Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Günah ile Günahkâr Arasındaki Farka Dikkat!

A+A-

İnsanları kutsallaştırmanın doğru olmadığını, her insanın iyi veya kötü yönlerinin olabileceğini, bu yüzden seçici olmak gerektiğini, aşırı derecede yüceltilen ve yanılmaz olarak takdim edilen insanların da hata yapabileceğini, söz konusu kimselerin varsa örnek davranışlarının ve sözlerinin alınabileceğini, ancak İslam’a aykırı görüşlerinin tenkit edilebileceğini yazdığım yazıma bazı iyi niyetli kardeşlerimiz şöyle tepki gösterdi:

“Hocam, tamam anlıyorum; benim babam bir katil olabilir. Lakin babamın katil olduğunu sizden duymak istemiyorum. Şeyhim de hata etmiş olabilir; ama onun hatasını sizden duymak istemiyorum. Şeyhimin hatası İslam’a zarar verse ki -asla vermez- insanların ayıplarını aramak ve gıybet etmek doğru değildir.”

Bu duygusal tepkinin ilk bakışta insana çok ikna edici geldiğini ve böyle söyleyen tarafa hak vermek zorunda kalabileceğinizi ifade etmek isterim. Ancak konunun üzerinde ciddiyetle düşünüldüğünde durumun hiç de öyle olmadığı çok rahatlıkla görülebilir.

Çünkü ortada “sıradan bir şahıs” yok İslâm adına konuşan -veya öyle olduğu sanılan- bir hoca/şeyh/mürşit/âlim/molla/ahunt/ilahiyatçı vardır. Kendi zihniyetine göre âyet ve hadis yorumu yapan, insanları etkileyen ve yanıltan, toplumda menfi algılar oluşturan buna rağmen Yüce Allah’ın ve Hz. Peygamber’in yolundan gittiğini iddia eden “bir mürşid-i nâkıs” vardır. Bu nedenle adı geçen insanın hatalarını delilleriyle ortaya koymak “gıybet” değil İslam’a “hizmettir.” Böyle yapmamak, yanlış din yorumlarını çürütmemek, sapkın ve yanlış fikirlerine kayıtsız ve sessiz kalmak, gerçeğin anlaşılmasına katkı sağlamamak dini korumamaktır. Oysa dini korumak her mü’minin vazifesidir. Çünkü bütün peygamberlerin getirdiği ve savunduğu en temel ilkelerden biri “saldırılara, iftiralara, tebdil ve tağyir girişimlerine karşı” dini korumaktır. Dolayısıyla böyle yapmak, âlim geçinen o şahısları gıybet etmek değil, tam aksine İslam’a hizmet etmektir.

Bir insanın özel hayatında yaptığı ayıpları ortaya çıkarmak ayrı bir şey, her gün vahiy meleği Hz. Cebrâil’i bile devre dışı bırakarak “doğrudan ve aracısız Yüce Allah ile görüştüğünü, O’ndan vahiy aldığını, mehdi/mesih/peygamber/yarı-ilah olduğunu” iddia eden bir şeyhin/hoca efendinin yaptıklarının İslam’ın inanç esaslarıyla çeliştiğini söylemek ayrı bir şeydir.

Bu nedenle “tenkit ile gıybet”, “eleştiri ile hakaret”, “takdir ile takdis”, “yanlış ile doğru”, “gece ile gündüz” ve “karanlık ile aydınlık” arasında dağlar kadar fark vardır. Hala bunu fark edemeyenin suçlaması gereken sadece kendisidir.

Haksız yere adam öldürmenin çok büyük bir zulüm ve adeta tüm insanlığı öldürmek gibi olduğunu söyleyen âlime; “Sen babama katil dedin, bunu senden duymak istemiyorum arkadaş!” şeklinde savunmacı bir üslupla karşı çıkmak doğru değildir. Elbette senin baban da o meşum fiili işlemiştir, alınganlığa gerek yoktur. Burada ifade edilen babanın katil olduğu değil “cinayet işlemenin çok kötü bir şey” olduğudur. Dolayısıyla bu hakikati söyleyeni engellemeye ve susturmaya çalışmak doğru değildir.

Şurasını özellikle ifade edelim ki, “günah” ayrı “günahkâr” ise ayrı bir kavramdır. “Günaha düşman olmak” ile “günahkâra düşman olmak” arasında da epey fark vardır. Dolayısıyla bir günahı eleştirmeyi o günahı işleyen kimseyi gıybet şeklinde algılamak sefihliktir/aptallıktır.

Diğer taraftan azılı bir günahkâr veya onun oğlu/kızı/müridi bu tenkidi kendi üzerine alınıyor ve o günahı savunmaya kalkışıyorsa bu da patolojik bir durumdur.

