Fatih Muhammed Çakmak

Fatih Muhammed Çakmak

Hikmeti Rahmet Bilmek

A+A-

Küçük; ama ince dokunuşların, sözü hikmetle söylemenin iyiliğin anahtarı olabileceği gibi  iyiler için bir korunak ve savunma sanatına dönüşebileceğini düşünüyorum. İlk etapta bir hayli ilginç görünen bu yargıya varmamın bir hikâyesi var...

Yaklaşık on yıl önce sosyal medya aracı olarak sadece MSN uygulamasının varlık gösterdiği bir mecrada bir gün çevrimiçi bir mesaj aldım: "Şifren elimde, hesabına veda et." O  zamanların meşhur hacker ifadesi ile nihayet ben de müşerref oluyordum (maalesef bugün bunların çok daha ötesi durumlar yaşanıyor). Durdum, düşündüm... Hakaret etsem, olmaz, ters tepebilir; yalvarıp yakarsam buna değer miydi bilemedim.

"Şimdi sana hakaret etmemi, medet dilememi bekliyor olabilirsin. Ancak bunların hiç birini yapmayacağım." kabilinden bir kaç cümle yazdım. 

-Nasıl yani, hesabını ele geçirmişim, hiç bir şey demeyecek misin? Göz göre göre hesabı teslim mi edeceksin? sorusuyla karşılık verdi.

-Diyeceğim elbette. Fakat duymayı tahmin ettiğin şeyleri değil. 

-????

-Anladığım kadarıyla Müslümansın...

-O nasıl söz, elhamdülillah Müslümanım tabi kardeş.

-Bak 'Müslümanım' dedin, 'kardeş' dedin...

-Evet…

-Ben de bir Müslüman kardeşin olarak hesabımın şifresini izinsiz olarak alıp kullanmadan ötürü üzüleceğim; mağdur olacağım ama buna karşılık sana karşı kötü söz söylemeyeceğim. Sadece hakkımı helal etmiyorum. Bunu bil. Neticede hesap benim hesabım.

Bir ara hiçbir şey yazmadı. Kısa bir aradan sonra

-Sevdim seni... Adın neydi senin?

-Fatih Muhammed.

-Diğer adın da güzelmiş. (Kullanıcı adı “fatih…” uzantılı bir hesap kullanıyordum.) Ben normalde böyle bir şey yapmazdım ama sen iyi birine benziyorsun; hesabına dokunmayacağım. Yaş kaç?

-...

-...

Bir muhabbet aldı, yürüdü gitti. Sonrasında da ara sıra yazar, halimi hatrımı sorar oldu hacker abi. İsmini unuttum, sadası kaldı. 

Sözünü ettiğim duruma maruz kaldığımda sözü iyi söylemek, muhatabımı erdeme davet etmekten başka savunmam yoktu. Ben gardımı iyi aldım, o da kötü başlayan hücumunu insafına, imanına teslim etti. Neticede iyi olan kazandı, iyilik kazandı.

Hikayeyi okuyanlardan, “hacker insaflıymış yoksa affetmezdi, hele bugün aynı şey olsa hiç kurtuluşun olmazdı” diyenler olabilir. Ancak böyle bir yaklaşımın iyiliği ve erdemi rafa kaldırmaya hizmet ettiğini anlamaları gerekir. Zira biz bu hasletlerin her zaman her zemin ve koşulda ayakta kalabileceğine iman etmiş insanlarız ve kulluğumuzun temelini de bu mücadele oluşturuyor. Mefkûremiz adalet ve hikmeti yeryüzünde hâkim kılma gayretiyle mayasını buluyor. Deyim yerindeyse Aytmatov'un minik kahramanı Anara gibi bir "kızıl elma" bulmayı umuyoruz. Küçük bir fener gibi parlayan yapraklar arasında, bahçede kalan son ve en güzel elmayı. Mis gibi de kokan, bir güneş gibi. Bir kış elması… Zira bu elma Anara'nın babası İsabiekov'un deyişiyle "Bir mutluluk habercisi, mutluluk simgesidir." Böyle bir kızıl elma bulmayı umuyoruz, bir yaz boyunca bizi beklemiş, başkaları görmesin diye, gelip koparmasın diye gizlenmiş kızıl elmamızı. Aramakla bulunmuyor, ama bulanlar arayanların arasından çıkıyor yine. Önü sonu dünya ve ahiret huzuru hikmetle arayıştan geçiyor. Rahmeti Rabbimize yaklaştıracak amellerde, varlığımızın özünü haber veren ayetlerde buluyor, hikmetin rahmete dönüşümünü kulluğumuz nispetinde idrak ediyoruz.

Sözü buraya kadar getirmişken Bakara Suresi 151. Ayeti hatırlamamız gerekiyor:

“Nitekim aranızdan size bir peygamber gönderdik: O size âyetlerimizi okuyor, sizi arıtıp temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor; yine size daha önce bilmediklerinizi öğretiyor.”

Rabbimiz hayatımızı, ömrümüzü, dünyamızı mamur edecek yegâne kılavuzun hikmeti hayatının tamamına nakşetmiş olan Hz. Peygamber (aleyhisselam) olduğunu haber veriyor. Erdemin, hikmetin, Kitab’a uymanın, bilmediklerini öğrenmenin anahtarı olarak Nebi’yi (as) işaret ediyor. Ayetin çizdiği istikamete göre bugün yeryüzünde fesadın, zulmün ve ahlaksızlığın varlığından şikâyet ediyorsak “Biz bu ayetin neresindeyiz?” sorusuyla muhatap olmamız gerekiyor.  Sözümüzün ağırlığını, hikmetini, iyiliklerimizin değerini tartmak durumundayız. İşini iyi yapmayan, sorumluluk almayan, verdiği sözde durmayan, ahdine sadık olmayan, emanete hıyanet eden, nesli korumak yerine bozmanın yollarını arayan, ekinleri ifsat eden, kâinatın düzenine müdahale eden, yeryüzünü cehenneme çevirmeye çalışan topluluklarıyla karşı karşıyayız.

Sorumluluk alanımız çok geniş ve devasa büyüklükte; bunun farkındayız. Ancak başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün peygamberler ve İslam tarihi aslında o dönemlerde de benzeri durumlara maruz kalındığını haber veriyor. Bizden öncekiler hikmeti rahmet bildi ve yeryüzünü imar etti. Bütün bunlar bir anda olmadığı gibi bir rüya gibi yaşanıp tarih sahnesinde yerini almadı. Unutmayalım ki aynı süreçler aynı sonuçları doğurur. Aynı yoldan gidersek aynı menzilde buluşabiliriz. Hikmetli bir istikamet, yorulmak bilmeyen bir gayretin anahtarıdır. Mücadele azmini yitirmeyenler daima eşiktedir, onlar adım attıkça kapılar bir bir açılır.

Basit bir konuşma diyalektiğinde kötülüğe meyletmiş bir hackeri yolundan döndürülebilecek hikmetli duruşa her zaman her zemin ve koşulda sahip olabiliriz. Nitekim kötülüklerin çoğalmasının kötülüğün güçlü olmasından değil, iyilerin yeterince gayret göstermemesinden kaynaklandığını insanlık tarihi bize öğretiyor. Hikmeti rahmet bilerek sözün hikmetine, iyiliğin dönüştürücü gücüne, erdemin mamur ediciliğine tekrar ve tekrar inanmamız gerekiyor. Belki o zaman küçük adımların adalet ve merhameti ayakta tutmaya, iyi bir korunak ve savunma sanatına dönüşebileceğine daha büyük şahitliklerle tanıklık edebiliriz.

Ariflerden birinin sözüyle bitirelim: "Ulaşmak istediğin yolda yalnız olman, gitmek istediğin o yolda samimi olduğunun bir delilidir." 

Önceki ve Sonraki Yazılar