Fiten Hadislerinin Günümüz Dînî Kültürüne Etkileri-1
Gelecekten haber veren ve hadislerin enfeksiyon bölgesi olarak da adlandırılan fiten hadisleri, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanları olumsuz anlamda etkilemiş ve halen de etkilemeye devam etmektedir.
Öncelikle ifade edelim ki Hz. Peygamber, kendisine bildirildiği kadarıyla gelecekten haber vermiştir. Kaldı ki onun görevi, gayb âleminin sırlarını açıklamak değil, Allah tarafından kendisine verilen görevi yapmak ve İslam’ı tebliğ ve temsil etmektir.
Hz. Peygamber konuşmalarında temsil, teşbih, mecaz ve mübalağa gibi çeşitli “edebi sanatları” kullanmıştır. Dolayısıyla onun sözleri anlaşılmaya çalışılırken bu hususların da göz önünde bulundurulması gerekir.
Fiten hadislerinden bazılarını kullanarak insanları kandırmaya ve kötü emellerine alet etmeye çalışanlar her dönemde olmuştur ve bugün de maalesef vardır. Mesela o rivâyetlerden biri Hz. Peygamber’in “Ben ve kıyâmet şu kadar yakınız” sözüdür. Bu hadisi kullanarak “sanki kıyâmet neredeyse koptu kopacak” diye tanıtan ve şahsî çıkarları için etrafına taraftar toplayan açgözlü din tüccarları her dönemde olmuştur.
Oysa Hz. Peygamber’in bu sözlerinden kıyâmetin “hemen” kopacağı sonucunu çıkartmak doğru değildir. Zîra ilk dönemlerden itibaren kıyametin hemen kopacağını zannedenlerin yanıldıkları geçen on dört asrın sonunda anlaşılmıştır. Ama hala bu hadisi kullanarak insanların dini duygularını sömürenler vardır.
Dolayısıyla bu tür rivâyetleri istismar edenlere fırsat verilmemesi için bu ve benzeri rivâyetlerin doğru anlaşılıp yorumlanması gerekir. Kanaatimizce Hz. Muhammed bu sözüyle kendisinin “son rasûl” olduğuna vurgu yapmış ve “başka peygamber gelmeyeceğini” anlatmaya çalışmıştır. Yoksa o, birinci öncelikli olarak “kıyâmetin kopma vaktinin çok yaklaştığını” haber vermemiştir.
Hz. Peygamber’in ilmin kaldırılması, kötülüklerin çoğalması ve yaygınlaşmasıyla “toplumsal kıyâmet”in kopacağını, böyle bir cemiyette huzursuzluğun artacağını, çıkabilecek iç karışıklıklar ve savaşlar neticesinde erkeklerin sayılarının azalabileceğini söylemiş ve ümmetini dînî-ahlâkî değerlerden uzaklaşmaktan ve kötülüklere dalmaktan sakındırmayı amaçlamıştır. Onun uyarılarının esas maksadı, bu tür yanlışlıkların yaygınlaştığı toplumların savaşa sürüklenebileceği ve varlığını kaybedebileceği tehlikesine işaret etmektir.
Dolayısıyla “toplumsal kıyâmet”le ilgili hadisleri doğru anlamak gerekir. Eğer toplumsal kıyametle ilgili hadisler doğru anlaşılmazsa bunları “küresel kıyâmet”in habercisi olarak yorumlayan ve insanları farklı maceralara sürükleyen din simsarları ortaya çıkacaktır. Oysa zinânın çoğalması, ilmin azalması, emanetin ehline verilmemesi ve cahillerin artmasıyla aile ve toplumda meydana gelebilecek bozulma ve huzursuzluklara işaret edildiği, bunların Yüce Allah’ın toplumlar için koyduğu “sosyal düzen kanunları” olduğu ve bunlarla “kıyâmet-i vustâ”nın (toplumsal kıyâmet) kastedildiği açıktır.
