Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Hz. Peygamber Gaybtan Haber Vermiş midir? -1

A+A-

Fiten hadisleri (gelecekten haber veren hadisler) konusunda doğru değerlendirmeler yapabilmek ve Hz. Peygamber’in gaybı ne kadar bildiğini anlayabilmek için öncelikle Kur’an ve sahih sünnetin meseleye bakışını çok iyi tespit etmek gerekir. Zira tespit edilen bu kriterler ışığında yapılacak yorum ve değerlendirmeler daha sağlıklı ve isâbetli sonuçlara ulaşmaya imkân sağlayabilir.


Bir beşer olarak diğer insanlardan farkı olmayan, ancak kendisine vahyedilen Hz. Peygamber, Yüce Allah bildirmedikçe “gayb olan geçmişi, o an yaşanan olayların iç yüzünü ve geleceği” bilememiştir. Bu husus, sadece son peygamberle ilgili olmayıp bütün peygamberler için geçerlidir.


Nitekim âyet-i kerimede “Böylece (Allah), vahyedilmesini uygun gördüğü her şeyi kuluna vahyetmiş oldu” denilmektedir. Bu ifâde ile “En derûnî anlamıyla, Allah’ın seçilmiş peygamberlerine bile varlığın, hayatın ve ölümün gerçek anlamını, evreni yaratmasındaki maksadını ve bizzat evrenin kendisinin gerçek mahiyetini tamamen açmadığı” anlatılmak istenmiştir.


Hz. Peygamber’i sihirbaz ve kâhinlerle karıştıran, onun şahsiyetini ilah, cin ve melek şeklinde düşünen, sadâkatini ancak gaybtan haber vererek ispat edebileceğine inanan “yahûdî, hıristiyan ve müşriklere karşı” Kur’an-ı Kerim, Rasûl-i Ekrem’e; “Melek olduğunu söylemediğini, insan idrâkini aşan şeyleri bildiğini iddiâ etmediğini ve Allah’ın hazînelerinin de kendi yanında olduğunu ileri sürmediğini” söylemesini emretmiştir.


Nitekim söz konusu âyet-i kerime şöyledir: “(Ey Peygamber) de ki: ‘Allah dilemedikçe, kendime bir yarar sağlamak ya da kendimden bir zararı uzaklaştırmak benim elimde değil. Eğer insan kavrayışının ötesinde olanı (gaybı) bilseydim, muhakkak ki, bahtiyarlık adına ne varsa ondan payıma daha çoğu düşerdi ve kötülük asla yaklaşmazdı bana. (Ama) ben sadece bir uyarıcıyım ve inanan bir topluma iyi haberler getiren bir müjdeci!”


Mâturîdî (ö. 333/911), bu âyeti; “Ben gaybı bilseydim ve bu sâyede size gelecek zararları giderip, menfaat elde etmenize vesîle olabilseydim bana îmân ederdiniz. Bana îmân edenlerin sayısının çok olması da Allah katında sevâbımın artmasına sebep olurdu” şeklinde tefsir etmiştir. Zemahşerî (ö. 538/1143) de: “Eğer gaybı bilseydim harplerde bazen galip bazen mağlup, ticarette bazen kârlı bazen zararlı, yönetimde bazen isâbetli bazen hatâlı olmazdım” şeklinde yorumlamıştır. Fahreddin er-Râzî ise (ö. 606/1209), bu âyetin “Rasûlullah’ın gaybı bilmediğini açıkça ortaya koyduğunu” ifâde etmiştir. 


Nitekim Hz. Peygamber, yaşadığı devirdeki birçok olayın iç yüzünden haberdar değildir. Hz. Muhammed, âyet-i kerime indirilinceye kadar İfk hadisesinin (6/627) doğru olup olmadığını, Tebük seferine (9/630) katılmayanların ileri sürdükleri mâzeretlerin ne derece gerçek olduğunu ve Mescid-i Dırâr’ı inşâ edenlerin niyetlerinin Müslümanları parçalamak olduğunu önceden bilememiştir.


Târihe elim vak’alar olarak geçen Reci’ (4/625) ve Bi’r-i Mâûne (4/625) hâdiseleri de Hz. Peygamber’in kendisine bildirilmedikçe gelecekten habersiz olduğunu göstermektedir. Nitekim Hüzeyl ve Necid’lilerin “İslâmiyet’i öğrenmek istiyoruz” bahânesi ile Rasûlullah’tan öğretici istedikleri, sonra da bu kimselere suikast düzenledikleri ve acımasızca bu masum öğretmenleri şehit ettikleri tarîhen sâbittir. 

İşte Allah Rasûlü, eğer onların bu kötü maksadını çok daha önceden bilseydi, bu yetmiş sahabîyi oraya kesinlikle göndermezdi. Zîra Hz. Peygamber’i çok yakından tanıyan Enes b. Mâlik, hâfızların öldürüldüğü o gün “Rasûlullah’ı daha önce hiç bu kadar üzgün ve sarsılmış görmediğini” ifâde etmiştir.


Aynı şekilde Mû’te harbinde (8/629) şehid olan Zeyd b. Hârise, Abdullah b. Revâha ve Ca’fer b. Ebi Talib’in ölüm haberlerini aldığı zaman çok üzüldüğü ve gözlerinden yaşların aktığı da kaynaklarda mevcuttur. Bu ifâdeler, Rasûlullah’ın “ölüm haberi kendisine ulaşmadan önce” bu üç sahabînin şehit edildiği bilgisinden habersiz olduğunu göstermektedir.


Öte yandan bir düğün töreninde “Aramızda yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var” diye şiir söyleyen câriyeyi Hz. Muhammed nezaketle uyarmış; “Hayır öyle demeyin! Yarın ne olacağını ancak Allah bilir” diyerek böyle bir sözün doğru olmadığını ifade etmiş ve gördüğü yanlışı hemen düzeltmiştir.


Osman b. Maz’un hakkında da; “Allah’ın sana ikramda bulunacağına şehâdet ederim” diyen Ümmü’l-Â’la’ya (ö. 6/627) hitâben: “Allah’ın ona ikram edeceğini nereden biliyorsun?” diye bir soru sormuş, onun: “Anam, babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü! Peki, Allah kime ikram eder?” diye cevap vermesi üzerine o; “Osman b. Maz’un ölmüştür ve onun için Allah’tan hayır dilerim. Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’ın Rasûlü olduğum halde ne muamele göreceğimi bilmiyorum”  diyerek insanların yanlış fikirlere kapılmasını önlemiştir. Hz. Peygamber’in bu tarz ifâdeleri, onun “insan kavrayışının ötesindeki gerçeklere” yani; “gayba” tam anlamıyla muttalî olmadığının bir göstergesidir.


Mahşerde ümmetinin affedilmesini isteyen Hz. Peygamber’e; “Sen onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun” denileceği haber verilmektedir. Bu hadîs-i şerif, gelecekte ümmetinin neler yaptığından Hz. Peygamber’in bilgisinin olmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim Hz. Îsa’dan sonra, onun takipçilerinin yaptıklarından da Hz. Îsa’nın haberinin olmadığını  Kur’an-ı Kerim bildirmektedir. Bu bakımdan gelecekte yaşanacaklar konusunda bütün peygamberlerin sınırlı bir bilgiye sahip oldukları anlaşılmaktadır.


Aynı şekilde, Hz. Peygamber’in kâdı (hâkim/ yargıç) olarak hüküm verirken dâvâsını daha iknâ edici delillerle savunanın lehine hüküm verebileceğini, hakîkatte kimin haklı kimin haksız olduğunu bilemeyeceğini, bu nedenle haksız olan tarafın, dâvâsını iyi savunarak karşı tarafın hakkını almamasını tavsiyesi de “onun gaybı bilmediğini” göstermektedir.


Nitekim Hz. Âişe: “….Kim Muhammed’in yarın ne olacağını haber verdiğini sanıyorsa, şüphesiz o Allah’a büyük bir iftirâda bulunmuş olur. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Göklerde ve yerde olan hiç kimse, (yani) Allah’tan başka (hiç kimse), yaratılmışların duyu ve tasavvur alanı dışında kalan gerçekleri bilemez. (Yaratılmış olanlar) öldükten sonra ne zaman diriltileceklerini de bilemezler’”demektedir.


Hz. Âişe’nin bu beyânına rağmen aktarılan bir rivâyette, ‘Hz. Peygamber’in sabah namazını kıldırıp minbere çıktığı ve öğlene kadar konuşma yaptığı, daha sonra öğle namazını kıldırıp ikindiye kadar konuştuğu, müteakiben ikindiyi kıldırıp güneş batıncaya kadar konuştuğu ve kıyâmete kadar olmuş ve olacak bütün şeyleri anlattığı” ifâde edilmektedir. Bu rivâyet daha en baştan, “namazı kısa tutmayıp hasta, zayıf ve ihtiyaç sâhiplerini gözetmeyerek insanları camiden soğutan imamları sert bir şekilde uyaran ve insanların sıkılmasını hoş karşılamayan”, “Allah’a yemin olsun ki, sözü yeteri kadar söylemeyi uygun görürüm.

Şüphesiz sözü tadında bırakmak, uzatmaktan çok daha iyidir” diyen Hz. Peygamber’in sahih sünnetiyle kesinlikle bağdaşmamaktadır. Aynı şekilde bu rivayet, “Rasûlullah, bizi usandırmamak için belirli günlerde vaaz ederdi” şeklindeki sahih uygulamasını aktaran sahâbînin sözleriyle de çelişmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber, saatler süren böyle bir konuşma yapmamış ve kıyâmete kadar olmuş ve olacak olaylardan bahsetmemiştir. Bu bakımdan Hz. Âişe’nin; “….Kim Muhammed’in yarın ne olacağını haber verdiğini sanıyorsa, şüphesiz o Allah’a büyük bir iftirâda bulunmuş olur” sözü doğru olup ”Hz. Peygamber’in kıyâmete kadar olmuş ve olacak bütün şeyleri anlattığı” şeklindeki söz konusu rivayet kesinlikle uydurmadır.


Diğer taraftan Kur’an dışı vahiylerle Hz. Peygamber’in “gaybe muttalî kılınması” söz konusu olmakla beraber, bunun sınırını tespit etmek imkânsızdır. Ayrıca onun gelecek hakkında söylediği genel hükümler ifâde eden bazı sözlerini vahye mahzar olmadan “kendi değerlendirmesiyle “söylemesi de mümkündür. Nitekim onun Medine’de siyâsî, etnik, dînî ve sosyal faktörleri göz önünde bulundurarak bir devlet kurduğu ortadadır.

O, bu dengelerin muhâfazasının zor olduğunu ve bunlar bozulduğu takdirde iç karışıklıkların çıkacağını herkesten çok daha iyi bilmektedir. Bu bilgiye “basîreti, firâseti, tecrübesi ve sağlam muhâkeme yeteneği sayesinde” önceden ulaşması ve bunlara istinâden ümmetini bâzı konularda sembollerle, teşbihlerle veya umûmî ifâdelerle uyarması imkân dâhilindedir. Halifelerin şehit edilmesiyle başlayan kargaşa ve karışıklık döneminde, ashâbın bu olayları Hz. Peygamber’in önceki uyarılarıyla ilişkilendirerek değerlendirmeye çalışmış olmaları da mümkündür.


Hz. Peygamber’in kıyametle ilgili bir kısım uyarılarını ise “küresel kıyâmet”le ilişkilendirmek yerine, “iktidarın el değiştirmesi ya da yönetimin yıkılması ve sonrasında meydana gelebilecek iç karışıklıklar” yani; “toplumsal kıyamet” şeklinde anlamak gerekir. Zîra bu rivâyetler doğru değerlendirildiğinde onun kehânet türünden bilgiler aktarmadığı, siyâsî ve sosyal içerikli konularda ümmetine bazı “stratejik bilgiler” verdiği, karşılaşabilecekleri muhtemel sıkıntıları aşmaları için yapmaları gerekenler konusunda onları önceden uyardığı ve bunun da gâyet normal bir durum olduğu söylenebilir. 


Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle başlayan iktidar mücâdelelerinde Hz. Peygamber’e nispet edilen bazı sözlerin, olaylara taraf olan veya olaylar karşısında tarafsız kalmaya çalışan kişiler tarafından savunma aracı olarak kullanılmış olması da söz konusudur. Hâdiseleri kendi çıkarları istikâmetinde yönlendirmek isteyen bazı kimselerin, kendi tavırlarının Hz. Peygamber tarafından onaylandığını ifâde eden rivâyetlere sarılmaları ve haklılıklarını bu şekilde ortaya koymaya çalışmaları da mümkündür. Böyle bir ortamda Hz. Peygamber’e isnâd edilen gelecekle ilgili bazı haberlerin arkasında, Müslümanlar arasında cereyan eden tatsız olaylara “mâzeret arama amacının yatmış olması” da kuvvetle muhtemeldir.  (28.03.2008)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar