Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Güneşin batıdan doğması kıyamet alameti midir?

A+A-

Kıyâmet alâmetleri”nden biri olarak sayılan “güneşin batıdan doğması” konusunda Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir âyet bulunmamaktadır.

Güneş ve ayın “belirlenmiş bir süre için” yaratıldıkları ve kendi yörüngelerinde dönmeye devam ettiklerini ifade eden âyetler, her ne kadar dünyanın bir sonunun olduğuna işaret etse de, bunun “kıyâmet öncesi güneşin batıdan doğacağı hususuyla” hiçbir ilgisi yoktur.

Güneş, gökteki belirli düzenin bozulmasına kadar olan sürede bütün seyir ve dönüşlerini “hiç şaşmaz bir şekilde ve ince bir plan dâhilinde” sürdürmekte olup, Yüce Allah’ın varlığının bir delili ve insanlığın faydası için görev yapan bir varlıktır.

“Güneşin kıyâmet kopmadan önce batıdan doğacağı” hususuna bazı rivâyetlerde rastlanılmaktadır. Bu rivâyetlere dayanılarak güneşin batıdan doğmasının mümkün olduğu, kıyâmet kopmadan önce bu olayın gerçekleşeceği, bundan sonra ise îmânın fayda vermeyeceği belirtilmektedir.

Kanaatimizce o dönemin insanlarına “dünyanın bir sonunun olduğu” bu tarz sembolik bir ifâdeyle anlatılmış ve “tövbelerin kabul edileceği son sınıra” işaret edilmiştir.

Bununla beraber, bazı rivayetlerde “güneş batıdan doğduğu zaman dünyada hayatın sürdüğü” ve artık bundan sonra yapılacak îmânın geçersiz olduğu ifâde edildiği halde, hemen arkasından “dünyada hayatın daha ne kadar süreceğinin belli olmadığı”nın söylenmesi, bir çelişkinin olduğunu akıllara getirmektedir. Zîra gayb perdesi kalktıktan sonra îmân etmek artık fayda vermeyeceğine göre “dünyada hayatın devamının hiçbir anlamı” yoktur.

Kaldı ki, güneşin aksi istikametten doğmasıyla kâinattaki  kurulu düzen altüst olup bozulduktan sonra “hayatın devamından söz etmek” mümkün değildir. Zîra “güneşin batıdan doğması” ile kastedilen “küresel kıyâmet”in başlamasıdır. Bu sürecin başlamasıyla her şey yörüngesinden çıkacak, tüm evreni içine alan toplu ve köklü bir değişim ve dönüşüm meydana gelecektir.

Hadis-i şeriflerde olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de de “mecâzî anlatıma” başvurulduğu bilinmektedir. Mecâzî anlatımla ilgili Kur’an-ı Kerim’de epey örnek vardır. Bunlardan birkaçını işaret ederek mecazi anlatımın nasıl olduğunu şöyle gösterebiliriz.

Mesela, Arapça’nın kadim kullanımında “korkunç olaylarla geçen bir gün” mecâzî olarak “çocukların saçlarının beyazlaştığı gün” şeklinde ifâde edilmektedir. Bununla o günün “ne denli önemli bir gün” olduğuna vurgu yapılmaktadır.

Nitekim ızdırap, keder, stres, depresyon vs. tehlikeli bir hal aldığında kişinin vücud dengesi bozulmakta ve saçlarının bir anda beyazlaşması da mümkün olabilmektedir. Bu nedenle ayette yer alan “çocukların saçlarının beyazlaştığı gün” mecazi ifadesine dayanarak “o gün çocukların saçlarının ağaracağını” iddia etmek, verilmek istenen esas mesajı anlamamak demektir. Zîra çocukların mâsum oldukları bilinmektedir. Dolayısıyla âyette kıyâmetin koptuğu an tasvir edilirken bu mecâzî ifâdenin kullanıldığı açıktır. Çünkü İslâm’a göre çocuklar suçsuzdur ve yaptıklarından sorumlu tutulmaları söz konusu değildir. Bu nedenle onlar, hesap gününün dehşetinden ve azabından zaten uzak kalacaklardır. Bu bakımdan Kur’ân ve hadislerdeki mecazi ifadeler doğru anlaşılmalıdır.

Aynı şekilde Arapça’da “îmânî meselelere arka kapıdan yaklaşmak”, mecâzî olarak “evlere arkalarından girmek” şeklinde tanımlanmaktadır. Yani, “çeşitli dînî vecibelerin ifâsı için konulmuş şekle ve süreye uymak yeterli değildir” denilmektedir. Bu şekil ve süre sınırlamaları “kendi başlarına ne kadar önemli olsalar da” esas olan her eyleme onun ruhsal “giriş kapısı”ndan, yani; “Allah’a karşı derin bir sorumluluk bilinci duyarak” başlamaktır. Yoksa Allah’ın gösterdiği gerçek hedefe ulaşmak mümkün olamayacaktır. Zîra şekil ve süre gerekli ama yeterli değildir. Ayrıca “kapı” kelimesi, mecâzî olarak “bir şeye nüfuz etmenin yahut ona ulaşmanın yollarını gösterdiğinden “bir eve (ön) kapısından girme” mecâzı, “probleme doğru yaklaşımı, en doğru yol ve yönteme sarılmayı” anlatmak için kullanılmaktadır. Burada verilmek istenen mesaj, “sorunlara doğru yöntemlerle yaklaşmayanların çözüm konusunda başarılı olamayacaklarıdır. Başarı için doğru bir plan, program, metod ve yaklaşımın gerekli olduğudur.”

Yine, “kapıdan (tevâzu içinde) boyun eğerek girin” ifâdesi mecâzî olarak, “kapıdan secde ederek (saygıyla eğilerek) girin” şeklinde tanımlanmaktadır. Yani, “bunu kendiniz için bir hak telakkî etmeyin, mütevâzi bir ruh haliyle konuya yaklaşın, kibirlenip böbürlenmeyin” anlamlarına gelmektedir. Nitekim söz konusu âyetin devamında yer alan, “Sizin (bu alçak gönüllüğünüz sebebiyle) günahlarınızı bağışlayayım” ifâdesi bu mânâyı desteklemektedir. 

Aynı şekilde “görünür/ dış biçimlere uyum sağlamanız” mecâzî olarak, “yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz” şeklinde ifâde edilmektedir. Yani, “ibâdetlerde yer alan  çeşitli ritüelleri yapmayı yeterli zannetmeyin, ibâdetlerin gaye ve maksadını çok iyi anlayın” denilmektedir. Nitekim ibâdetler, kişiyi ahlâkî erdemlere ulaştıramıyor, bunlar davranışlara yansımıyor ve mü’min bu bilinçten yoksun kalıyorsa, beklenen neticenin elde edilemeyeceği açıktır. Bu nedenledir ki Kur’an, tam bir konsantrasyon ve şuur halinden uzak namaz kılanları eleştirmiş ve onların bu davranışlarının yanlışlığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla, kişinin hayatın her anında Yüce Allah ile beraber olduğunu bilmesi ve bunu hissedecek bir bilince ulaşması için öncelikle kendisine gönderilen kutsal kitapta yer alan “mecâzî ifâdeleri” doğru anlaması gerekmektedir. 

Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in mecâzî olarak kullandığı “güneşin batıdan doğması” tâbiriyle “dünyanın sonunun mutlaka geleceği, herkesin hazırlığını buna göre yapması ve bir an önce  günahlarından tövbe etmesi gerektiğine işaret ettiği” anlaşılmaktadır. Zîra herkesin güneşi bir gün batıdan doğacak, ölüm ona gelecek, artık tövbesi kabul edilmeyecek, son pişmanlık asla fayda vermeyecek ve hayatı da sona erecektir. Kanaatimizce “güneşin batıdan doğması” mecâzî ifadesiyle kast edilenler de bunlar olmalıdır.[1] (02.11.2007)

 


[1] Ayrıntılı bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri” adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 196-198.

Önceki ve Sonraki Yazılar