Irkçılık Hiçbir Zaman Çare Değildir
İslâm, insanların dünya ve ahiret hayatında nasıl mutlu olacaklarının ilke ve esaslarını ortaya koyan son dindir. Hz. Peygamber, bu kuralların nasıl uygulanacağını yaşayarak göstermiş son peygamberdir. Müslümanların problemlerinin çözümü için bu iki kaynağa başvurmaları yeterlidir. Ancak her zaman olduğu gibi bu iki kaynağın ne dediğine bakmak yerine şeytan ve taraftarlarının peşinden giden ve kendi şahsi çıkarlarını ön plana çıkaranlar vardır. Böyle kimseler ahiret günü kaybettiklerini anladıklarında iş işten geçmiş olacaktır.
İslâm’a göre bir ülkenin yönetiminde belli bir kavmin/ırkın mensuplarının egemen olması hiçbir zaman söz konusu değildir. İslâm her zaman liyakate önem verir ve ehliyeti esas alır. Bir insanın işinin uzmanı, ahlâklı, becerikli ve güvenilir olması mühimdir. Kadın veya erkek olması, şu veya bu ırktan gelmesi hiç önemli değildir. Önemli olan, kişinin yaptığı işin hakkını vermesidir. Müslümana düşen görev böyle birini seçmek ya da böyle bir kişinin hak ettiği göreve gelmesine destek olmaktır. “Bizden değil” veya “Tamam işte bu bizden” gibi düşünler sakattır. Bir Müslümanın ölçüsü bunlar değildir ve asla olamaz. Atanan ya da seçilen kişi, eğer görevinin hakkını vermiyorsa, onun değiştirilmesinde de hiçbir sakınca yoktur.
Diğer taraftan bir ülkede parayı ve silahı elinde bulunduranlar, hukukun ilkelerini belirleyemez. Konunun uzmanı kimseler adaleti tesis edecek hukuk ilkelerini “vahyin evrensel ilkelerinden” de faydalanarak, uzun istişareler sonucu ortaya koyar, alınan kararlar o toplumda yaşayan insanlara tek tek anlatılır. İnsanlar da bu kararları uzunca bir süre tartışır, varsa aksaklıklar ve eksiklikler giderilir, daha güzeline ulaşılır ve nihayet kanun maddeleri halkın oyuna sunulur. Çoğunluğun dediğine göre o kurallar kabul edilir ve herkes kabul edilen o kurallara uyar/uymak zorundadır. Burada hiçbir etnik kökene ayrıcalık ve üstünlük tanınmaz. Herkes dinini özgürce yaşar, dilini konuşur, kültürünü ve geleneklerini yaşatır. Arap olmak veya Hz. Peygamber’in soyundan gelmek gibi hususlar imtiyaz/üstünlük nedeni olarak gösterilemez.
Anayasaya ve ona uygun hazırlanan kanunlara herkes uymak durumundadır. Hukukun üstünlüğü esastır. Kimse kimseye dayatmada bulunamaz. Şiddet içermeyen her türlü düşünce ve fikir özgürce ifade edilir. Ancak nefret söylemi, hakaret ve ayrımcılık yapmak yasaktır.
Nihayet din kardeşliğe dayanan bir birlik kurulur ve herkes belirlenen esaslara harfiyen uyar. Birliği bozmaya kalkışan, fitne çıkartan, bölünmeyi ve parçalanmayı savunan, ayrımcılık yapan, kendilerine özel imtiyazlar isteyen, hukukun ilkelerine dışına çıkan, silaha sarılan ve terör örgütleri kuranlar suç işlemiş sayılır. Hakların ve özgürlüklerin kullanılması, Anayasada belirlenen kardeşlik ve birlik esasına aykırı olmaz. Yanlış yapan cezasını çeker.
Öte yandan farklı din ve inanç mensupları İslâm devleti sınırları içinde o ülkenin bir vatandaşı da olarak özgürce din ve inançlarını ya da inançsızlıklarını yaşar. Kimse onlara genel ahlâk kurallarına aykırı davranmadıkça hiçbir zorlama ve dayatmada bulunamaz. Hukuk önünde herkes eşit vatandaştır. Sebepsiz yere hakları kısıtlanamaz. Onlardan suç işleyenler olursa hukuk kuralları içinde belirlenen cezalar onlar için de aynen geçerli olur.
Etnik milliyetçilik yaparak kendi kavmini üstün, diğer ırkları küçük görenler kınanır ve ayıplanır. Çünkü insanların farklı ırk ve renklerde yaratılmaları, farklı dilleri konuşuyor olmaları onların tercihi olmadığı gibi bu bir kusur/ayıp/eksiklik/suç nedeni de değildir. Aksine bütün bunlar Yüce Allah’ın varlığının ve birliğinin delillerindendir. Farklı ırka, renge veya dine mensup insanlarla oturup konuşmak, tanışmak ve birlikte yaşamak yerine onları bu özelikleri nedeniyle hor görmek, suçlamak, dışlamak ve ötekileştirmek yanlıştır.
Sonuç olarak, toplumun ve tüm insanlığın sorunlarının çözümü için Kur’ân ve sünnetin ilke ve esaslarını doğru anlamak ve uygulamak yeterlidir. Bu iki kaynağın tavsiyeleri yerine sürekli kavga etmek, ortak aklı devre dışı bırakmak, tefrikaya düşmek, iç savaş çıkartmak veya ırkçılık yapmak yanlıştır. Dar kalıplar içinde düşünmek ve toplumun sorunlarını daha da büyütmek doğru değildir. Hakiki bir mü’mine düşen görev bu ilkeleri öğrenmek ve bu ilkeler ışığında karar vermektir. Bu şaşmaz prensiplere bakarak, bunları ölçü/kıstas alarak yanlış yapan, hatada ısrar eden, menfaatini önceleyenlere hak ettiği dersi vermektir. Bu evrensel ilkeleri savunan, özü ve sözü bir, söylediğini yapan, yaptığını söyleyen, tutarlı, onurlu ve ilkeli mü’minlere her zaman destek olmaktır. (08.02.2013)