Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

İslam, iffeti korumayı emreder

A+A-

 

İffet, insanın arzu ve tutkularını kontrol ederek, Allah ve diğer insanlar nezdinde kendisini küçük düşürecek davranışlardan sakınmasını sağlayan bir erdemdir. Yani; hayalı, vakarlı ve şeref sahibi bir birey/şahsiyet olmaktır.

Kendisine ait olmayan bir mala yahut başkalarının ırz ve namusuna el uzatmamaktır. Kendine ait ırz ve namusu korumaktır.

İçindeki ayartıcı şeytanın esiri olmaktan kendini kurtarmaktır.

Nitekim her türlü nefsânî arzulara düşkünlük insanı hayvanlaştırır. Tutkularını dizginleyemeyenlerin hayvanlardan bir farkı kalmaz.[1] Bu nedenle iffet, insanı mânen yücelten bir fazîlettir.

İffetin zıddı, nefsânî arzuların esiri olmaktır. Selim aklın ve inancın kontrolünden uzak bir hayat yaşayan insanlar canlarının istediği her şeyi yapabilirler. Sonunda kendi arzularını ilahlaştırıp dalâleti (sapkınlığı) bile tercih edebilirler. Nitekim Kur’an-ı Kerim, arzularını tanrı edinenleri şiddetli bir şekilde uyarmakta ve kınamaktadır.[2]

Böyle yapanların gittikleri yol yanlıştır. Sonunda uçurumlar ve felaketler vardır. Ebedî olan cennetin kaybedilmesi ve “sonsuza kadar cehennemde kalınması” söz konusudur.

İşte iffet, insanı böylesi tehlikelerden korur. Nefsânî istek ve arzularını kontrol etmeyi öğretir. Kötü davranış ve eğilimleri konusunda onu frenler. Tutkuları karşısında ona bağımsızlık kazandırır. Zira şeytanın ayartmalarına kanmayarak kötü arzularına gem vurmak “gerçek özgürlüktür.”

Kendilerini mânen yüceltmek isteyenlerin yapması gereken şey, öncelikle kendi özgürlüklerini şeytanın ve şeytanlaşmış insanların ellerinden almaktır. Selim akıl ve sahih bir inançla değil de “şeytanın ayartmalarına kanarak” nefsin fücur programını hayata geçirenlerin ahiret hayatında iyi bir yere gelebilmeleri mümkün değildir.

Zira her zaman tutkularına yenik düşenler “ebedi olan ahiret hayatı” yerine, fânî dünyanın geçici güzelliklerine aldanırlar. Bu nedenle Hz. Peygamber dualarında “hidayet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği” istemiştir.[3] Ümmetine de iffetli olmalarını tavsiye etmiştir.

Nitekim Kur’an-ı Kerim, ister erkek olsun isterse kadın, her ikisinin de gözlerini harama bakmaktan sakınmalarını, ırz ve namuslarını korumalarını emretmiştir.[4] İffeti yok eden zinânın “çirkin bir yol” olduğunu belirterek ona yaklaşılmamasını tavsiye etmiştir.[5]

Görüldüğü üzere iffetli olmayı emreden Kur’an ve sünnetin bizden istediği ve beklediği budur. Hakîkî bir mü’min, özgürlüğüne sahip çıkar ve şeytanını etkisiz hale getirir.

Sonuç olarak, şeytanın ve şeytanlaşmış kimselerin aldatmalarına kanmayarak arzularını kontrol altından tutan, meşrû ölçüler içinde onları dizginlemesini bilen kimseler Yüce Allah’a yakın olurlar.[6] Tersini yapanlar ise O’ndan uzaklaşırlar. İffetini koruyanlar Yüce Allah’a yakın olanlardır. Öyleyse Allah Teâlâ’a yakın olanlar “gerçek özgürlüğünü” bulan, O’nun rızasına kavuşan ve ebedî cenneti elde edenlerdir. (18.05.2007)

 

[1] A’râf, 7/179. “…Hayvan sürüsü gibidir bunlar; hayır hayır, doğru yolu kavramakta onlardan da aşağı: körcesine dalıp gitmiş olanlar böyleleridir.”; Furkan, 25/44. “Yoksa sen onlardan çoğunun (senin ulaştırdığın mesajı) dinlediklerini ve akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Hayır hayır, koyun sürüsü gibidir onlar: doğru yoldan hiç mi hiç haberleri yok!”. (Hayvanlar sadece içgüdülerine ve tabiî ihtiyaçlarının sevkine göre hareket ederler. Onlar ahlâkî bir tercihte bulunmazlar. Zira onlar bu bilinçten yoksundurlar. Ancak duygularının esiri olanlar ve bile bile hakikati inkâra şartlananlar, seviye olarak onlardan daha aşağı mertebelere yuvarlanmışlardır. Çünkü akıllarını kullanmamışlardır.)

