Eleştiri ile Hakaret Arasındaki Farkı Anlamayan Sefihtir!
“Her insan hata edebilir”, “Hatasız kul olmaz”, “Beşerdir şaşar” gibi atasözleri bir gerçeğin ifadesidir. Yani; Âdemoğlu hata ile maluldür ve her zaman hata yapma ihtimali vardır. Nitekim peygamberler de “görevleri haricindeki konularda” hatalar yapmışlardır. Ancak onlar, derhal hatalarını anlamış, pişman olmuş ve yanlışlarından dönmesini de bilmişlerdir. Mesela Hz. Âdem, Hz. Mûsâ ve Hz. Yûnus buna örnek olarak gösterilebilir.
Bu itibarla geçmişte yaşamış ve bizlerin “büyük insanlar olduğunu düşündüğümüz” kimseler de hata edebilir. Maalesef onların hata yapabileceklerini bir türlü kabul edemeyen “sefihler” her dönemde çıkmıştır ve görünen o ki, bundan sonra da çıkmaya devam edecektir.
Mesela Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 234/848), Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909), Ebû Bekir eş-Şiblî (ö. 334/946), Ebu’l-Hasan el-Harakânî (ö. 425/1033), Aynülkudât el-Hemedânî (ö. 525/1131), Yusuf Hemedânî (ö. 535/1140), Ahmet Yesevî (ö. 562/1166), Ferîdüddin Attâr (ö. 618/1221), Muhyiddin İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240), Şems-i Tebrîzî (ö. 645/1247), Necmeddîn-i Dâye (ö. 654/1256), Celâleddin el-Konevî (ö. 670/1271) Hacı Bektâşi Velî (ö. 670/1271) ve Hacı Bayram-ı Velî (ö. 833/1429) de birer insandır. Onlar da hata edebilir, yanılabilir ve yanlış kararlar alabilir. Ancak bu durum, onların hiçbir doğru söz, iş, tutum ve davranışları olmadığı anlamına da gelmez. Onları doğruları ve yanlışlarıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Önemli olan, toptancı/genellemeci değil, “seçici bir bakışla” meseleye yaklaşmaktır.
Nitekim sahâbe de Hz. Peygamber’in ölümünden sonra bazı yanlışlar yapmıştır. Mesela Cemel ve Sıffin Savaşları, Harre vakası, Kâbe’nin mancınıklarla yerle bir edilmesi, on binlerce insanın öldürülmesi buna örnektir. Bu savaşlar “uzaydan gelen başka varlıklar (!)” tarafından değil o dönemde yaşayan “sahâbe ve tabiîn nesli” tarafından yapılmıştır. Yani; kimse tamamen masum değildir.
Dolayısıyla bu insanları hatalarıyla kabul edip aynı yanlışlara düşmemek bir erdemdir. İnsanları kutsamayı bırakıp Rabbe hakiki kul olmak izzettir. Ataların gittiği yanlış yoldan dönmek şereftir.
Çünkü büyük bildiğimiz İslam âlimlerinin, mutasavvıfların, meşâyihin ve günümüzde de onların izinden giden bazı kimselerin hiç hata yapmayacaklarını iddia etmek, böyle bir düşünceyi savunmak kesinlikle Kur’ân’a aykırıdır. Çünkü bu gibi kimselere bazı kutsallıklar atfederek onların günahsız ve masum olduklarını söylemek çok büyük bir yanlıştır.
Dolayısıyla bu ve benzeri büyük bildiğimiz insanlar da söylemleri, yapıp ettikleri, kararları, içtihatları ve kitaplarındaki fikirleri nedeniyle eleştirilebilir. Bu gayet normaldir. Bunları dokunulmaz kabul edip kutsamak her dediklerini “âyet zannedip” savunmaya kalkışmak böyle yapanları çok tehlikeli sulara/mayın tarlalarına götürür ve bu sularda/mayın tarlalarında dolaşanlar ise boğulmaktan/mayına basıp ölmekten asla kurtulamaz.
Bu nedenle Kur’ân ve sünnetin ilkeleri ışığında ve ahlak kurallarına bağlı kalınarak her insanın tenkit edilmesi mümkündür. Şahısları değil fikirleri eleştirmek gelişmeyi ve ilerlemeyi tetikler. Körü körüne bir liderin/şeyhin/hocanın peşinden gitmek ise son derece yanlıştır ve bu tutum insanı felakete ve zillete sürükler.
Sonuç olarak, “hakaret etmeden bir insanın fikrini eleştirmek, yanlışlarını söylemek, bunları onaylamadığını ifade etmek ve yeni tekliflerde bulunmak” doğru olandır. Böyle yapmak o insanları küçümsemek veya kötü göstermek değildir. Onların da hata edebileceğini belirterek ümmeti düştüğü vahim yanlışlardan kurtarmaya çalışmak ve korumaktır. Bu itibarla, hakaret ve tenkit arasındaki farkı anlamayarak ya da anlamamakta ısrar ederek yanlış yapanları savunmak zulme ortak olmaktır. Zalimlerin ise tövbe etmeden, kendilerini düzeltmeden, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koymadan “hidayete erişebilmeleri yahut hidayet üzere kalabilmeleri” Kur’ân’a göre kesinlikle mümkün değildir.[1] (03.10.2014)
[1] es-Saff 61/7; el-Cum’a 62/5.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.