İcmâ ve Kolektif Şuur
İslâm, istişareye, fikir teatisine, alternatif düşüncelere her zaman önem vermiş, sevâd-ı azam da “kolektif şuurla” ittifak etmiş, uygun olmayan sübjektif/keyfî/indî düşünceleri dışlamıştır. Bir başka ifadeyle ümmet “genellikle” adalet üzerinde ittifak etmiş, ama dalâlet üzerinde icma etmemiştir. (Bu arada cümledeki “genellikle” ifadesinin altını çiziyorum)
Bununla birlikte zaman zaman ümmetin çoğunluğunun da eksik bilgi, hatalı yorum, maksatlı yönlendirme ve yanlış yaklaşımlar nedeniyle bazı konularda yanılabilmesi mümkündür. Yani, ümmetin de yanılma ihtimali her zaman vardır. Bu husus daima göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer öyle olmasaydı Yüce Allah’ın gönderdiği şu ayetlerin hiçbir anlamı kalmazdı:
“Ey İnsanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz, ama O, hiçbir şeye muhtaç değildir ve hamd O'na mahsustur. O dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize başka mahlûklar yaratır. Bunu yapmak Allah'a zor değildir.”[1]
“Ve yalnızca Rabbindir kendi kendine yeterli, sınırsız merhamet sahibi. O, dilerse siz[in varlığınız]a son verebilir ve daha sonra dilediğini sizin yerinize geçirebilir, tıpkı sizi başka insanların soyundan var ettiği gibi.”[2]
Bu itibarla dalâlete düşüp dinden dönme tehlikesi kıyamete kadar “herkes için” her zaman söz konusudur. Bu nedenledir ki, Allah Teâlâ; “Eğer kim İslâm’dan döner ve sapıklığı tercih ederse, O’nun sevdiği ve O’nu seven mü’minlere karşı alçak gönüllü, hakikat inkârcılarına karşı onurlu, Allah yolunda üstün çaba gösteren ve kınayanların kınamasından korkmayan bir toplum getireceğini”[3] ifade etmektedir.
Bu ayette “toplum” kelimesinin kullanılması oldukça önemlidir. Zira âyet, el-Enfâl 8/53 ve er-Ra’d 11/13 ayetleriyle birlikte değerlendirildiğinde topluma yüklenen ödev ve sorumluluklar çok daha iyi anlaşılır. Çünkü müslüman olmak, sorumluluk almak demektir. Yani; bu ayete göre toplumun veya ümmetin tamamının olmasa da büyük çoğunluğunun dalâleti tercih etmesi imkân dâhilindedir. Dolayısıyla ümmete böyle bir güvence/yanılmazlık/ ayrıcalık/imtiyaz verilmemiştir.
Başka ayetlerde ümmetin Yüce Allah’ın emirlerine karşı gelmesi ve hatada ısrar etmesi halinde onların yerine “başka bir kavmin getirileceğinin” ifade edilmiş olması da “bu ümmetin tamamının yanılıp yanlış kararlar alabileceğinin” delilidir. Şu ayetleri okuyalım:
“(Bakın) eğer [Allah yolunda] savaşa çıkmazsanız, sizi çok çetin bir azapla cezalandırıp yerinize başka bir topluluk getirir ki böyle yapmasında O'na hiçbir şekilde engel olamazsınız: çünkü Allah'ın, her şeyi irade ve takdir etmeye gücü yeter.”[4]
“Bakın, [ey mü’minler] sizler Allah yolunda sınırsızca harcama yapmaya çağrılıyorsunuz: ama sizin aranızda [bile] cimrice davrananlar var! Ve kim [Allah yolunda] cimrice davranırsa, sadece kendisine karşı cimrilik yapmış olur: Çünkü Allah kendi-kendine yeterlidir, hâlbuki siz [O'na] muhtaçsınız ve şayet [O'ndan] yüz çevirirseniz, başka toplumları sizin yerinize geçirir ve onlar sizin gibi yapmazlar!”[5]
Şu uyarıda mü’minlere yönelik bir mesaj niteliğindedir:
“Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez ve Allah insanlara [kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak] bir felaket tattıracağı zaman hiçbir şey bunun önünde duramaz: çünkü onların, kendilerini O'na karşı koruyabilecek kimseleri yoktur.”[6]
Görüldüğü üzere Yüce Allah, bilerek ve isteyerek günah işleyen kimseleri uyarmakta ve “eğer kendi içlerindeki şeytanî sesi etkisiz hale getirmez, şeytanlaşmış insanlarla yollarını ayırmaz, hidayeti/iyiliği hak eder hâle gelmezlerse, onlara rahmetini ve inayetini nasip etmeyeceğini” bu şekilde haber vermektedir.
