Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Hz. Peygamber kıyametin büyük alametlerini bildirmemiştir

A+A-

Kıyâmetin ne zaman kopacağı konusu her zaman insanların ilgisini çekmiş ve bununla ile ilgili sahâbe de Hz. Peygamber’e pek çok soru sormuştur. Bir keresinde bedevîler Rasûlullah’ın yanına gelerek; (متى الساعة) “Saat ne zamandır?” diye sormuşlar, o da içlerinden en genç olanına bakarak; “Şu çocuk yaşarsa, sizin kıyâmetiniz kopmadan ona ihtiyarlık erişmez” buyurmuşlardır.

Buhârî, tahric ettiği rivâyetin sonunda “hadisin râvilerinden olan Hişam’ın” saatten maksadı; “o gün yaşayanların ölümü” şeklinde açıkladığını kaydetmiştir. Yani; Hz. Peygamber muhataplarına “bu çocuk yaşarsa, sizin öldüğünüzü, kıyâmetinizin koptuğunu görecektir” demiş ve “saat” kelimesini “kıyâmet-i suğrâ” (kişisel kıyamet) anlamında kullanmıştır.

Aynı şekilde Hz. Ali’den nakledilen bir diğer hadiste, Hz. Peygamber’in sabah namazını kıldırdığı esnada kendisine (متى الساعة) “Saat ne zamandır?” diye soran kişiyi namaz sonrası yanına çağırıp oturtarak, “Falcılara inanılıp kader yalanlandığı, emânetler yağmalandığı, sadaka almaya düşkünlük gösterildiği ve fuhuş yaygınlaştığı zaman” (فعند ذلك هلك قومك) (işte o zaman senin kavmin helak olmuştur) diyerek kavminin helâk olacağını söylemiş ve Hz. Muhammed, bununla “kıyâmet-i vustâ”yı (toplumsal kıyameti) kast etmiştir.

Yine Ebû Hureyre’den nakledilen bir diğer hadiste ise Hz. Peygamber konuşma yaparken yanına gelerek (متى الساعة) “Saat ne zamandır?” diye sual soran kişiye: “Emânet zâyi edildiğinde saati bekleyin” diye cevap vermiş, bu kimse: “Emanet nasıl zâyi edilir?” deyince ise; “İş, ehil olmayanlara tevdî edildiği zaman saati bekleyin” diyerek mukabelede bulunmuştur. Dolayısıyla burada da “saat” kelimesiyle Hz. Peygamber “bir toplumun çöküşü ve yok oluşu” demek olan “kıyâmet-i vustâ”yı yani; “toplumsal kıyameti” kastetmiştir.

Görüldüğü üzere Hz. Peygamber bu tür sorulara muhatap olduğunda “küresel kıyâmet”in değil, “kişisel veya toplumsal kıyâmet”in alâmetlerini haber vermiştir. Zira bu ve benzerî rivâyetlerin amacı “küresel kıyâmetin vaktini bildirmek” değil, “tamamen ahlâkî ve sosyal çözülmenin zararlarını dile getirmektir.” Bu itibarla, kozmolojik bir olay olan “küresel kıyâmet”in “kişisel veya toplumsal kıyametle” hiçbir alâkası yoktur.

Nitekim Râgıb el-Isfahânî, “saat” kelimesini izah ederken “kıyâmet-i suğra”yı, ferdin ölümü, “kıyâmet-i vustâ”yı bir neslin yok olması yani; “toplumsal kıyamet” ve “kıyâmet-i kübra”yı da “küresel kıyâmet” şeklinde açıklamıştır. Netice îtibârıyla, Hz. Peygamber’in “saat” kelimesini hangi anlamda kullandığı çok önemlidir ve benzerî rivâyetlerin anlaşılması ve yorumlanmasında bu husus göz ardı edilmemelidir. Aksi halde kafa karışıklıkları daha da artacak, hadis rivayetlerinde “saat” kelimesinin geçtiği her yere “küresel kıyâmet” anlamı verilecek ve Hz. Peygamber de yanlış tanıtılmış olacaktır. Kanaatimizce asırlardır yapılan yanlış “tam da budur.”

