Hz. Âdem ve eşi konuşmayı biliyor muydu?
Hz. Âdem, eşi ve çocukları pek tabiidir ki kendi aralarında konuşuyorlardı. İddiaların aksine kendi aralarında anlaşmak için “bir takım sesler” çıkartmıyorlardı. Çünkü Allah, Hz. Âdem’e bütün isimleri öğretmişti. Yani ona, eşine ve zürriyyetine kavramsal düşünme melekesi (eşyaya isim koyma özelliği) bahşetmişti. Nitekim şu âyet buna işaret etmektedir:
“Ve O, Adem’e her şeyin ismini öğretti, sonra onları meleklerin önüne koydu ve “dedikleriniz doğruysa haydi bu (şey)lerin isimlerini bana söyleyin bakalım!” dedi.
”Hz. Âdem’in kendisine öğretilen bu isimleri meleklere haber vermesi, tabi ki “konuşmak” suretiyle olmuştu. Yani; Hz. Âdem “konuşmayı” biliyordu. Âyeti birlikte okuyalım:
“O: “Ey Adem, bu (şey)lerin isimlerini onlara bildir!” buyurdu. (Adem) isimleri onlara bildirince (Allah): “Size, ‘göklerin ve yerin gizli gerçekliğini, açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız Ben bilirim’ dememiş miydim?” dedi.
”Allah Teâlâ, Hz. Âdem ve eşine karşı hitap etmişti ve onlar da bu konuşmayı/ hitabı anlamışlardı. Dolayısıyla bu durum, onların “konuşmayı bildiklerinin” bir başka delilidir. Âyetleri birlikte okuyalım.
“Ve (sonra) ‘Ey Adem’ dedik: Sen ve eşin bu bahçeye yerleşin ve orada dilediğinizden serbestçe yiyin; ancak bir tek şu ağaca yaklaşmayın ki zalimlerden olmayasınız.”
“Ve Ey Adem, sen ve eşin, yerleşin bu bahçede; ve yiyin neyi gönlünüz çekerse; ama sakın şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalim kimselerden olursunuz!”
“…Bunun üzerine Rableri onlara (şöyle) seslendi: “Ben sizi o ağaçtan men edip de, ‘şeytan sizin gerçekten apaçık düşmanınızdır’ dememiş miydim?”
“(Allah): “İnin, (bundan böyle) birbirinize düşman olarak!” dedi, “yeryüzünde bir süre için konacak bir yurt ve geçiminizi sağlayan şeyler bulacaksınız. Orada yaşayacak ve öleceksiniz” diye ekledi “ve (kıyamet günü) oradan diriltilip çıkartılacaksınız!”
“Ve bunun üzerine Adem’e: “Ey Adem!” dedik, “Gerçek şu ki, bu senin ve eşinin düşmanıdır; öyleyse, dikkat edin, sizi (bu) has bahçeden çıkarmasın, yoksa mutluluğunu(zu) yitirirsin(iz)!”
Hz. Âdem ile eşi yasak meyveden yedikten sonra hatalarını anlayıp tövbe ederken cümleler kurmuşlardı, yani; “konuşmuşlardı.” Her ikisi de “bir takım garip sesler” çıkarmamışlardı; zira onlar kendi aralarında konuşarak anlaşıyorlardı.
Âyetleri birlikte okuyalım.
“Derken Adem Rabbinden (yol gösterici) sözler aldı. Ve (Allah) onun tövbesini kabul etti. Çünkü yalnız O’dur tövbeleri kabul eden, rahmet dağıtan.”
“O ikisi: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik, bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, hiç şüphesiz, kaybedenlerden olacağız!” dediler.”
Hz. Âdem ile eşinin yetiştirdiği iki erkek çocuğu da kendi aralarında konuşuyorlardı ve birbirleri çok iyi anlıyorlardı. Çünkü onlar “bu konuşmayı” Hz. Âdem ile eşinden (yani anne ve babalarından) öğrenmişlerdi.
Âyetleri birlikte okuyalım.
“Ve onlara gerçeği göstermek için Adem’in iki oğlunun kıssasını anlat, nasıl ikisinin birer kurban sunduklarını ve birinden kabul edildiği halde diğerinden kabul edilmediğini, (onlardan biri Kabil), “Seni mutlaka öldüreceğim” demişti.”
(Kardeşi Habil) cevap vermişti: “Unutma ki Allah, yalnız O’na karşı sorumluluk bilinci duyanların (kurbanı)nı kabul eder. Beni öldürmek için el uzatsan bile, ben öldürmek için sana el uzatmayacağım. Ben bütün âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.
(Beni öldürürsen,) dilerim, hem kendi günah(lar)ını, hem de benim günahlarımı(n yükünü) yüklenir ve böylece cehennemin yolunu tutarsın! Çünkü zalimlerin cezası budur.