Yani; ümmetin çoğunluğunun da bazı konularda “yanılma ve yanlış kararlar alma ihtimali” her zaman mevcuttur. Zira yukarıdaki ayetlerin yer aldığı Kur’ân-ı Kerîm evrenseldir ve hükümleri kıyamete kadar geçerlidir Dolayısıyla bu ayetlere göre Şia’nın savunduğu “imamın yanılmazlığı/masumiyeti” görüşü ile Ehl-i Sünnet’in çoğunluğunun savunduğu “ümmetin yanılmazlığı” düşünceleri yeniden gözden geçirilmelidir. Kısaca “imam” da “ümmet” de her zaman yanılabilir, bu ihtimal kıyamete kadar söz konusudur.
Diğer taraftan usule uygun yapılmış içtihatları “İcmaa aykırı” diyerek reddetmek de doğru değildir. O içtihadın hatalı olma ihtimali olsa da doğru olma ihtimali vardır. Zira anlam ve yorum arasında fark vardır; anlam sabit, yorum ise sübjektiftir. Şartlar ve zaman sürekli değişeceği için kıyamete kadar “yorum yapma” imkânı mevcuttur. Kimsenin bu kapıyı kapatması mümkün değildir. İç tutarlılığa ve sistematiğe sahip içtihadı keyfi gerekçelerle yok saymak doğru değildir. Merkeze Kur’ân’ın temel ilkelerini alan, çevresinde de sahih sünnet ve icma’ın olduğu muteber bir içtihat kıyamete kadar gerekli ve zaten olmak zorundadır.
Nitekim delil, kaynağa götüren rehber demektir. İcma ve kıyas, insanı Kur’ân ve sünnete götürür. İcma’ın delili, Kur’ân’ın birliği emreden ayetleri, Hz. Peygamber’in beraberliği tavsiye eden söz ve uygulamaları ve sahâbenin geliştirdiği yol ve yöntemlerdir. İcma, ümmetin Kur’ân ve sünneti anlamadaki ortak paydasını temsil eder. Muteber icmaa karşı çıkmak bu iki kaynağa karşı çıkmak anlamına gelebilir. Yüce Allah her şeye çeşitlilik koyduğu gibi insanlar arasında da görüş farklılıklarının olmasını mümkün kılmıştır. Ancak bu farklılık sağlam delile dayanmalı ve uyum/ahenk içinde olmalıdır. Nitekim DNA’nın yapısında da çeşitlilik vardır ama DNA mükemmel bir uyum içindedir.
Diğer taraftan “son gemi ve sığınak olan İslâm’ı” gelecek nesiller için korumak görevi mü’minlerin omuzlarındadır. Bu ise sağlam verilerin/bilgilerin ışığında yapılacak güvenilir içtihatlarla ve kolektif şuurla mümkün olabilir. Nitekim kolektif şuur, sadece müçtehitlerin bir araya geldiği ve yaptığı değil, ümmetin üzerinde ittifak ettiği husustur ve spontane gelişir. Müçtehitlerin bir konudaki görüşlerinin bir araya toplanmasıyla ve ümmetin ortak kabulüyle gerçekleşir.
Bu bakımdan icma, müslümanları Kitap ve sünnete götüren ana yoldur. Birlik ve ortak hareket ediştir. Günümüzde uluslararası arenada müslümanların gösterdiği parçalanmışlığın/ dağınıklığın hoş görülmesi ve onaylanması mümkün değildir. Bu itibarla, dünyanın herhangi bir yerinde inancı ne olursa olsun bir insan ağlıyorsa, yaşam hakkı, din ve vicdan özgürlüğü tehdit altındaysa, İslâm ümmetin bu sorunu çözmesi boyunlarının borcudur.
Özetle;
İçtihat kapısı sonuna kadar açıktır. Hiçbir kimsenin bunu kapatabilmesi mümkün değildir. Uzman âlimler zaman zaman belli konuları müzakere etmek için bir araya gelmeli, kurumsallaşma olmalı ve kaliteli düşünce kuruluşları faaliyetlerine aralıksız devam etmelidir. Uzman kişiler, bir araya gelerek icmalarıyla topluma önderlik yapmalıdır. Stratejik yol haritaları belirlenmelidir. Zira ümmet olmanın bir vasfı da bölünmemek ve parçalanmamak, ortak noktalarla buluşmak ve birlikte hareket etmektir. Şurası da bir gerçektir ki, “kendi iradesine sahip çıkmayan bir toplum” icmada da asla başarılı olamaz.
Adalet olmazsa icma olmaz. Adaletsiz bir ülke ise ayakta kalamaz. Böyle ülkeler bölünür ve parçalanır. Dolayısıyla ülkede ve tüm dünyada adaleti tesis etme görevi mü’minlerin omuzlarına yüklenmiştir.
Batılıların geliştirdikleri bazı sistem, kavram, paradigma, vs. doğrudan alıp uygulamak yerine bunlar öncelikle İslâm’ın evrensel ilkelerine, toplumun örf, adet ve kültürüne uygun hale getirilmelidir.
Elitlerin, liberallerin, kapitalistlerin, materyalistlerin, pozitivistlerin vs. sesinden ziyade halkın sesine kulak verilmeli, “doğru kaynaklardan beslenmiş çoğunluğun tercihleri” mutlaka dikkate alınmalıdır.
Müslümanların arkada zayıf bir ümmet bırakmaları vebaldir. Bunun sorumluluğu büyüktür. Bir icma nesli yetiştirmek için bugün tohumlar toprakla buluşmalı, bunlar sulanmalı, beslenmeli ve çok iyi yetiştirilmelidir.
Elbette âlimlerin fikir düzeyinde ihtilafı rahmettir. Bu bakımdan ihtilaf (sağlam delile dayalı farklı görüşler) ayrılık sebebi olmamalıdır.
Diğer taraftan iddianın aksine mezhepler aramıza ayrılık tohumları ekmemiştir. Mezhepler vardır ve olmalıdır; ancak olmaması gereken mezhep taassubu ve mezhepçiliktir.
Sonuç olarak, ümmetin çoğunluğu bazı konularda yanılabilir, yanlış yönlendirmeler sonucu ümmet yanlış kararlar alabilir, yanlış kişileri destekleyebilir, bilmeksizin onların peşinden gidebilir. Dolayısıyla yapılması gereken, her zaman Kur’ân ve sahih sünnetin ilkelerine sahip çıkmak, iç tutarlılığa ve sistematiğe sahip içtihadı ve icma’ı desteklemektir. Bu bakımdan merkezde Kur’ân’ın olduğu, çevresinde de sahih sünnet ve sağlam icma’ın yer aldığı güvenilir içtihat kıyamete kadar olmak ve ehlince yapılmak zorundadır. (17.05.2013)
[1] el-Fâtır 35/15-17.
[2] el-En’âm 6/133.
[3] el-Mâide 5/54.
[4] et-Tevbe 9/39.
[5] Muhammed 47/38.
[6] er-Ra’d 13/11. Ayrıca bkz. el-Enfâl 8/53.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.