Enes b. Mâlik’ten nakledilen bir diğer hadiste ise Hz. Peygamber’in çölden gelen bir şahsın kıyâmetin ne zaman kopacağıyla ilgili sorusuna yine “soruyla cevap vererek”: “Peki senin kıyâmet için bir hazırlığın var mı?” şeklindeki mukâbelesi üzerine o kişi; “Benim, Allah ve Rasûlünü çok sevmekten başka bir hazırlığım yok” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “O zaman sen sevdiklerinle berabersin” demiş ve orada bulunanların: “Peki ya biz?( ne olacağız?)” sorusu üzerine de Hz. Peygamber: “Siz de öyle” cevabını vermiştir. Râvi, naklettiği bu rivâyetin sonunda “Hz. Muhammed’in o gün ki açıklamasının” kendilerini çok mutlu ettiğini söylemiştir.

Burada da görüleceği üzere Hz. Peygamber, kendisine her ne zaman “bu tarz bir soru” sorulacak olsa, muhataplarına “küresel kıyâmetin alâmetleri”nden hiç bahsetmemiş, aksine “kendi ölümlerini düşünmeye ve ahirete gereken hazırlığı yapmaya” davet eder nitelikte sorular sormuştur. Böylelikle Hz. Muhammed, ashabının teferruatla uğraşmamalarını istemiş, almaları gereken esas mesaja yoğunlaşmalarını sağlamış, onlara meselelere çok boyutlu ve geniş açıdan bakmayı öğretmiş ve her zaman mantıklı ve tutarlı düşünmelerini salık vermiştir.

Hz. Peygamber’in bu konudaki bütün dikkat ve çabalarına rağmen kaynaklarda ona nispet edilen birçok rivayette “kıyâmet alâmetleri”nden söz edilmektedir. Bu rivâyetleri değerlendirenler, “kıyâmet alâmetleri”ne dâir bu bilgilerin özellikle Yahûdî ve Hıristiyan geleneğinde yaygın olarak bulunduğunu ve İslâmî kaynaklara da buralardan geçtiğini belirtmişlerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “kıyamet öncesi” değil “kıyâmet esnasında” meydana gelecek “fizîkî değişimler şeklinde alâmetlerin” yer aldığını, ancak kurtarıcı “mehdî” veya “deccâl”den hiç söz edilmediğini ifâde etmişlerdir.

Tayyip Okiç de, bu rivâyetlerin İslâmî kaynaklara girmesinde ve Hz. Peygamber’e nispet edilmesinde Yahûdîlik’ten ve Hıristiyanlık’tan ihtidâ edenlerin mühim rollerinin olduğunu belirtmiştir. Diğer taraftan “kıyâmet alâmetleri”nden bahseden rivâyetleri tetkik edenlerden bazıları, “konunun dînî boyutu yanında, fizîkî ve sosyal antropolojinin izlerinin de dikkate alınmasını, bunun ise dînîn beşer üstü özelliğinin ortadan kaldırılmadan ve bir ideoloji haline dönüştürülmeden yapılması gerektiğini” savunmuşlardır.

Nitekim onlar, vahiyle tespit edilmemiş hususların birçoğunda fizîkî ve sosyal antropolojinin izlerini görmenin mümkün olduğunu, Kur’an’da bulunmamasına rağmen “mehdî”, “deccâl” ve “Mesîh” inançlarının bazı İslâmî kaynaklara Kitab-ı Mukaddes’teki anlamlarına yakın şekillerde geçtiğini ifâde etmişlerdir. Bununla birlikte “kıyâmet alâmetleri” inancının peygamberlerin tebliği sûretiyle oluşan “bir inanç olmadığını”, insanların meraklarını gidermek, endişelerini ortadan kaldırmak ve hayallerini genişletmek gibi bazı “beşerî faktörlerden doğduğunu” ve bu bahsedilen alâmetlerin hiçbirinin Kur’an’da yer almadığını, zayıf veya uydurma hadislere dayandığını ve benzerî haberlerin bütün eskatoloji kitaplarında görüldüğünü belirtmişlerdir.

