Hz. Peygamber Gaybtan haber vermiş midir?-2
Hz. Peygamber’in savaşta kahramanlık gösteren bir kişi hakkında, orada bulunanların kanaatlerinin aksine, onun cehennemlik olduğunu söylemesi de “gelecekten haber verme” şeklinde değerlendirilmemelidir.
Zîra Rasûlullah’ın o kişiyi önceden tanıması ve hangi maksatla savaştığını fark etmesi, bu nedenle de şehît olamayacağını belirtmesi mümkündür. O, bu tavrıyla amellerin niyetlere göre değer kazandığını mü’minlere öğretmeyi amaçlamış olmalıdır. Sonradan anlaşılacağı üzere söz konusu kişi, kavminin şerefi ve kendi yiğitliğini göstermek için savaştığını yaralı haldeyken itiraf etmiş, daha sonra da yaralarının acısına dayanamayarak intihar etmiş ve Hz. Peygamber’in bu tespitini haklı çıkarmıştır.
Öte yandan “Rasûlü Ekrem’in gaybtan haber verdiğini ispat eden rivâyetler, tek tek ele alındığı zaman kesin bilgi ifâde etmeseler de, bu nevi haberlerin çokluğu, ayrı ayrı her olay hakkında olmasa da, onun gaybtan haberdâr kılındığının mânevî tevâtür derecesine ulaştığını gösterir” denilmektedir. Oysa burada unutulmaması gereken husus, Allah Teâlâ’nın bildirdiği ölçüde Hz. Peygamber’in gayba vâkıf olabileceğidir.
Zîra âyet-i kerime’de “(Yalnız) O bilir yaratılmışların kavrayış sınırlarının ötesindekini ve hiç kimseye açmaz kendi erişilmez derinlikteki sırlarını, seçmekten hoşnutluk duyduğu elçisi hariç…” buyurulmaktadır.
Bununla birlikte, “Aklın sınırını aşan müteşâbih âyetlerin bulunduğunu kabul ettikten sonra, âyetin geldiği kaynakla devamlı temas halinde olan bir Peygamber’in gayb ve benzeri konularda zamanla anlaşılabilecek hadisler söyleyebileceğini kabul etmemenin mantikî bir izahının olamayacağı” ifâde edilmekte ve “Hz. Peygamber’in gaybtan haber vermesinin mûcize olduğunu, Sahihayn ve diğer hadis kitaplarındaki cennet, cehennem, şefaat ve mi’rac gibi konularla ilgili hadislerin tamamını inkâr etmenin onun bu cephesini görmezlikten gelme anlamı taşıdığı” belirtilmektedir.
Bu ifâdeler kısmen doğru olmakla beraber, Hz. Peygamber’in gayb bilgisinin sınırını tespit etmenin imkânsızlığı da ortadadır. Dolayısıyla, hadis âlimlerinin isnad açısından tenkit ederek zayıf ya da uydurma kabul ettikleri gaybî hadislerin “bir bilgi değerinin olmadığını” kabul etmek ve bunların nakledilmesine karşı çıkmak gerekir.
Nitekim Mâturîdî, mucize ile desteklenen ve ismet sıfatına sahip olan Hz. Peygamber’in verdiği haberin kalbi tatmin eden en doğru haber olduğunu, ancak “böyle bir haberin” ondan sâdır olduktan sonra “hata yapmaları ve yalan söylemeleri mümkün olan” ve bu gibi özelliklerden korunduklarına dâir elde delil bulunmayan “kişiler aracılığıyla/ raviler” geldiğini, bu nedenle bunların doğruluğunun araştırılması gerektiğini belirtmiştir.
Sahih hadislerin gaybla ilgili konularda bilgi vermesi mümkün olmakla beraber, bazı gaybî hadislerin diğer haberler gibi metin tenkîdi açısından değerlendirilme şansları yoktur. Nitekim bazı hadisler vardır ki onlar, isnâd sistemi açısından hadis âlimlerinin koyduğu ölçülere göre sahih kabul edilmektedir. Metin açısından ise insanların kendi akıl, mantık ve ulaştıkları bilimsel veriler ışığında değerlendirmeleri söz konusu olacağından bazı tartışmaları da beraberinde getirmesi kaçınılmazdır.
Aklın metafizik konuları anlamakta yetersiz kalması doğru olmakla beraber, imkân ve yeterlilik ölçüsünde aklî ve naklî deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle bu tür rivâyetler anlaşılmaya çalışılmalıdır. Bununla birlikte gaybla ilgili hadislerde mecâz unsurunun ağır bastığını da dikkat almak gerekir.
Zîra din, tabiatı gereği büyük ölçüde soyut kavramlar alanı olup bazı konularda sembolik anlatım elzemdir. Gayb konusunda sembolik dille ortaya konulan bazı dinî ifâdelerin, sağlanabilirliğe ve gerçeklikle karşılaştırılmaya esas teşkil etmeyeceği de açıktır. Bu itibarla, gayb dünyasıyla ilgili meseleler anlaşılmaya çalışılırken âyet ve hadislerin lafızlarının zorlanması “ilmî ve sağlıklı bir yöntem” değildir.
Sonuç olarak Hz. Peygamber, kendisine bildirildiği kadarıyla gaybı/ geleceği bilmektedir ve onun gayb bilgisinin sınırını tespit etmenin zorluğu da ortadadır. Ayrıca, Hz. Peygamber’in görevi gayb âleminin sırlarını açıklamak değil, Allah tarafından kendisine inzal edilen Kur’ân’ı tebliğ ve tebyin etmektir. Nitekim o, hem bir müjdeci hem de uyarıcı olarak bu vazîfesini hakkıyla yapmıştır. (04.04.2008)