[2] Furkân, 25/43. “Sen hiç kendi hevâ ve heveslerini tanrılaştıran (birin)i düşündün mü? İmdi böyle birinden de sen mi sorumlu olacaksın?”; Câsiye, 45/23. “Kendi arzu ve özlemlerini tanrı edinen ve (bunun üzerine) Allah’ın, (zihninin hidayete kapalı olduğunu) bilerek saptırdığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği ve gözlerinin üzerine bir perde çektiği (insan)ı hiç düşündün mü? Allah(ın onu terk etmesin)den sonra kim ona doğru yolu gösterebilir? O halde, hiç düşünüp ders çıkarmaz mısınız?”

[3] Abdullah b. Mes’ud’dan nakledilen rivayette Hz. Peygamber’in bir bayram günü yaptığı duada bu ifadeleri kullandığı görülmektedir. Hz.  Peygamber şöyle buyurmuştur: “…Allah’ım! Senden iffet, (gönül) zenginliği, takvâ, hidayet, dünya ve ahirette güzel bir son isteriz…” Rivayeti Abdullah b. Mes’ud’dan Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat adlı eserinde tahric etmiştir. (TABERÂNÎ, Evsât, VII, 306-307). Rivayetin senedinde yer alan Nehşel b. Saîd’in cerh edilmiş bir râvî olduğu görülmektedir. Nitekim onun hakkında Ebû Dâvud et-Tayâlisî ve İshak b. Râhaveyh “kezzâb”, Ebû Hâtim er-Râzî ve Nesâî “metrûku’l-hadis”, Yahyâ b. Maîn “leyse bi şey”, Ebû Zür’a ve Dârekutnî “zayıf”, İbn Hıbbân ise: “Sika râvîler üzerinden onlara ait olmayan hadisler rivayet eder. Hadislerinin yazılması doğru değildir. Ancak taaccüb için yazılır” hükmünü vermişlerdir. (BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, (256/870), et-Târîhu’l-Kebîr, (I-VIII), thk. Seyyid Hâşim en-Nedvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, ts, VIII, 115; UKAYLÎ, Ebu Ca’fer Muhammed b. Ömer, (322/934), Du’afâu’l-Kebîr, (I-IV), thk. Abdülmûtî Emin Kal’acî, Dâru’l-Mektebeti’l-İlmiyye, Beyrut, 1984, IV, 309; İBN EBÎ HÂTİM, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî, (327/938), Kitâbu’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, (I-IX), Dâru İhyâi’t-Türasi’l-Arabî, Beyrut, 1952, VIII, 496; İBN HIBBÂN, Ebû Hâtim el-Bustî, (354/965), Kitâbu’l-Mecrûhîn, (I-III), thk. Mahmud İbrâhim Ziyâd, Dâru’l-Va’y, Haleb, ts, III, 52; İBN ADİYY, Ebu Ahmed el-Cürcânî, (365/975), el-Kâmil fi Duafâi’r-Ricâl, (I-VII), thk. Yahya Muhtar Gazzavî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1988, VII, 57; İBNÜ’L-CEVZÎ, Ebu’l-Ferec Abdurrahman (597/1201), ed-Duafâ ve’l-Metrûkîn, (I-II), thk. Abdullah el-Kâdî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1406, III, 166; MİZZÎ, Cemâlüddin, Ebü’l-Haccac Yusuf b. Zeki, (742/1341), Tehzîbu’l-Kemâl fi Esmâi’r-Ricâl, (I-XXXV), thk. Beşşar Avâd, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1980, XXX, 31-33; ZEHEBÎ, Muhammed b. Ahmed, (748/1374), Mîzânu’l-İtidâl fî Nakdi’r-Ricâl, (I-VIII), thk. Ali Muhammed Muavvid-Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Beyrut, 1995, VII, 50-51; İBN HACER, Tehzîbu’t-Tehzîb, (I-XIV), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1404, X, 427; MÜNÂVÎ, Feyz, IV, 269; V, 50; VI, 295). Heysemî ise bu râvî hakkında bir yerde “kezzâb” olduğunu söylemiş, (Mecma’ I, 240) başka yerlerde de verilen “metrûk” hükmünü (Mecma’, II, 201; V, 340; VII, 158, 208; IX, 46; X, 132) tekrarlamıştır. Sonuç olarak bu rivayetin zayıf olduğu anlaşılmaktadır. (Kezzâb; Zehebî ve Irâkî’ye göre cerhin 1., Sehâvî’ye göre 2. mertebesinde bulunan râvî hakkında kullanılan sîga. Böyle bir râvînin rivâyet ettiği hadis hiçbir surette alınmaz. Bkz. AYDINLI, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, Timaş Yay. İst., 1987, s. 83; Zayîfü’l-hadis; Zehebî’ye göre cerhin 5. mertebesinde bulunan râvî hakkında kullanılan bir sîga. Böyle bir râvînin rivâyet ettiği hadis i’tibâr için alınır. Bkz. AYDINLI, s. 163; Leyse bi-şey; Zehebî ve Sehâvî’ye göre cerhin 4., Irâkî’ye göre 3. mertebesinde olan râvî hakkında kullanılan bir sîga. Böyle bir râvînin rivâyet ettiği hadis hiçbir surette alınmaz. Yahya b. Maîn bu sîgayı cerh için de kullanmakla beraber bazen râvînin az hadis rivâyet etmiş biri olduğu mânâsında kullanır ki bu durumda cerh edici bir sîga olmaz. Bkz. AYDINLI, s. 89; Metrûk; İttiham bi’l-kizb, kesretu’l-galat, fısk, fartu’l-gaflet gibi bir cerh sebebiyle tenkîd edilen râvînin tek başına rivâyet ettiği hadis. Böyle bir râvînin rivâyet ettiği hadis hiçbir sûrette alınmaz. Metrûku’l-hadis ise, metrûk râvî mânâsına kullanılır. Bkz. AYDINLI, s. 99.)

[4] Nûr, 24/30-31. “İnanan erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan (hem fiziksel hem de duygusal olarak) çevirsinler; temiz ve erdemli kalmaları bakımından en uygun davranış tarzı budur. (Ve) şüphesiz Allah onların (iyi ya da kötü) işledikleri her şeyden haberdardır. İnanan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler; iffetlerini korusunlar; (örfen) görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmasınlar; ve bunun için başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar….”

[5] İsrâ, 17/32. “Ve sakın zinâya yaklaşmayın; çünkü bu son derece yüz kızartıcı, azgınca bir davranış ve çok kötü bir yoldur.” (Zina; evlilik dışı cinsel ilişkinin her türü için kullanılan bir tabirdir. Hem evliler hem de bekarlar arası “gayr-i meşrû cinsel ilişkiyi” kapsamaktadır. Bu anlamda flört ve her türlü nikahsız birliktelikler İslam’a göre kesinlikle haramdır. “Çağdaşlığın gereği”, “hangi devirde yaşıyoruz”, “gençler özgür olmalıdır, istediklerini yapmalıdır” gibi bir takım safsatalarla bunu yumuşatmaya veya kaldırmaya kalkışmak bu gerçeği değiştirmez. Öte yandan şunu da ifade edelim ki, inanmış her genç kızın iffetini koruması, bekaretini (mührünü) nikahlı eşinden bir başkasına kesinlikle bozdurmaması gerekir. Zira uzun süreli, doyumlu, mutlu ve huzurlu bir evlilik için bu gereklidir. Aksini savunanların evliliklerinin uzun süreli olmadığı, olanların ise anlamlı, çoşkulu ve sağlıklı yürümediği araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu itibarla, gerek erkek ve gerekse de kadınların cinselliği evlilik sonrasına saklamaları, evlilik öncesi bu tür birlikteliklerden şiddetle kaçınmaları gerekmektedir. Burada kendisi için istediğini başkaları için de istemeyenin insanlık bilincinden yoksun olduğu gerçeğini hatırlamamız uygun olacaktır. Zira bu kural, pek çok gerçeğe ışık tutmaktadır. Tabii ki, bunu da ancak derin kavrayış sahipleri anlayabilecektir. Meselelere yüzeysel bakanların bunu kavrayabilmeleri ise zor görünmektedir.)

[6] Kasas, 28/77. “Öyleyse, Allah’ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca ahiret yurdunda (iyi bir yer tutmanın) yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma!...” (İhtiyaçlarını helal dairesi içinde kalarak karşılayanlar Allah’ın hoşnutluğunu kazanır ve ona yakın olurlar. Zira Allah, haddi aşmayan ve koyduğu sınırları muhafaza edenleri sever.)

 
Önceki ve Sonraki Yazılar