Hz. Peygamber’in ümmetini motive edici sözler söylediği bilinmektedir. O, ashabına hedef göstermiş ve bir takım müjdeler vermiştir. Bazı hadisleriyle İslâm’ın çok uzak diyarlara yayılacağını ve yayılması gerektiğini ashabına anlatmak istemiştir. Ancak onun bu sözleri de zamanla doğru anlaşılamamış ve “küresel kıyâmetin çok yaklaştığı” şeklinde yorumlanmıştır. Örneğin Hz. Peygamber’in bu tavsiyelerini “küresel kıyâmetin çok yaklaştığı” şeklinde yorumlayanlar, İslam’ı tebliğ konusunda gevşek davranmış, Müslümanları pasifleştirmiş, Hz. Peygamber’in gösterdiği hedeften ümmeti uzaklaştırmış ve içe kapanmalarına neden olmuştur.
Hz. Peygamber’in kendisinden sonra meydana gelebilecek olaylar hakkında “tafsilatlı bilgiler” verdiğine dair rivâyetler de insanları umutsuzluğa sevk etmiştir. Bu rivâyetleri kullanarak kıyâmetin çok yaklaştığını iddiâ edenler veya siyâsî amaçları için kullananlar müslümanları yanıltabilmişlerdir. Oysa siyâsî maksatlarla üretilen bu tür rivâyetleri Hz. Peygamber’e isnad etmek doğru değildir. Nitekim bu rivâyetlerin sıhhati konusunda tereddütler bulunmaktadır. Günümüzde de hâlâ bu rivâyetleri sahihmiş gibi sunarak kendi özel çıkarları için kullananlar vardır.
Hz. Peygamber, Müslümanların yaşadıkları coğrafyalarda yönetim ehil ellere teslim edilmediği zaman toplum içerisinde ciddî problemlerin yaşanabileceğini, kaos, kargaşa, anarşi ve istikrarsızlığın baş gösterebileceğini, bu durum düzeltilinceye kadar da bu toplumsal alt üst oluşların süreceğini, böyle durumlarla karşılaşmamak için idareyi üstlenenlerin vazifelerini en güzel şekilde yapmaları ve onları denetleyen kamuoyunun da çok dikkatli ve duyarlı olması gerektiğini ashabına öğretmiştir. Ancak onun bu ikazları da yanlış anlaşılarak “küresel kıyâmet”le ilişkilendirilmiş ve insanların “toplumsal hayatın öznesi” olabilmelerinin önüne engeller çıkartılmıştır.
Geçmişten günümüze gelinceye kadar kurulmuş pek çok İslâm devletinin (Müslümanların kurdukları devletlerin) zamanla nasıl yıkılıp ortadan kalktığı araştırıldığında, Hz. Peygamber’in bu öneri ve ikazlarının doğru anlaşılamadığı ve yorumlanamadığı görülmektedir. Dolayısıyla onun uyarılarını doğru değerlendirmek gerekmektedir. O, her zaman müslümanları “küresel” değil, “toplumsal kıyâmet”in alâmetleri konusunda uyarmıştır.
Hz. Peygamber, sahte peygamberlerle ilgili uyarı görevini yapmış ve kendisinden sonra ortaya çıkabilecek “yalancı kimselerden ve bunların niyetlerinden” bahsetmiştir. Onun söz konusu îkazlarını da “küresel kıyâmet”le ilişkilendirenler olmuştur; ancak bu, doğru değildir. Bu tür yalancı insanların her asırda bulunması mümkündür.
Dolayısıyla hadis doğru anlaşıldığında İslâm toplumlarının daha sağlıklı bilgilendirilmesi ve sahte kurtarıcıların kötü emellerine alet olacak kimselerin sayılarının azaltılabilmesi mümkün olabilir. Bir başka ifadeyle, günümüzde de böyle sahte peygamberler hâlâ bulunmaktadır ve Hz. Peygamber’in bu uyarıları tazeliğini ve geçerliliğini hala korumaktadır.
Ümmetin 73 fırkaya ayrılacağından bahseden hadiste en çok istismar edilen rivâyetlerin başında gelmektedir. Nitekim günümüzde pek çok mezhep, tarîkat veya cemaat bu hadisi yanlış yorumlamakta ve taraftarlarını yanlarında tutabilmek için “fırka-i nâciyenin” (kurtuluşa eren grubun) kendileri olduğunu iddiâ etmektedir.
Oysa Hz. Peygamber, bu sözleriyle ümmetini Ehl-i kitâbın kendi içlerindeki farklılıkları (farklı görüş, düşünce, anlayış, yorum vs.) doğru değerlendiremeyerek “tefrikaya düştüğü gibi düşmemeleri” konusunda uyarmıştır. Ancak onun bu tavsiyesi de zamanla çarpıtılmış, rivâyete ilaveler yapılmış ve Hz. Peygamber’in hiç kastetmediği bir anlama ulaşılmıştır.
Çünkü Hz. Peygamber’in uygulamalarının tamamına bakıldığında görüleceği üzere, onun ne böyle bir şey kastetmesi ne de bu anlama gelebilecek herhangi bir cümle kurması mümkündür. Birlik ve beraberliğe haddinden fazla önem veren bir dînin peygamberinin, bu öğretinin tam tersine bir ifade kullanması asla söz konusu değildir. Ancak ne acıdır ki, hâlâ bu rivâyet Müslümanlar arasında ayrılıkları körüklemektedir. Oysa değişik fikirlere ve istişâreye önem veren bir peygamberin tek bir grubu cennetle müjdelemesi ve diğerlerinin tamamını dışlayarak cehenneme göndermesi onun sahih sünnetiyle kesinlikle bağdaşmamaktadır.
Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in ümmetinin içindeki değişik fikirleri bir rahmet olarak gördüğü ve yararlanılması gerektiğini söylediği hatırda tutulmalıdır.
Kıyâmetin on büyük alâmeti olarak sayılan hususlar da günümüz insanını en çok etkileyen konulardandır. Sayılan bu alâmetleri kendi işine geldiği gibi yorumlayan bazı kimselerin yanlış yönlendirmeleriyle dinden uzaklaşan, hayata küsen ve ümitsizliğe kapılan insanlar olmaktadır.
Oysa bu rivayetlerde anlatılanlar doğru değerlendirilmelidir. Semboller müşahhaslaştırılmadan anlaşılmalı ve bu rivâyetlerin arkasına saklanarak bunlardan faydalanmak isteyenlerin ellerine fırsat verilmemelidir.
“Mehdî” ile ilgili rivâyetler de günümüzde en fazla yanlış anlaşılan konulardan birisidir. Her dönemde bu kavramı kullanarak ortaya çıkan ve Müslümanları istismar edenler olmuştur. Bu gidişle kıyâmete kadar da çıkmaya devam edecektir. Bu rivâyetlerin gücünün arkasına saklanarak/ sığınarak insanları istedikleri gibi etkileyen din simsarlarına karşı dikkatli olunması gerekmektedir. Zîra bir kurtarıcı bekleme fikri doğru değildir.
Beklenen kurtarıcı gelmiştir. O kurtarıcı, Kur’an-ı Kerim’i getirmiş ve İslam’ın ilkelerini de ortaya koymuştur. Bundan sonra yapılması gereken o peygamberin ideallerini/ hayallerini gerçekleştirmek için olağanüstü çaba göstermektir. Dünyada yaşayan her bir Müslümanın yapması gereken “mehdî” beklemek değil, İslam’ı en güzel şekilde yaşayarak “mehdî” gibi olmak ve insanlığa en güzel hidâyet yollarını “temsil ederek/ model olarak” göstermektir.
Bazı fiten hadislerinde yanlış mesajların verildiği görülmektedir. Mesela bir takım rivâyetlerde “ibâdet öncelikli bir din anlayışı” ortaya konulmakta, sürekli ibadet yapmak tavsiye edilmekte, kulluğun diğer enstrümanları ise göz ardı edilmekte ya da buna çok az vurgu yapılmaktadır. Örneğin bu tür uydurma rivayetlerde “az amele çok büyük sevaplar” vaad edilmekte, dünya itici gösterilmekte, insanların sadece âhiret hayatı için ibadet etmeleri tavsiye edilmekte, bunlar yeterli gösterilmekte ve böylece insanların “belirleyici ümmet” olma vasfından uzaklaşmalarına neden olunmaktadır.
Oysa ibâdetler önemlidir; ama nihâî hedef, Allah’ın rızasını kazanmaya sebep olacak kulluğu tam yapmak ve güzel ahlâka ulaşmaktır.
Bazı rivâyetlerde yansıtılan anlayışlardan bir diğeri de, doğru olmayan bir ümmet-i Muhammed anlayışıdır. Dünyaya sonradan gelerek ümmet-i Muhammed’den olmaya kendileri karar veremeyenlerin “bu konuda bir üstünlük beklentisi/ iddiâsı içinde olmaları” doğru değildir. Önemli olan ümmet-i Muhammed’in bir ferdi olmak değil ortaya konulacak “dürüst ve erdemli” davranışlardır. Zîra kişinin Allah katındaki değeri, Muhammed ümmetinden olmasıyla değil, sağlam imanı, sorumluluk bilinci, salih amelleri, ödediği bedel, gösterdiği azim ve kararlılıkla ölçülecektir.
Bazı fiten hadislerinde Hz. Peygamber’in ümmetiyle birlikte sırattan geçtikten sonra, arkalarından diğer peygamberlerin, nebîlerin, sıddîkların, muhsinlerin ve şehidlerin geçirildiği görülmektedir. Bu kimselerin bile ümmet-i Muhammed’den sonra cennete girdirilmeleri aşırı derece yüceltilmiş bir ümmet anlayışını yansıtmaktadır ki, bu yaklaşım doğru değildir. Bu tür seçilmişlik, kurtulmuşluk ve üstünlük iddiâları, Müslümanları tembelliğe ve vurdumduymazlığa itmektedir.
Oysa üstünlük, önce cennete girmekle değil, dünyadayken muttaki ve salih kimse olarak en üst düzeyde İslam’a hizmet etmekle, cennete hak kazanmakla ve kendisi gibi cennete gireceklerin sayısını artırmaya yönelik faaliyetlerde bulunmakla elde edilir. Yani canıyla ve malıyla Allah yolunda cihat etmekle, bir başka ifadeyle “insanları öldürmekle değil, onların gönüllerine girecek işler” yapmakla takvaya erişilebilir, üstünlük elde edilebilir.
Bazı fiten hadislerinde meleklerin yaptıkları ibâdetleri ümmet-i Muhammed’e bağışlayacakları iddiâsı da doğru değildir. Böyle bir anlayışa hep asılsız rivâyetler sonucu ulaşılmıştır. Aynı şekilde mü’minlerin her birine fedâ olmak üzere yahûdî ve hırıstiyanlardan birer kişinin cehenneme atılacağı düşüncesi de “uydurma hadisler” vasıtasıyla gelmekte ve insanları etkilemektedir.
Oysa âhirette herkes ümmet olarak değil “fert olarak” hesaba çekilecek ve hiçbir kimse başkasından hiçbir yardım göremeyecektir. Kur’an-ı Kerim, bu tür düşünceleri daha en baştan reddetmektedir. Bu itibarla gerçekleşmesi mümkün olmayan hayalleri ve yanlış telakkîleri “hadis diye” nakletmek, İslam’ı yanlış tanıtmak ve Müslümanları kolaycılığa ve tembelliğe özendirmek son derece sakıncalıdır. (30.05.2008)