahit tutar, üstelik tartışmada son derece ustadır. Ancak hâkimiyeti eline alır almaz yeryüzünde fesat çıkarmaya, [insanın] ürünü[nü] (ekonomi) ve nesli[ni] (içkiyi, kumarı, uyuşturucuyu, zinayı, homoseksüelliği, lezbiyenliği, satanizmi, bekâretin gereksizliğini, bencilliği, hedonizmi ve buna benzer her türlü münkeratı savunmak suretiyle bozmaya, çürütmeye, yozlaştırmaya ve) yok etmeye çalışır: Allah fesadı (bozgunculuğu) sevmez. Kendisine ne zaman “Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde ol!” dense, yersiz gururu onu günaha sevk eder: böylelerinin payına cehennem düşecektir; ne kötü bir konaklama yeridir orası!’ (Bakara, 2/204-206)

Görüldüğü üzere bu ayetler, spekülasyon yaparak gerçeği eğip bükenler ile fitne ateşi yakıp ortalığı karıştırmak isteyen kötü niyetli münafıklara karşı bütün mü’minleri uyarmaktadır. Dolayısıyla bu ayetlere hiç kulak vermeyerek devamlı yanlış tercihlerde bulunan birilerinin kıyamet gününde “Bu ayetlerden bizim hiç haberimiz olmadı ki” diye kendilerini savunmaya kalkışmalarının hiç bir kıymetinin olmayacağını bilmeleri gerekmektedir.

Zira böyle yoldan çıkmış, ikiyüzlü, taraflı, çıkarcı, bencil ve yalancı kimselerin verdikleri haberlere, yaptıkları şahitliklerine incelemeksizin inanmak, sonra da yanlış kararlar vermek ahirette kaybetmeyi göze almak demektir.

Öte yandan Kur’an-ı Kerim, yoldan çıkmış bu tür kimselerin getirdikleri haberlere ve yaptıkları yorumlara inanılmadan önce “araştırma yapılması gerektiğini” açıkça emretmekte ve son pişmanlığın fayda vermeyeceğini şöyle ifade etmektedir:

‘Siz ey imana ermiş olanlar! Yoldan çıkmışın biri size [yalan] bir haber getirirse, muhakemenizi kullanın; yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.’ (Hucurat, 49/6)

Bu kadar açık ve net uyarıya rağmen, hâlâ yalan haberlere veya çıkartılan söylentilere hemen inanan ve gerçeği araştırmayan müslümanların düşünmeden hareket etmesi ve bu ayeti adeta yok sayması, sonra da suçu başkalarına atarak: ‘Herkes inandıydı ben de inandım’, ‘herkes konuşuyordu ben de konuştum’ , ‘herkes yapıyordu ben de yaptım’ diyerek kendini savunabileceğini zannetmesi kesinlikle doğru değildir.

Çünkü başkalarının itibarını zedeleyecek asılsız söylentiler çıkartıp bunları yaymak kul hakkı ihlalidir. Bu konuda duyarsız kalmak ve bunu yapanlara destek vermek suç ortaklığıdır ve savunulacak hiçbir tarafı da yoktur. Dolayısıyla bu dünyayı birlikte paylaştığımız bütün bireylerin şeref ve itibarını korumak ahlâkî bir zorunluluktur. Maalesef bu konuda da müslümanların yeterince duyarlı davranmadıkları ve her söylentiye/dedikoduya inanıp yanlış kararlar aldıkları görülmektedir ki bunun vebali çok büyüktür. Zira konuyla ilgili insanları uyaran pek çok ayeti kerime mevcuttur. (İsra, 17/36; Mülk, 10; Fussilet, 20-22; Nur, 24/52-54)

Şurası unutulmamalıdır ki, insanların çoğunun duyduklarına sorgulamaksızın hemen inanmaları ve hiç bir araştırma yapmadan, doğru ve güvenilir kaynaklara başvurup teyit etmeden hatalı tercihlerde bulunmaları gerçekten büyük bir vebali üstlenmek demektir. Zira bunun sonucunda bazen telafisi mümkün olmayan büyük yanlışlar yapılmakta, masum insanlar lekelenmekte, çok büyük iftiralarla onurlu insanlar itibarsızlaştırılmaktadır. Bu nedenle aklı başında mü’minin bütün bu ayetleri göz ardı ederek adaletten ve hakkaniyetten uzaklaşması ve şahitliğine güvenilmeyecek basit insanların verdikleri bilgilere ve yaptıkları değerlendirmelere göre karar vermesi son derece yanlıştır. Bu tür kimseleri iyi tanıma ve doğru karar verme konusunda Kur’an’ın verdiği kriterler gayet açıktır ve şu ayetler yoldan çıkmış bu tür fasıkların temel özelliklerini haber vermektedir:

Siz ey imana ermiş olanlar! Hiçbir insan [başka] insanları alaya alıp küçümsemesin: belki o [alay edip küçümsedik]leri kendilerinden daha hayırlı olabilirler ve hiçbir kadın [başka] kadınları [küçümseyip alaya almasın]: onlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler. Ve hiçbiriniz başka birini karalamasın, birbirinizi [yaralayıcı, incitici] lakaplar ile aşağılamayın: [kişi] iman ettikten sonra ona hiçbir şekilde günah isnat etmeyin ve [bu suçu işleyen, ama sonra] pişmanlık duymayanlar -işte gerçek zalimler onlardır! (Hucurat, 49/11)

 Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim, bu tür fasıkların bir başka özelliğini de şu şekilde haber vermekte ve konu üzerinde düşünmeye davet etmektedir:

“Bakın, Allah, bir sivrisineği [hatta] ondan daha küçük bir şeyi örnek getirmekten kaçınmaz. İmana ermiş olanlara gelince, onun Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Hakikati inkâra şartlanmış olanlar ise, “Bu örnek ile Allah ne demek istiyor acaba?” derler. Bu yolla Allah, birçoğunu saptırırken birçoğunu da doğruya yöneltir, fakat fasıklardan başkasını saptırmaz, Bu fasıklar o kimselerdir ki, Allah'a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın, kurulmasını istediği bağları (İslam kardeşliği ve akrabalık bağlarını ya da insan, bitki ve hayvan genleri arasındaki bağlantılarla keyfi şekilde oynamak suretiyle) koparır ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/26-27)

Sonuç olarak, her dönemde yalan ve yanlış haberler getiren ve şahitliğine güvenilmeyecek yoldan çıkmış insanlar bulunmuştur ve kıyamete kadar da bulunacaktır. Mü’minlere düşen görev, bunları iyi tanımak ve onlara karşı çok dikkatli olmaktır. Ahirette savunamayacağı sözleri söylememek ve bu zalimlere destek olmamaktır. Hakkın ve adaletin yanında yer almak ve bu konuda üstün bir çaba sarf etmektir. Söylediği ve savunduğu her söz ve düşüncenin bir gün önüne konulacağını ve bunun hesabının da kendisine sorulacağını asla unutmamaktır. (30.04.2010)

Önceki ve Sonraki Yazılar