Kök hücre tedavi amaçlı kullanılabilir mi?
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun aldığı kararda belirttiği üzere kök hücreler hayatın temel taşları ve insan vücudunu oluşturan ana hücrelerdir. Kök hücreler, sınırsız bölünme, her türlü vücut hücresine dönüşebilme ve yeni görevler üstlenme özelliğine sahiptir.
Kök hücre araştırmaları, günümüzün en önemli ve aynı zamanda da en tartışmalı konularından birisi olmuştur. Doku ve organları yenileme bağlamındaki üstün potansiyelinin yanı sıra, doku harabiyeti ve/veya kaybı sonucunda ortaya çıkan pek çok hastalığın ve bozukluğun tedavisinde tıp dünyasında ve toplumda büyük beklentiler doğurmuştur.
Kök hücre araştırmalarında gelinen nokta, gelecek için büyük umutlar vaat etmektedir. Kök hücre araştırmaları beklenen doğrultuda gelişirse, bazı hastalıkların hücre düzeyinde tedavileri yapılabileceği gibi, hücre ve organların nakli için de yeni bir kaynak oluşturabilecektir. Kök hücrelerin üzerinde yürütülecek temel bilimsel araştırmaların yakın gelecekte klinikte tedavisi mümkün olmayan birçok hastalığın tedavisinde önemli açılımlar yapması beklenmektedir.
Böylece, kendini yenileme ve onarma kapasitesi olmayan hücrelerin kaybına bağlı olarak gelişen bazı hastalıklar tedavi edilebilecektir. Bunlar arasında Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, multiple skleroz (MS hastalığı), kaza sonucu oluşan felç ve sinir hücrelerinin yıkımı ile ilgili diğer hastalıklar, kalp krizi sonucu oluşan kalp yetmezliği, osteoartrit (kemik ve eklem iltihapları) veya çeşitli nedenlerle oluşan kıkırdak ve kemik kayıpları, kanser ve bağışıklık sistemi hastalıkları ile şeker hastalığı sayılabilir.
İslam dini, her türlü bilimsel araştırmayı teşvik etmiş, ancak bunların hukuki, ahlaki ve manevi değerler açısından problem oluşturacak ve insanlık için tehlike arz edecek noktalara vardırılmasını ise asla onaylamamıştır. Bu alanda gerekli önlemlerin zamanında ve etkin bir şekilde alınmasını öngörmüştür. Esasen, teknolojinin insanlığın yararı için kullanılması, bilim ve hukuk otoritelerince de savunulmaktadır.
Bu itibarla, hangi şekilde olursa olsun insana, çevreye, ekolojik dengeye ve topluma zarar vermemek kaydıyla, genler üzerinde biyolojik ve tıbbi nitelikli çalışmalar yapmak, İslamî açıdan bir sakınca teşkil etmez; hatta İslâm dini, insanlığa hizmet gayesi taşıyan bu ve benzeri çalışmaları takdir eder. Zira önemli olan ulaşılan bilimsel sonuçların tüm insanlığın “şerrine değil” hayrına kullanılmasıdır.
Nitekim İslam, insan hayatının ve sağlığın korunmasına büyük önem vermiş ve hastalık söz konusu olduğunda tedaviyi önermiştir. Bu bakımdan hastalıkların tedavisinde kök hücrelerin de kullanılabilecek olması sağlık açısından önemli bir gelişmedir.
Zira uzmanların verdiği bilgilere göre kök hücre bölünerek kendini yenileyebilen, sayılarını daima sabit tutan, farklılaşma yetenekleriyle özelleşmiş organları oluşturabilen hücrelerdir. Şu an ki bilimsel gelişmelere göre tespit edilmiş “embriyonik kök hücre”, “mezodermal kök hücre”, “erişkin kök hücre”, “kordon kanı kök hücresi” ve “uyarılmış pluripotent (çok yönlü farklılaşma yeteneği olan) kök hücre” olmak üzere “beş tip kök hücre” bulunmaktadır.
Dolayısıyla hayatı veya hayati önemdeki bir organı kurtarmak amacıyla şartlarına uyularak yapılacak kök hücre nakliyle tedavi olmak dinen caizdir. Hatta bir başkasının hayatını veya hayati önemdeki bir uzvunu kurtarmaya vesile olacağı için kök hücre bağışında bulunmak da dinen sevaptır. Nitekim âyette “Her kim bir hayatı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur…” buyurulmaktadır.
Sonuç olarak günümüzde “kök hücre nakli”, tedavi yolları arasına girmiş olup “embriyonik kök hücre” hariç olmak üzere “diğer kök hücrelerin” rızaya dayanmak, bir zarara uğratılmamak, bağış karşılığında herhangi bir ücret almamak ve devletin yetkili organlarının denetim ve gözetimi altında olmak “kaydı şartıyla” bağışlanması ve bu yolla hastaların tedavi edilmesi dinen caizdir. (15.02.2008)