Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Hz. İsa'nın nüzulu kıyamet alameti midir?

A+A-

Hz. Îsâ’nın ölümü ve kıyâmet kopmadan önce “kıyâmetin bir alâmeti” olarak tekrar dünyaya geleceği konusu, asırlardır İslâm âlimleri arasında tartışılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Îsâ’nın kıyâmetin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine dâir “açık bir beyan” yoktur.

Yahûdîlik’te ise “Mesîh’le ilgili rivâyetler” son derece müphem olup yoruma müsaittir.

Hıristiyanlık’ta ise havârilerin gözleri önünde semaya urûc eden ve babasının sağ yanına oturan, dünyanın sonuna doğru ikinci defa gelecek olan bir “Mesîh” inancı söz konusudur. İncillerde onun çeşitli alâmetleriyle geleceği anlatılmaktadır. Hz. Îsâ gelmeden önce milletlerarası çeşitli çatışmaların yaşanacağı, kıtlık ve depremlerin olacağı, pek çok kimsenin “Mesîh” iddiasıyla ortaya çıkacağı, güneşin kararıp ayın ışık vermeyeceği ve yıldızların düşeceğinden bahsedilmektedir. Daha sonra Îsâ’nın gelip izzet tahtına oturacağı, “deccâl”in hâkimiyetine son vereceği, iyileri mükafâtlandırıp kötüleri cezalandıracağı, anlatılmaktadır. Fakat bu gelişin vaktini sadece Tanrı bilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’deki bazı âyetleri yorumlayanlar, Hz. Îsâ’nın öldürülmediği ve göğe yükseltildiği kanaatine ulaşırken, aynı âyetleri tefsir eden başka İslâm âlimleri ise, böyle bir sonuca ulaşmanın mümkün olmadığını ifâde etmişlerdir.

İslâm bilginlerini bu şekilde farklı yorumlar yapmaya sevk eden husus ise, “rivâyetlere olan yaklaşımlarından” kaynaklanmaktadır. Zîra muhtelif rivâyetlerde Hz. Îsâ’nın “kıyâmet alâmeti” olarak yeryüzüne ineceğine dâir bilgiler yer almaktadır. Bu rivâyetlere dayanılarak “nüzûl-i Îsâ” konusu erken dönemlerden itibâren bir tartışma konusu olmuş, günümüzde de henüz ortak bir kanaate ulaşılamamıştır.

Nitekim onun “rûhu ve bedeniyle” ilâhî huzura yükseltildiğini, kıyâmetin vukûundan önce tekrar dünyaya döneceğini, son peygamber’in getirdiği vahye tabi olacağını, “deccâl”i öldürüp yeryüzünde adâleti sağlayacağını ve ruhunun ise bunları yaptıktan sonra kabzedileceğini savunanlar vardır.

 Aksi kanaatte olanlar ise, onun dünyada iken eceliyle öldüğüne, ruhen Allah’ın katına yükseltildiğine, kıyâmet öncesi gelmesinin söz konusu olmadığına, bu konuda Hz. Peygamber’e atfedilen rivâyetlerin mütevâtir derecesinde olmayıp âhad olduklarına ve âhad haberlerin âyetlere aykırı bilgi ihtivâ etmesi halinde “hadis olma niteliklerini” kaybedeceklerine, bu tür rivâyetlerin Ehl-i kitap kanalı ile İslâm’a intikal ettiğine, böyle bir inancın İslâm’ın genel ilkelerine ve Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarına (adetullah) aykırı olduğuna inanmaktadırlar.

Bir diğer görüş ise âyetlerin anlamlarının açık olmaması ve “nüzûl-i Îsâ” konusunda pek çok rivâyetin bulunması nedeniyle, bu konunun reddedilemeyeceğini, onun ruh ve bedenen ilâhî huzûra yükseltilmediğini, tabii ölümle ruhunun kabzedildiğini, ancak bu rivâyetlerin uygun şekilde te’vil edilmesi gerektiğini, ileriki asırlarda Hz. Îsâ’nın mânevî şahsiyetinin ortaya çıkacağını ve insanlığa getirdiği sevgi, barış ve şefkat gibi değerlerin onun mensupları tarafından uygulanacağını belirtmişlerdir.

Son iki görüşü temsil edenlerin Hz. Îsâ’nın normal bir ölümle öldüğü, “ruh maa’l-cesed” ilâhî huzura yükseltilmediği ve dolayısıyla da kıyâmetten önce dünyaya bir insan olarak inmesinin mümkün olmadığı hususlarında birleştikleri görülmektedir. Bu iki görüş arasındaki farklılık ise, “Hz. Peygamber’e nispet edilen hadislerin değerlendirilmesi noktasında” ortaya çıkmaktadır. Zaten son görüş taraftarlarının yorum denemeleri ise, sınırlı bir seviyede kalmakta ve rivâyetlerin tamamını kapsamamaktadır.

Kanaatimizce, “nüzûl-i Îsâ” inancını “bu konudaki rivâyetlere dayanarak” savunmak mümkün değildir. Zîra bu rivâyetlerin yer aldığı bazı kaynaklar tamamen güvenilir olmadığı gibi, isnâdların tamamı da sağlam değildir. Metin tenkîdi yapıldığında ise pek çok çelişkinin ortaya çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla, “nüzul-i Îsâ” konusunu “bir inanç esası” olarak kabul etmek ve öyle göstermek doğru değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’deki açık bilgilerle de çelişen bu tür rivâyetlere dayanarak “bir inanç oluşturmak” zordur. Tedvin döneminde Hıristiyan  kültürüyle karşılaşmanın bir sonucu olarak “nüzul-i Îsâ” inancının İslâm akâidine girmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Zîra Hz. Îsâ’nın insanların aslî günahlarını affettirmek için kendini fedâ ettiği ve Tanrının hükümranlığını kurmak üzere tekrar dünyaya döneceği inancının “Hıristiyanlara ait bir akîde” olduğu bilinmektedir. Hz. Îsâ’nın nüzûlünü savunanların dayanaklarından biri olan “bu konuda sahâbe, tâbiin, fıkıh, hadis, tefsir ve kelam ulemâsının hem fikir oldukları ve bir icmâ bulunduğu” iddiası ise iknâ edici değildir.  Zîra böyle “bir mücerret icmâ” iddiasıyla, problemler ve bunların yol açtığı şüpheler ortadan kaldırılamamaktadır. Bir inanç ve düşüncenin yüzyıllarca benimsenmiş olması, onun doğruluğunu göstermeye yetmez.  Dolayısıyla icmâın dayanağını oluşturan “ümmetin hata üzere birleşmeyeceği düşüncesi” de yeniden gözden geçirilmelidir. Hz. Îsâ’yı Allah’ın -isterse- göğe çıkartıp tekrar indirebileceğini kabul etmekle de iş bitmemektedir. Bunun vukû bulacağına dâir elde kesin bir bilginin de bulunması gerekir.

Konu ile ilgili incelenen rivâyetlerin bu kesin bilgiyi vermesinin mümkün olmadığı ise görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de de “nüzulü İsa konusunda” kesin herhangi bir delil yoktur. Bu konuda Hz. Peygamber’den gelen sahih haberler elbette kabul edilecektir. Ama gelmemişse hiçbir açıklamanın dikkate alınmaması gerektiği açıktır.

Sonuç olarak, Hz. İsa eceliyle ölmüştür; cesedi tıpkı diğer insanlar gibi bu dünyada kalmıştır; ruhu ise ruhlar âlemine yükseltilmiştir. Kıyâmet öncesi tekrar dünyaya gelmesi asla söz konusu değildir. Bu konuda Hz. Peygamber’e nispet edilen rivâyetler mütevâtir derecesinde olmayıp “âhad haberlerdir.” Âhad haberler, âyetlere aykırı bilgi ihtivâ ettiklerinde “hadis olma niteliklerini” kaybeder. Bu rivâyetler, Ehl-i kitap kanalı ile İslâm’a intikal etmiştir. Dolayısıyla Hz. İsa’nın nüzulü (kıyamete yakın gökten tekrar yeryüzüne inişi) İslâm’ın genel ilkelerine ve Yüce Allah’ın koyduğu hem sünnetullaha (Allah’ın kendisi için belirlediği iradi tavra/ yol ve yönteme/ ahlakî yasalara) hem de adetullaha (kıyâmete kadar evrende sürüp gidecek olan Yüce Allah’ın koyduğu şaşmaz kanunlara/ hassas ayarlara) tamamen aykırıdır.[1] (09.11.2007)

 


[1] Ayrıntılı bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri” adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 203-207.

Önceki ve Sonraki Yazılar