”Fakat diğerinin ihtirası (nefsânî duyguları, kıskançlığı ve şeytana uyması) kardeşini öldürmeye sürükledi ve onu öldürdü. Böylece hüsrana uğrayanlardan oldu. Bunun üzerine Allah, kardeşinin cesedinin çıplaklığını nasıl gizleyeceğini ona göstersin diye toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. (Bunu gören Kabil,) “Eyvah” diye haykırdı, “Yazıklar olsun bana! Ben, bu karganın yaptığını yapamayacak kadar ve kardeşimin cesedinin çıplaklığını gizleyemeyecek kadar aciz miyim?” Ve bunun üzerine vicdan azabı ile (derin bir pişmanlıkla) çarpıldı.”
Görüldüğü üzere Hz. Âdem’in iki oğlu arasında geçen “bu konuşmalar”, ilk insanların da şimdiki insanlar gibi konuştuklarının en güçlü delilidir.
Diğer taraftan “Adem ile eşinin kendi aralarında konuştuklarına dair Kur’an’da somut bir delil yok” diyenlerin artık şunu fark etmeleri gerekir:
“Onlar kendi aralarında konuşmuyor idiyseler bu iki oğulları konuşmayı kimden ve nasıl öğrenmişlerdi?”
Tabi ki Hz. Âdem ve eşi konuşmayı biliyorlardı ve çocukları da bu konuşmayı anne ve babasından öğrenmişti. Nitekim bu ayetlerden Hz. Âdem’in çocuklarının Allah’a, ahirete, hesaba, cezaya, cennete/cehenneme inandıkları, Hz. Âdem’in peygamber olarak çocuklarına bunları öğrettiği ve bütün bunları da “onlarla konuşarak” yaptığı rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Eğer Hz. Âdem, bu görevini hakkıyla yapmasaydı, Habil’in kardeşi Kabil’i uyaran ve hatasından vazgeçirmeye çağıran o konuşmaları yapması söz konusu olamazdı. Nitekim Hz. Adem, bir peygamber olarak görevini hakkıyla yapmış, çocuklarına gerekli dini bilgileri öğretmiştir. (Hz. Âdem’in peygamber olduğunun bir diğer delili ise, Âl-i İmran Suresi’nin 33. ve 34. ayetleridir. Buraya bakılabilir.)
Kaldı ki Hz. Âdem, bir peygamber olarak görevini hakkıyla yapmasaydı, cinayeti işleyen oğlunun; “Ben bunları bilmiyordum, haberim yoktu” demesi mümkün olabilirdi. Ama katil olan Kabil’in böyle bir savunma yapması mümkün değildir.
Zira Kur’an’da bahsedilen o konuşmalar, Kabil’in bütün bunları bildiğini, Hz. Âdem’in de çocuklarına bunları anlattığını/ tebliğ ettiğini, ahiret günü hakkında onları bilgilendirdiğini ortaya koymaktadır. Tabi ki, bütün bu eğitim ve öğretim faaliyetleri “koklaşarak” değil “konuşarak” gerçekleşmişti.
Yüce Allah’ın Kur’an’da bize bildirdiği bu ipuçlarını “akılla” birleştiremeyen ve doğru değerlendirmeler yapamayanların Hz. Âdem ile eşinin konuşmayı bilmediklerini, sadece kendi aralarında bir takım sesler (agu gugu vs.) çıkartarak anlaştıklarını iddia etmeleri, hem gülünç hem de mezkur ayetlerin açık anlamına aykırıdır. Kaldı ki Hz. Âdem ile eşinin konuşmayı bilmedikleri iddiası “mitolojik muhtevalı haber ve masallardır.”
Sonuç olarak, yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı üzere, Hz. Âdem ve eşi “düşünmeyi ve konuşmayı bilen ve sorumluluklarının farkında olan” iki insandı. Hz. Âdem -(de o dönemdeki diğer peygamberler gibi)- bilgiliydi; vahiy alıyordu, Allah’ın elçisiydi ve Hz. Cebrail onu eğitiyordu. Dolayısıyla Hz. Âdem ve eşi, çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmiş, onlara Yüce Allah’ı, ahireti, iyiliği, kötülüğü, zulmü, sevabı, günahı, cezayı, mükâfatı vs öğretmişlerdi.
Günümüzde bazı Batılı ilim adamlarının iddia ettiği gibi Hz. Âdem ve eşi, kendi aralarında bir takım sesler çıkartarak, mağara duvarlarına resimler çizerek anlaşmıyorlardı. Onların kendi aralarında konuştukları “grameri ve kelimeleri olan” bir dilleri vardı. Hz. Âdem ve eşi, ilk yaratıldıkları anda “ruhlarının hafıza boyutuna önceden kodlanmış olan bu dili” konuşuyor ve çocuklarına da aynı dili öğretiyorlardı. (11.04.2008)