Emaneti Ehline Vermek Konusuna Farklı Bir Bakış
Günümüzde bazı müslümanların Kur’ân’ın şu âyetinden habersiz oldukları ve yanlış kıyaslar yaparak hataları sonuçlara ulaştıkları görülmektedir.
Örneğin bu kimseler “eşitlik” kılıfının arkasına gizlenerek, bilerek ya da art niyetle bir savaş zamanında öncelikle farklı alanlarda uzmanlaşmış değişik meslek mensuplarının gidip en ön safta savaşmalarını ve şehit olmalarını istemekte, bilgiye, tecrübeye, ihtisaslaşmaya yeterince önem/değer vermediklerini ortaya koymaktadırlar. Oysa böyle yaparak hakkı ve adaleti savunduğunu zanneden bu cahiller kanaatimizce şu âyetten habersiz gibidirler:
“Bütün bunlarla birlikte, [savaş zamanı] mü’minlerin hepsinin toptan yola çıkması doğru olmaz; onların arasında her gruptan bazılarının seferden geri kalmaları, [bunun yerine] din hakkında derin ve sağlam bir bilgi elde etmek yolunda çaba göstermeleri ve [böylece] seferden dönen kardeşlerini aydınlatmaya çalışmaları daha yerinde olacaktır; böylece belki, onlar [da] kötülüğe karşı kendilerini (daha iyi) korumuş olacaklardır.”[1]
Görüldüğü üzere âyet çok açıktır. Savaş anında gereken mücadeleyi sahasında uzman profesyonel ordunun yapması tavsiye edilmekte, toptan herkesin savaşa çıkması uygun görülmemektedir.
Geride kalan uzman kimselerin ise her alanda eğitim ve öğretim faaliyetine devam etmelerinin, nitelikli insan yetiştirmelerinin, dinî ilimlerle uğraşanların da sağlam dinî bilgi elde etme konusunda derinleşmelerinin uygun olacağı ifade edilmektedir.
Diğer taraftan bu âyette sadece dinî ilimlerle uğraşanlara vurgu yapılmış olması diğer mesleklerin değersiz olduğu anlamına kesinlikle gelmemekte, tam tersine her mesleği icra edecekleri yetiştirenlerin en güzel şekilde eğitim öğretim faaliyetine aralıksız devam etmelerine zımnen/dolaylı olarak işaret edilmektedir.
Dolayısıyla savaşa katılmayan tüm meslek mensuplarının yaptıkları işlerine aynen devam etmeleri ve kesintisiz eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürmeleri İslâm’ın bir emridir. Zira İslâm ilme, teknolojiye, gelişmeye, keşif yapmaya, yenilikleri takip etmeye, kaliteli bilgi, mal, ürün ve hizmet üretmeye büyük önem vermekte ve bu konuda müslümanlara büyük sorumluluklar yüklemektedir.
Örneğin bir gazeteci sağlam ve güvenilir haber yapmakla görevlidir. Onun öncelikli görevi gidip en ön safta asker gibi savaşmak değildir. Zorunlu hallerde elbette o da gidip savaşa katılabilir. Ancak onun esas görevi bellidir, uzmanlık alanı farklıdır. Savaşmak bu konuda eğitilmiş askerlerin ve profesyonel ordunun işidir.
Aynı şekilde bir akademisyen bilgi üretir, öğrenci yetiştirir ve ürettiği bilgiyi toplumla paylaşır. Onun öncelikli görevi, gidip en ön safta savaşmak değildir.
Bir doktor hastalarını en güzel şekilde tedavi eder. Onun öncelikli görevi gidip ilk saflarda asker gibi savaşmak değildir; ancak cephede savaşa katılan “subay doktorların” görevi de yaralanan askerleri tedavi etmektir ki onlar da zaten bu görevlerini yaparlar.
İnşaat mühendisleri, mütaahhitler ve işçiler sağlam binalar yaparlar. Onların öncelikli görevi gidip en ön safta savaşmak değildir.
İş adamı kaliteli mal üretir, uluslararası ithâlât ve ihracat yapar, istihdamı artırır. Onun öncelikli görevi gidip cephede en ön safta savaşmak değildir.
Bir diplomat bulunduğu yabancı ülkede, devletinin hak ve çıkarlarını en üst düzeyde savunur ve ülkesini doğru tanıtır. Onun öncelikli görevi gidip en ön saflarda düşmanla savaşmak değildir. Onun diplomatik yollardan ülkesine yapacağı katkı belki cephede savaşan askerlerin yapacağından çok daha fazla olabilir.
Siyasetçi ülke yönetiminde doğru ve adil kararlar almakla yükümlüdür. İyi idareci hakkın ve haklının yanında yer alır, işi ehline verir, meritokrasiyi savunur, ayrımcılık yapmaz, hukuk devletini inşa eder. Onun öncelikli görevi gidip cephede en ön safta savaşmak değildir.
Ordunun komuta kademesi savaşı sevk ve idare eder. Onların öncelikli görevi gidip en ön safta askerlerle birlikte savaşmak değildir. Onu yapacak başka komutan ve askerler vardır ve onlar da zaten görevlerini en iyi şekilde yapacaklardır.
Dolayısıyla her zaman olduğu gibi burada da emanet ehline vermek gerekir.[2] Herkes görevini en iyi şekilde yapmalı ve öncelikler ve hedefler doğru belirlenmelidir.
Kanaatimizce savaşmak profesyonel ordunun işidir. Sürekli kendini yenileyen, yeni harp taktikleri geliştiren, silah ve mühimmatını zamanında hazır eden, çağın ihtiyaçlarına uygun donanımlı orduyu savunmak ve savaşma görevini onlara vermek gerekir. Bunun yerine, sahasında iyi yetişmiş İslâm âlimlerini en ön safta savaştırıp şehit olmalarını beklemek, ilk önce uzman doktorları savaşmaları için cepheye sürmek, emaneti ehline vermemek, ayrıca Tevbe Suresinin 122. âyetine de alenen karşı gelmek olacaktır.
Elbette orduya moral veren din subaylarına ihtiyaç vardır. Onlar askerlerle sürekli savaş meydanlarında olmalıdır. Ama dinî ilimlerle ve insan yetiştirmekle meşgul, din hakkında derin ve sağlam bilgi elde etmek için gece gündüz çaba sarf eden, seferden dönen kardeşlerini bilgilendirmek için sürekli kendini yenileyen İslâm âlimlerini cephede savaşırken ve ölürken görmek arzusu, kanaatimizce “ucuz müslümanlık gösterisinden” başkası değildir.
Sonuç olarak, yukarıda zikredilen âyetler açıktır. Hâlâ inatla tersini savunan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, amacı ve niyeti bozuk cahil/cühelanın bu âyet üzerinde düşünmeleri âyetle ilgili yapılan yorumları bütüncül bir gözle okumaları ve değerlendirmeleri hem kendileri hem de yanılttıkları kimselerin hayrına olacaktır. (23.08.2012)
[1] et-Tevbe 9/122.
[2] en-Nisâ 4/58; el-Enfâl 8/27; el-Mü’minun 23/8; el-Mearic 70/32.