Diğer taraftan bazı kaynaklarda yer alan “kıyâmet alâmetleri”nin henüz vâki olmaması ve hiçbir insanın müşâhede etmemesi nedeniyle, akıl ve tecrübelerle doğrulanmalarının mümkün olmadığı bilinmektedir. Bu alâmetlerin insan zihninde bazı konuları canlandırmaya yarayan semboller oldukları, lakin zamanla bu sembollerin müşahhaslaştırıldıkları ve “bilfiil vâki olacak olaylar” şeklinde telakkî edilebildikleri de unutulmamalıdır. Sahih hadis mecmûalarında yer alan bazı “kıyâmet alâmetleri”nin tafsilden uzak ve müphem ibârelerle nakledilmesi bu ihtimali akıllara getirmektedir. Bunların bir kısmı muhtevâ olarak Kur’an’ın çizdiği çerçevenin dışına çıkmamaktadır. Öte yandan bazı rivâyetlerin ise “zaman ve biçim yönünden” tasvir edildikleri görülmektedir. Nitekim “mehdî”, “deccâl” ve “Hz. Îsâ’nın gelip yeryüzünde şu kadar süre hüküm sürecekleri” şeklindeki ifâdeleri “kıyâmetin ansızın kopacağı” esasıyla bağdaştırmak mümkün değildir. Zîra onların kaldıkları süre sonunda eğer kıyâmet kopacaksa “bu önceden bilineceği için” âyetlere aykırı bir durum ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bu tür rivâyetlere son derece ihtiyatlı yaklaşılması gerekmektdir.

Hz. Peygamber, kıyâmetin “ansızın kopacağına ilişkin misalleri” sahâbelerine onların çok daha rahat anlayacağı örnekler üzerinden (yani; tarım, hayvancılık ve ticaret) vermiştir. Nitekim Hz. Peygamber, Ebû Hureyre’den rivâyet edilen “sahih bir hadiste” şöyle buyurmuşlardır: “…Alış-veriş için bir araya gelen iki kişi, bir elbiseyi açacaklar, satış işlemi tamamlanmadan ansızın kıyâmet kopacak, o elbiseyi tekrar kaldırıp katlamaya fırsatları olmayacak. Bir kişi devesini sağacak, ancak sağdığı devesinin sütünü içmek nasip olmadan ansızın kıyâmet kopacak. Bir kişi havuzunu sıvayıp tamir edecek ancak, tamir ettiği havuzun suyunu kullanmak ona nasip olmadan ansızın kıyâmet kopacak. Yemek yiyen bir kimse, lokmasını ağzına götürürken ansızın kıyâmet kopacak ve o yemeği yemek ona nasip olmayacak.”

Hz. Muhammed, bu kadar açık ve seçik bir şekilde ve Kur’an-ı Kerim’le uyumlu olarak “kıyâmetin ânîden ve hiç beklenmedik bir anda” kopacağını beyan etmiş olmasına rağmen, hâlâ Hz. Peygamber’i sürekli “kıyamet alâmetlerinden” bahseden biri olarak tanıtmak doğru değildir.

Diğer taraftan İbn Hacer de “kıyâmetin ansızın kopacağı” kanaatindedir. Çünkü o, söz konusu sahih hadisi değerlendirdikten sonra: “Bütün bunlar kıyâmetin ansızın kopacağına işarettir. Tıpkı Allah Teâlâ’nın (لا تاتيكم الا بغتة) ‘Sizi umulmadık bir anda yakalayacak’ sözünde olduğu gibi” demektedir.

Bu bakımdan Hz. Peygamber’in zaman zaman bir takım sembolleri ve müphem ifâdeleri kullanarak insanları bilgilendirmesi mümkün olmakla beraber, her zaman Kur’an-ı Kerim’le uyumlu tespitlerde bulunduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Diğer taraftan Hz. Peygamber’in bazı açıklamalar yaparken mecâzî ifadeler kullandığı, tergib (teşvik) ve terhib (korkutma/ sakındırma) amaçlı sözler söylediği de bir gerçektir. Ancak onun bu sözlerini nakledenlerin yanlış anlayarak bazı eklemeler yapabilecekleri veya sembolleri müşahhaslaştırabilecekleri ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim “kıyâmet alâmetleri” olarak sayılan bazı hususlarda bunları görebilmek mümkündür.

Sonuç olarak, “kıyâmet alâmetleri”nden bahseden rivâyetleri sadece senedlerine veya sadece metinlerine bakarak “mutlak doğrular/ mutlak yanlışlar” şeklinde algılamak ve alalacele hükümler vermek doğru değildir. Veya zorakî yöntemlere başvurarak rivayetin söylemediği şeyleri onlara söyletmek de uygun değildir. Bunların yerine söz konusu hadis rivayetleri “daha sağlıklı ve güvenilir sonuçlara ulaşmak amacıyla” Kur’an ve sahih sünnet bütünlüğ içinde, eleştirel bir gözle, seçici dikkatle, bütüncül bir bakışla ve çok yönlü değerlendirilmelidir.[1] (28.09.2007)

 


[1] Ayrıntılı bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri” adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 168-172.

Önceki ve Sonraki Yazılar