Bu itibarla, bir İslâm âlimi öncelikle “katile” kızmaz, “cinayet işlemeye” kızar; bunun yanlış olduğunu söyler/yazar. Zira ortada bir katil, bir de maktul vardır. Olay gerçekleşmiş, cinayet işlenmiştir. Âlim katile acır, cezasını çekmesini ister, onu tövbeye davet eder, öte taraftan maktulün haklarını savunur; gelecekte cinayetler işlenmemesi için toplumu ikaz eder. Bir İslam âliminin cinayet işlenmesinin yanlış olduğunu söylemesini doğru anlamayarak, “Babama katil diyor” diye “cinayet işlemenin kötü olduğunu delilleriyle ortaya koyan âlime tepki göstermesi” akılla bağdaştırılamaz. Bu, tam bir aptallık halidir.

Bir İslâm âlimi “hırsıza” kızmaz, “hırsızlığa” kızar ve bunun büyük bir günah olduğunu her zaman söyler, mağdurun yanında yer alır ve asla hırsızı savunmaz. Çünkü hakkı söylemek âlimin görevidir. Yapmıyorsa görevini ihmal ediyor ya da savsaklıyordur.

Bir İslâm âlimi “zina edenlere” kızmaz, onlara acır, “zina fiili işlemenin” çok yanlış ve çirkin bir iş olduğunu her zaman söyler.

Bir İslâm âlimi “homoseksüele” kızmaz, “eşcinselliğe” kızar ve bunun fıtrata aykırı sapkın bir davranış olduğunu her yerde söyler. 

Bir İslâm âlimi “lezbiyene” kızmaz, “lezbiyenliğe” kızar ve bunun ahlaksızlık olduğunu söylemekten hiçbir zaman korkmaz.

Bir İslâm âlimi “sokak ortasında öpüşen iki gence” kızmaz, “bu öpüşmenin alenen yapılmasına”, toplumun ahlaki değerlerinin bozulmasına ve gençlere kötü örnek olunmasına kızar ve bunun yanlış olduğunu ifade eder.

Bir İslâm âlimi “sarhoşa” kızmaz, “içki içip sarhoş olmaya, başkalarına zarar vermeye, sarhoşken araç kullanmaya” kızar ve bunun yanlış olduğunu söyler. İçki içmenin zararlarını anlatır ve sarhoşları pişman olup bu kötü fiilden dönmeye davet eder.

Bu itibarla, kritik-analitik düşünmeyen, sorunların konuşulmasını yukarıda bahsedilen yöntemlerle engellemeye kalkışanlar uzun vadede İslam dinine çok büyük zararlar verir. Çünkü hoca/şeyh/mürşit/âlim/mehdi/molla/ilahiyatçı geçinen kişiler yanlış din algısının oluşumuna ya da devamına sebebiyet veriyorlarsa ya da vermişlerse bu yanlış tasavvuru delilleriyle ortaya koyup çürütmek gerçek İslam âlimine düşer. Bizim yaptığımız da budur. Böyle yapan bir münekkidi suçlu ilan etmek adaletle, insafla ve hakkaniyetle bağdaşmaz.

Geçmişte yaşamış ya da günümüzde yaşayan “âlimlerin/hocaların/şeyhlerin yanlışlarını tenkit etmekle” onlara “hakaret etmeyi” birbirinden ayırt edemeyen insan hakikate ulaşamaz, anlayış kapasitesini geliştiremez, yeni, özgün, güvenilir ve doğru düşünceler üretemez. Zira kavramlar arasındaki farkı anlamaktan aciz insanların direkt savunmacı üslupla “tenkit” ile “hakareti” ayırt edememesi, “içinde öneri olan yapıcı eleştiriyi” dikkate almaması, bunlardan istifade etmek yerine şeyhini/hocasını/liderini/mürşidini/mollasını/ahuntunu kutsaması, onları dokunulmaz kabul edip tabulaştırması, körü körüne onların peşinden gitmesi doğru değildir. Zira lider de yanılabilir. Liderinin yaptığı yanlışı eleştirip kendisini uyarana teşekkür edeceğine, buradan gereken dersi çıkartacağına, farklı düşünceyi seslendiren ve işin doğrusunu kanıtlarıyla ortaya koyan kişiyi boğmaya kalkışmak bindiği dalı kesmek gibidir.

Sonuç olarak, yanlış din yorumuna veya yanlış dinî yaklaşımlara neden olmayı eleştirmek ayrı bir şeydir, bunu yapan şahısların özel hayatlarını konuşmak ayrı bir şeydir. İsim vermeden ya da vererek “İslam dinine zarar veren şahısları deşifre edip onları topluma tanıtmak,” zararlı fikirlerine karşı toplumu uyarmak ve İslam dinini korumak için can-ı gönülden gayret etmek gerçek İslam âlimlerinin vazifesidir. Bu görevi hakkıyla yapmayarak korkusundan üç maymunu oynamak (görmemek, duymamak, konuşmamak) yanlıştır. Kaldı ki günahkârı ikaz etmek, günah işlemenin yanlış olduğunu söylemek “hakaret” ya da “gıybet” değil, tam aksine dine hizmettir. (07.11.2014)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar