Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Engellilere Sahip Çıkmak İslâm’ın Emridir

A+A-

Bazı insanlar toplumda bir arada yaşadıkları engelli ve hastalara destek olmayı bir lütuf gibi görmekte, zaman zaman yaptıkları bazı iyilikleri başa kakabilmektedirler ki bu asla doğru değildir. Zira engellilere sahip çıkmak tüm insanlık için bir görevdir.

Engelliye ve hasta olana yardım etmek ve hayata tutunmasını sağlamak, kişinin gönüllü olarak “ister yapacağı isterse de yapmayacağı” bir konu değil tam tersine yerine getirmesi gereken çok mühim bir vazifedir. Yapmadığı zaman sorumlu olacağı bir husustur. Zira mesuliyetin gereği olarak kazandıklarının bir kısmını engelli ve hasta olanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasına harcamayan kimse görevini yerine getirmemiş demektir.

Zaten Hz. Peygamber; “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” derken bu göreve işaret etmiştir. Dolayısıyla her bireyin imkânları ölçüsünde içinde yaşadığı topluma karşı sorumlulukları vardır. Kimsenin bunlardan kaçıp kurtulması mümkün değildir. Nitekim ecdadımız sorumluluklarının gereği olarak hanlar, hamamlar, kütüphaneler, köprüler, aşevleri, çeşmeler, aciz ve düşkünlerin kalacakları mekânlar yaptırmışlardır.

Bu itibarla, engelli ve hasta olanlar sağlıklı insanlara göre dezavantajlı konumda olduklarından onların ellerinden tutmak ve onları topluma kazandırmak sağlıklı insanların sorumluluklarındandır. Karşılığını sadece Yüce Allah’tan bekleyerek bu insanlara sahip çıkan İslâm’ın özünü doğru kavramış ve Hz. Peygamber’i doğru örnek almış olur.

Kur’ân’a baktığımzda görürüz ki, hem sağlıklı olanlara hem de engelli olanlara bir tavsiye ve uyarı vardır. O da şudur:

 “(Ey İnsanlar! Hepiniz insan olmanız nedeniyle birbirinizle kardeşsiniz; bunun içindir ki) gözleri görmeyen için (sıhhatli olan kimselerin onlara yardım edip destek olmalarında ve onların da bu maddî ve manevî yardımı kabul etmelerinde) herhangi bir sakınca yoktur. Topal olan için bir sakınca yoktur. Hasta olan için bir sakınca yoktur…”[1]

Bu âyetin öncesi ve sonrasının mü’mince bir yaşamın nasıl olması gerektiği konusuyla ilgili olduğu düşünüldüğünde ne demek istediğimiz daha net anlaşılır. Kur’ân, bu âyetlerde İslâmî düşünce ve yaşam tarzının ilkelerini vermekte, bizleri tüm insanlığa karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeye ve onlara örnek olmaya çağırmaktadır.

Unutulmamalıdır ki İslâm’ın emir ve talimatları mümkün ve makuldür. İslâm kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez. Âyetlerde ifade edildiği üzere, “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez: kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine.”[2] “…Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiğiyle yükümlü kılar. Allah, güçlükten sonra kolaylık verir.”[3]

İslâm’a göre engelli ve hasta olanlar zor işlere koşulmaz. Böyle olanlara o toplum sahip çıkmak zorundadır. Bu tür dezavantajlı kesimlerin tedavi giderlerini ve insanca yaşayacakları şartları sağlama görevi tüm mü’minler üzerine bir borçtur/vazifedir. Onlara sahip çıkıp ihtiyaçlarını karşılamak için çabalamayan kimse dayanışma ve kardeşlik vazifesini yapmamış, sosyal sorumluluğunun gereğini yerine getirmemiş olur.

Şurası bir gerçektir ki, insanın doğduğu aileyi, anne ve babayı ya da kendi cinsiyetini belirleme hakkı nasıl yoksa doğuştan engelli olmayı ya da olmamayı belirleme hakkı yoktur. Kaldı ki insan dünyaya geldikten sonra da engelli olabilir. Dolayısıyla bütün bunları gözönünde bulundurarak engelli kimselerle bir arada huzur içinde yaşamayı öğrenmek herkesin vazifesidir.

Bu itibarla, toplumda bizimle beraber yaşayan engelli ve hasta bireylerin farkında olmak gerekir. Zira hepimiz her an engelli olmaya adayız. Bu nedenle toplum, engellilere bazı hakların verilmesini bu konudaki yasal düzenlemelere gerek bırakmadan kendisi halletmek durumundadır.

Engellileri birer angarya/yük olarak görmek son derece yanlıştır ve bu mantık Cahiliyye mantığıdır. Kim bilir, belki de onlar bizlere Yüce Allah’ın bir lütfudur. Buradan bizim de alacağımız dersler vardır. Zira engelliler bizler için bir imtihan vesilesidir. Onlar kendileri imtihan olurken aynı zamanda bizler de onlarla imtihan oluyoruz ki, bunun farkında olmamız gerekir. Bu imtihanı hep birlikte başarmamız şarttır. Kısaca, engellilere verdiğimiz değer ne kadarsa bizim “müslümanlığımızın/dindarlığımızın kalitesi” de ancak o kadardır.

Şunu her sağlıklı insanın sürekli hatırında tutması gerekir ki, insanoğlu kendi kaderinin tamamında her zaman söz sahibi değildir. Zira herkes her an engelli konumuna düşebilir, çok ağır hastalıklara maruz kalabilir. Dolayısıyla aşırı bencil olmak, sırf kendini düşünmek ve engellilere tepeden bakmak son derece çirkin ve yanlıştır. Zihnindeki bu tür engelleri aşamayan ve yanlış düşünceleri kaldıramayan kimse kendine yazık eder.

Diğer taraftan engelli olmak ya da olmamak bir üstünlük vesilesi değildir ve olamaz. Zira bizler yaptıklarımızla, ürettiklerimizle, ortaya koyduğumuz değerlerle ve müslümanlığımızın kalitesiyle Allah katında üstünlük elde ederiz. Doğuştan gelen bedenî eksikliklerimiz bizim kusurumuz değildir. Bu kusurlar nedeniyle insanları hor gören kişi içindeki şeytan tarafından ele geçirilmiş ve ne dediğini bilmeyen bir sefihtir.

Sonuç olarak, engelli ve hasta olanlara sahip çıkmak ve desteklemek İslâmî bir vazîfedir. Yüce Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez. Sorumluluklarının gereğini yerine getiren kimse Yüce Allah’ın rızasını kazanır. Bencil, fırsatçı, açgözlü ve sadece kendisini düşünen narsist tipler ise kısa vadede kazançlı çıksalar da uzun vadede mutlaka kaybederler. (11.03.2012)

 

Eşcinsellik Doğuştan Değil, Sonradan Kazanılan Bir Sapkınlıktır (213)

Kültürümüzde homoseksüeller için kullanılan “ibne” sözcüğü küfür ve hakaret ifade eden argo bir kelimedir. Zira inancımız ve kültürel değerlerimiz homoseksüelliği asla kabul etmemiş ve normal karşılamamıştır; bundan sonra da karşılaması mümkün değildir.

Çünkü kutsal kitabımız Kur’ân, bu eylemin çirkin bir davranış olduğunu Lût Peygamberin kendi toplumuna hitaben yaptığı şu konuşmadaki sözleriyle haber vermekte ve tüm insanlığı dolaylı olarak uyarmaktadır:

“İnsanların içinden (doğal ve hukuken meşru olan cinsi bırakıp da) erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hem de, Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizden uzaklaşarak? Yoo, siz her türlü ölçüyü aşan azgın bir toplumsunuz!”[4]

Kur’ân’da ifade edildiği üzere bu haklı uyarılara öfkelenen Lût kavmi peygamberlerini şehirden kovmakla tehdit etmişlerdir.[5]

Bunun üzerine Lût da (a.s.) onlara şöyle karşılık vermiştir:

“İyi bilin ki, ben bu sizin yaptıklarınızı sonuna kadar nefretle kınayan ve sizin gibi bir toplumun üyesi olmayı reddeden biri olarak kalmaya devam edeceğim.”[6]

Görüldüğü üzere Kur’ân, eşcinselliği açıkça kınamaktadır. (Bu arada, eğer eşcinsellik bu şekilde kınanıyorsa lezbiyenliğin de aynı şekilde kınanacağında hiçbir şüphe yoktur. Zira her ikisi de mahiyeti itibarıyla aynıdır; şeytana uyarak hedonist/sapkınca/azgınca arzu ve eğilimlere tabi olmanın sonucudur.)

Kur’ân’da başka âyetlerde bu haddi aşan davranışı yapanlar şu şekilde eleştirilmekte ve inananlar bu fiilden şiddetle men edilmektedir:

 “Lût’u da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden evvel dünyada hiç kimsenin yapmadığı iğrenç bir işi nasıl yapıyorsunuz? Kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz: Yoo, siz gerçekten ölçüyü aşan bir topluluksunuz!”[7]

“Lût’u da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani o, kavmine şöyle demişti: “Bu çirkin eylemi, [insanın yapı ve yaratılışına aykırı olduğunu] göre göre, nasıl işliyorsunuz? Gerçekten, kadınları bırakıp da, şehvetle erkeklere mi yöneliyorsunuz? Hayır, işin gerçeği, siz [hakka karşı körlüğü,] bilinçsizliği seçmiş bir toplumsunuz!”[8]

“Lût [da Bizden aldığı ilhamla] kavmine şöyle seslenmişti: “Siz, kesinlikle, dünyada daha önce hiç kimsenin yapmadığı hayasızca şeyler yapıyorsunuz! Siz, erkeklere [azgın bir şehvetle] yaklaşıp [cinsler arasında tabii olan] yolu kapatmıyor musunuz? Ve bu utanç verici suçları [açık] toplantılarınızda işlemiyor musunuz? Ama kavmi, “Peki,” diye cevap verdi, “eğer doğruları söyleyenlerden isen, başımıza Allah'ın azabını getir bakalım! [Bunun üzerine Lût] “Ey Rabbim!” diye yalvardı, “Bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açan bu insanlara karşı bana yardım et!”[9]

Bunun üzerine Allah Tealâ Lût’un (as) yaptığı bu duayı kabul etti, azgınca davranışlarında ısrar eden ve peygamberlerini dinlemeyen o sapkın toplumu helak etti. Âyetleri birlikte okuyalım.

 “Ve onların üzerine [yok edici] bir yağmur yağdırdık; uyarıl[dıkları halde aldırmay]anların uğradığı bu yağmur ne korkunç bir yağmurdur!”[10] “Onlara azab emrimiz gelince, o memleketin üstünü altına getirdik ve üzerlerine, arka arkaya (volkanik patlama sonucu oluşan) ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık. O taşlar ki, [günaha gömülüp gitmiş böyle toplumları tepelemek için] Rabbinin katında hazırlanmış, işaretlenmiştir. O taşlar ki, zalimlerin başından hiç eksik olmaz!”[11]

Bütün bu âyetler, Lût kavminin yaptığı sapkın davranışı eleştirmekte ve kınamaktadır. Hal böyleyken hâlâ eşcinselliği savunmak ve “Eşcinselliğin doğrudan haram olduğunu söyleyen hiçbir âyet yok ki?” diye küstahça tavırlar takınmak Kur’ân’ı ve metodunu zerre kadar bilmemek ve anlamamak demektir. Hatada ısrar etmektir. Aklı kullanmayıp heva ve hevesiyle hareket etmeye devam etmektir. Kendi yaptığı hayasızlığa kılıf bulmaya çalışmaktır.

Şurası bir gerçek ki güneş balçıkla sıvanmaz. Zira Kur’ân, böyle ahlaksızca davranışı yapmakta ısrar eden Lût Peygamberi ziyarete gelmiş insan suretindeki meleklere bile saldırmayı ve onların ırzlarına geçmeyi[12] planlayacak kadar gözü dönmüş o toplumun bu yüzden nasıl helak edildiğini açıkça anlattığı halde, hâlâ başka bir âyet aramak işi yokuşa sürmek densizliğinden/aymazlığından başkası değildir. Aklını ve iradesini şeytanın emrine veren kişinin nasıl da azgınlaşıp yanlış kararlar aldığını gösteren bu örnek olay, aklını kullanmayı isteyen ve sağlıklı tefekkürün hakkını verenler için yeterince aydınlatıcıdır.

Kısaca ifade etmek gerekirse eşcinsellik Kur’ân’ın şiddetle eleştirdiği ahlaksızca bir davranıştır; bu sapkınlığı İslâm’ın hiçbir şekilde onaylaması söz konusu değildir.

Öte yandan eşcinselliğin “doğuştan” değil “sonradan kazanılan kötü bir alışkanlık, davranış bozukluğu, psikolojik hastalık” olduğu konusuna gelince bu konuda Cenk adında bir okuyucumun yazdıklarını sizlerle paylaşmak isterim.

Avrupa’da yaşayan Cenk kardeşimiz bu sapkınca davranışın iddia edildiği gibi doğuştan değil “sonradan kazanıldığını” gönderdiği mektubunda özetle şöyle açıklamaktadır:

“Ahmet Bey,

“Merhabalar. Bir yazınızla karşılaştım internette. Ben de bu duyguları yoğun olarak yaşamış, Rabbimin izni ile gerçek kimliğimi inşa etme yolunda çok önemli adımlar atmış biriyim. Bazı TV programlarında eşcinsellere özgürlük adı altında kendilerini normal gösterme adına  ideolojik bir dava gibi savunanlar var. Bu duyguları yaşamış biri olarak o kadar yanlış yaptıklarını, konuşurken bile kendileri ile çeliştiklerini görüyorum. Gördükçe de çaresizce bu ideolojiye inanan insanlarımızın bir bir etkilendiğini bilmek beni üzüyor tabiki.”

“Mesela geçen O… B…’in bir programında Barbaros adında aşikâre davranışlarını ifade eden kişi hem eşcinselliğin normal olduğunu savunuyor… Az sonra da kendi sözlerinin içinde bir yerde de “otobüste fordculardan az çekmedim” diyor. Yahu kardeşim anlasana… O fordcu tacizciler senin kimliğini çaldı, seni otobüste taciz edip, cinsel kimliğini altüst etti. Hem bunu diyorsun hem de tutmuş eşcinsellik doğuştandır ve doğaldır diyorsun… Olacak şey mi bu??”

“Hocam, bu duyguların doğal olmadığını yani doğuştan olmadığını hani derler ya feriştahi gelse ispat ederim…”

“Çünkü kendi hayatımdan biliyorum konuştuğum kişilerden biliyorum. Başta diyorlar ben böyle doğmuşum, sonra konuştukca diyorlar ki “babamdan nefret ederim, annem çok baskıcıydı, filan beni taciz etti” vs...

“Hani doğuştandı???? Madem doğuştandı hayatının belli bir döneminde nasıl bir kıza aşık oldun???? Evlendin… Yıllarca evliliği sürdürdün… Sonra gay chat sitelerine musallat olunca ben gayim demeye başladın… Madem doğuştandı, nasıl aşık olabildin bir kıza????  Madem doğuştan ve bu eşcinsellik normaldi de bu hayatında stresin sıkıntının arttığı dönemlerde neden eşcinsel duyguların artıyor???

“Stresli olan bir kişi stresli iken eşine yaklaşmak istemez, ama stresi had safada olan bu duygulara sahip kişi kendini hemen bir erkeğin kucağına atmak ister… Stresinden öyle kurtulmaya çalışır... Bunun streslenince sigara canı çeken, içkiye kendini vurandan ne farkı var????”

 “Bu duyguları yaşıyanları normal göreceksek, aile içi ensest ilişkiyi normal görenlere de müsade edelim o zaman???? Çocuk tacizciler mutlu olsun diye, bazı çocuklarımız onlara feda edelim… Olur mu hiç böyle bir şey????

“Velhasılı hocam, bunların hiçbir tutar dalları yok. Sadece örgütlenmişler… Yanlışı yüksek sesle dile getiriyorlar… O yüzden bizlerin de toplumu bilinçlendirmemiz lazım.”

“Hocam, sizi tanımıyorum, sadece yazınızı okudum… Umarım bu konuda toplumun bilinçlenmesi için siz de bir ses olursunuz… Ben ve benim gibiler müspet gayretlerde bulunur. Eğer bunu yapmazsak, vebali çok olacak, hakkı hakkıyla ifade etmediğimiz için... Hocam, ben Avrupa’da gay kiliseler olduğu gibi Türkiye’de de gay camilerinin olmasından korkuyorum… gay imamlar olur diye endişeler taşıyorum… Lütfen bu konuda bir şeyler yapılsın…”

“Hocam konuşulacak çok sey var. Ama bütün bunların iyi bir program dâhilinde topluma doğru ifade edilmesi gerekir... O yazınızda bir kişiden bahsetmişsiniz. O kişi ortak birşeyler yapmak isterse ben kendimce birşeyler yapmaya çalışıyorum... Birlikte yapabiliriz. Ben danışmalık sürecini yurt dışında aldım ve bilgi ve tecrübelerimi İstanbul’da bir psikolog ile paylaştım. O sağ olsun insanlara yardımcı oluyor. İnşallah daha da güzel şeyler oluyor ve olacak... Kalın sağlıcakla… Cenk Y…..”

Görüldüğü üzere okuyucumun da ifade ettiği gibi eşcinsellik “doğuştan değil sonradan kazanılan” kötü bir alışkanlıktır. Bunun tedavisi, kişinin kendi elindedir. Böyle kişiler tedaviyi yanlış yerlerde aramaktan vazgeçmelidir. Şurası bir gerçektir ki, homoseksüellik İslâm’a göre kesinlikle haramdır. Kaldı ki kadınlara arkadan yaklaşmayı haram sayan bir dinin erkeklere arkadan yaklaşılmasını normal karşılaması da zaten düşünülemez. Dolayısıyla bu yanlış yola girenlerin derhal dönmeleri kendi hayırlarınadır. İnatlaşanların ve akıllarını kullanmayanların her iki dünyada da kaybedeceklerinde hiçbir şüphe yoktur. (29.03.2012)

 

[1] en-Nûr 24/61.

[2] el-Bakara 2/286.

[3] et-Talak 65/7.

[4] eş-Şuarâ 26/165-166.

[5] el-A’râf 7/80-81; eş-Şuarâ 26/167; en-Neml 27/56.

[6] eş-Şuarâ 26/168.

[7] el-A’râf 7/80-81.

[8] en-Neml 27/54-55.

[9] el-Ankebut 28-30.

[10] en-Neml 27/58.

[11] Hûd 11/82-83.

[12] Hûd 11/77-81.

 
Önceki ve Sonraki Yazılar