Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Kur’an-ı Kerim‘de kadını dövmek var mıdır?

A+A-

Nisa Suresi 34. ayette geçen "darebe" fiiliyle erkeklere "kadınlarınızı dövünüz" denilmemekte, aksine “nüşuzundan korkulan kadınlar”a nasıl davranılacağı konusu ele alınmaktadır. Nüşuz ise, “aileye ihanet etme durumuna gelen, ailenin itibarını lekeleme olasılığı güçlenen kimselerle ilgili kullanılan” bir kelimedir.

Bu kelime kadınlar için kullanıldığında “iffetsizlik, sadakatsizlik, cinsel konularda var olanla yetinmemek, gözü dışarıda olmak” manalarına gelmektedir. Yani bu kelimeyle, “iffet erdemine ihanet eden, iffetsizlik gösteren, sadakatsiz davranan, böyle tehlikeli yola giren, ailenin huzur ve düzenini bozan kişi” kast edilmektedir. Görüldüğü üzere Kur’an-ı Kerim, bırakınız “saliha bir kadını”, “iffetsizliğe yeltenmiş böyle bir kadının” bile dövülemeyeceğini söylemiş ve aile yuvasının bozulmaması için taraflara “üç aşamalı bir plan” önermiştir.


Bu ayeti iyi anlayabilmek için önce Kur’ân’ın genel prensiplerine, daha sonra onu açıklayan Hz. Peygamber’in sahih sünnetine ve nihayet "darebe" fiilinin diğer anlamlarına bakmak gerekir. “Darebe” fiilinin otuz yedi manası vardır. Mezkûr ayette "darebe" fiiliyle “kadının dövülmesi” kast edilmemiştir. Çünkü Hz. Peygamber bu ayeti açıklarken kesinlikle dayaktan söz etmemiştir. 


Bu bakımdan kendi anlayışlarını Kur'an'a söyleterek, bu ayetin "dövmeye" işaret ettiği sonucuna varan kimseler yanılmışlardır. Çünkü bu kişiler “doğru olmayan kadın tasavvurları” sonucu ayeti böyle anlamış/ yorumlamış ve İslam’ı da yanlış tanıtmışlardır.


Acizane kanaatimize göre mezkûr ayette “üç aşamalı bir plan” söz konusudur. Bu üç aşamalı plan şöyledir: “Etkili iletişim, Cinsel yalnızlık, Mekânsal ayrılık.”
“Etkili iletişim” ile kast edilen, kocanın eşiyle etkili bir iletişim kurmasıdır. Güzel konuşması, örnekler vermesi, ona değer verdiğini hissettirmesi, samimi olması, sevgisini en iyi şekilde göstermesi, bu yuvanın yıkılmasını istemediğini ona anlatması, onu düşünmeye sevk edecek sorular sorması, hatasını kavramasını sağlaması, onun anlayacağı şekilde yumuşak konuşması, kocanın da karısını dinlemesi, onu anlamaya çalışması, sevgi göstermesi, kendi sadakatini ispatlaması, yuvalarının bozulmaması istediğini göstermesidir.


“Cinsel yalnızlık” ile kast edilen ise, kocanın karısını aşağılamadan, kızmadan, küstürmeden, kırmadan, hakaret etmeden, küçük görmeden bir müddet cinsel birliktelikten uzaklaşmasıdır. Bu uzaklaşmanın nedenini ona açıklaması, onun yanlış davranışlarının kendisini üzdüğünü hissettirmesi, yanlış tavırlarının (nüşuz) aile yuvasını tehlikeye attığını fark ettirmesi, böyle bir uygulamayla onu düşünceye sevk etmesi, işin ciddiyetini anlatması, karısının bu fiilî durumu idrak etmesini sağlamaya çalışmasıdır.
“Mekânsal” ayrılık ile kast edilen ise, karı veya kocanın evden uzaklaşmasıdır.

Kadın bir müddet babasının evine gidebilir veya “kadın sığınma evinde” kalabilir. Veya kendi imkânlarıyla taşınacağı bir başka eve geçebilir. Eğer kadının hiç gidecek yeri yoksa bu durumda koca evden ayrılabilir; o bir başka yere taşınabilir. Bir kaç ay daha her ikisi bu şekilde düşünebilirler. Birbirlerinin ve çocuklarının değerini belki o zaman çok daha iyi anlayabilirler. (Bir kez daha ifade edecek olursak bu âyette “darebe" fiili "dövme" anlamında değil, "evden uzaklaştırma" anlamında kullanılmıştır; çünkü kelimenin bu anlamı da vardır.)


Hala sorun çözülmüyorsa, tayin edilmiş hakemler de barış konusunda uzlaşamayıp başarılı olamamışlarsa, artık o karı-kocanın ayrılmaları elzem olmuştur. Mahkeme kararıyla boşanırlar; herkes kendi yoluna gider; kimse artık bir diğerini suçlayamaz. Çünkü her iki tarafta bütün haklarını kullanmış ve kendi kararlarını kendi özgür iradeleriyle vermişlerdir.


Özetle ifade edecek olursak, “etkili iletişim”, var olan sorunu çözemediği zaman, kadının “cinsel yalnızlığa” terk edilmesi (bu arada erkeğin de kendini sorgulaması) ve hatasını anlaması tavsiye edilmekte, bu iki aşama sonuç vermediğinde ise, her iki tarafın daha iyi düşünmelerini temin maksadıyla "mekânsal ayrılık" maddesi/ süreci devreye girmektedir.


Ancak bu ayeti yanlış anlayarak; "Hayır biz kadınları döveriz. Kadın milleti ancak dayaktan anlar. Dövüyorsak aile yuvasını kurtarmak için dövüyoruz. Bunu onun iyiliği için yapıyoruz. Zaten dövmek Kur'an'da vardır. Dayak da cennetten çıkmıştır. Bazı sahabeler de eşlerini dövmüştür. Peygamber dövmese de biz döveriz kardeşim!" diyen basit adamlar ve onlara bu şekilde din anlatan hoca müsveddeleri hep olmuştur ve kıyamete kadar da olacaktır. Böyle tiplerin düşüncelerini değiştirmemiz de zaten zordur. Bu da onların kendi kararıdır; onların bu söylemleri bize göre yanlıştır; hiçbir şekilde katılmamız da söz konusu değildir.


Dolayısıyla bu tür retoriklere dayalı savunmalar, şu an İslam toplumlarında "olan"lardır ve “yaşananlar”dır. Bizim tespit ve teklifimiz ise Müslümanlar arasında "olması gereken"lerdir ve “Müslümanlara yakışanlardır.” Zira medeni müslümanlara yakışan eşine dayak atmak değil bizim tavsiye ettiğimizdir. Çünkü adaletli olan, zulümden uzak bulunan ve bütün dünyanın rahatlıkla örnek alabileceği uygulamalar bunlardır.


Bu bakımdan İslam düşmanları yanlış anlaşılan/ yorumlanan bu ayeti kullanarak kadınları kışkırtırken, İslam'a saldırırken, doğru yorum üzerinde kafa yormak Müslümanların boynunun borcudur; yanlışta ısrar etmek kesinlikle doğru değildir. Bizim ayeti bu şekilde yorumlarken yaptığımız sadece İslam’ı doğru tanıtma çabasıdır. Zira darebe fiilinin 37 anlamı varken sadece birini alıp diğerlerini göz ardı etmek doğru değildir.


Tüm Batı dünyası bu ayete verilen yanlış mana yüzünden İslam'ın kadınlara hiç bir hak vermediğini iddia ederken, her fırsatta dine saldırırken ve bu yolda bir hayli mesafe kat etmişken, kendi içimize kapanıp hala Batılıları haklı çıkartacak tarzda “dayağı savunmak”, bu kelimeyi tek bir anlama hapsetmek, diğer anlamları göz ardı etmek isabetli bir yaklaşım değildir. Kaldı ki Kur’ân’ı en iyi bilen ve anlayan Hz. Peygamber’in hiç yapmadığı ve ashabına da tavsiye etmediği bir uygulamayı meşru göstermeye kalkışıp İslâm’ı yanlış tanıtmak da ciddi bir vebali üstlenmek demektir.


Ayrıca Kur'an'ı en iyi bilen ve onu açıklama görevi de bulunan Hz. Peygamber’in yapmadığı ve tavsiye de etmediği bir şeyi savunmak “sünneti devre dışı bırakmaktır”; Kur’an ve sünnet bütünlüğünü inkâr etmektir. “Ataları aklını kullanmayan ve yanlış yolda giden kimseler idiyse de mi hala ısrarla atalarının peşinden gidecekler?" diyen Kur'an'a kulak vermemektir. Dolayısıyla bu ayet, Kur'an ve sünnet bütünlüğü içinde anlaşılmak zorundadır. Geçmişten gelen yanlış uygulamalar körü körüne savunulmamalı ve devam ettirilmemelidir. 


Yanlış yorumlanan bir ayeti delil göstererek “İslam'da kadın haklarının olmadığını ısrarla seslendiren ve dünyada da epeyce taraftar toplayan kimselere karşı” bir şeyler yapmak gerekmektedir. Elbette dayak dünyada her dönemde olmuştur; bugün de vardır. Ama doğrusu dayağın hiç olmamasıdır. Bu da elbette zordur; ama ideal olan budur. Erkek karısını, anne çocuğunu, patron işçisini, usta çırağını, öğretmen öğrencisini, doktor hastasını, komutan askerini, zengin fakiri dövmemelidir. Hiç kimse bir diğerine ne fiziksel ne sözel ne psikolojik ne de ekonomik şiddet uygulamalıdır. Sadece kurallar hâkim olmalı ve herkes da bu kurallara uymalıdır.


Bu nedenle söz konusu ayetin yanlış yorumu üzerinden İslam karalanırken, genç kızlar dinden soğutulurken, İslam düşmanlarının eline koz/ malzeme verilirken, dinini doğru tanıtmayan ve temsil etmeyen bütün Müslümanlar bundan dolayı sorumludur.


Hz. Peygamber hiç bir zaman eşlerini dövmemiş, eşlerini dövenlere de iyi gözle bakmamış ve onlara tepki göstermiştir. O, her türlü dayağa karşı olmuştur. Çünkü Kur'an'ı en iyi anlayan odur. İşte Hz. Peygamber’in örnek alınacak yönü de budur ve bu yön insanlara en güzel şekilde anlatılmalıdır.
Tekrar belirtelim ki, burada önemli olan, İslam'ın yanlış tanıtılıp tanıtılmaması meselesidir.


Önemli olan, Batılılara hoş/ şirin gözükme çabası değil, İslam'ı doğru anlayıp anlatabilme meselesidir.


Önemli olan, İslam'ı güzel temsil edip edememe meselesidir. Önemli olan, tebliği doğru şekilde yapıp yapamama meselesidir. Önemli olan, insanları İslam'dan soğutup soğutmama meselesidir. Önemli olan, İslam'a atılan iftiraları açıklayarak haksız saldırıları engelleyip engelleyememe meselesidir.
Önemli olan, aklı başında insanları sağlam delillerle ikna edip edememe meselesidir. Önemli olan, düşünen ve sorgulayan insanlara muknî cevaplar verip verememe meselesidir. Dolayısıyla tüm bunları yapmadan Batı dünyasını veya din ile arasına mesafe koyan kesimleri suçlamak yanlıştır.


Elbette Batıda da bir takım yanlışlıklar vardır, insan hakları ihlalleri vardır, kadının sömürülmesi vardır, kadının reklam malzemesi olarak kullanılması, kişiliğinin değil dişiliğinin ön plana çıkartılması vardır. Ama önce Müslümanların kendi kapılarının önünü süpürmesi lazımdır. Kendi yanlışlarını düzeltmeleri lazımdır. Özeleştiri lazımdır. İslam'ın kadına verdiği değeri en güzel şekilde göstermek lazımdır. Ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerinin hiç olmaması lazımdır.


Dolayısıyla bu tür kötü örnekler ulusal medyada haber olunca, daha sonra uluslararası medyaya yansıyınca, bu kötü görüntüler tüm dünya kamuoyunda ilk sıraya yerleşen haber olunca ve adamlar bunu kullanarak İslam'a saldırınca, İslam’ın kadına hiçbir değer vermediğini söyleyince Müslümanların kendilerini sorgulamak yerine “Siz de Kızılderilileri öldürdünüz, I. ve II. Dünya savaşında milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet verdiniz” demeleriyle iş bitmemektedir.


Sonuç olarak, Nisa 34. ayette “nüşuzundan korkulan kadınlar”la ilgili üç aşamalı bir plandan söz edilmekte ve aile yuvasının kurtarılması için yapılabileceklere işaret edilmektedir. Kanaatimizce bu üç aşamalı plan şöyledir: “Etkili iletişim, Cinsel yalnızlık, Mekânsal ayrılık.”  Yani “saliha bir kadın” ile ilgili değil “iffetsizlik yapma tehlikesi belirmiş bir kadınla” alakalı Kur’ân’ın tavsiyesi budur ve Hz. Peygamber’in sahih sünneti de bizim tespit edip önerdiğimiz şekilde olmuştur. (23.05.2008)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar