Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Duhan'ın çıkması kıyametin bir alameti midir? 

A+A-

Arapça’da “tütmek, dumanı çıkmak” mânâsındaki (دخن) “da ha ne” kökünden isim olan (دخان) “duhân”, “duman” anlamına gelmektedir. “Duhân” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde geçmekte ve “duman” anlamında kullanılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te ise, “dünyanın sonunda vukû bulacak bir alâmet” olarak zikredilmektedir. İslâmî literatüre kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri olarak geçen “duhân”a, Kitab-ı Mukaddes’in benzer anlam ifâde eden pasajlarında rastlanılmış olması dikkat çekicidir.

Kur’an’da kıyâmetin yaklaştığını haber veren âyetlerin olması, müslümanlar arasında yakın bir gelecekte kıyâmetin kopacağı, öncesinde de kıyâmet alâmetlerinin zuhûr edeceği inancını doğurmuş, konuyla ilgili Hz. Peygamber’e nispet edilen rivâyetler de bu inancın pekişmesini sağlamıştır. Bunların “gaybî rivâyetler” olmaları nedeniyle de bu konularda bağlayıcı yorum ve tahminlerde bulunulmaktan kaçınılmış, “duhân”ın zuhûruna inanılması gereken bir “kıyâmet alâmeti” olduğu belirtilmekle yetinilmiştir.

Ancak bu konuda ortak bir kanaate ulaşılamamıştır. Nitekim “duhân” ile ilgili başlıca iki yorum mevcut olup birinci yoruma göre âyette bahsedilen “duhân”, Hz. Peygamber’in duası sonucu gerçekleşen ve inkârcıları sıkıntıya sokan kıtlık ve kuraklıktır. Mekkeli müşriklerin kıtlık yıllarında, açlık ve bitkinlikten dolayı ufka baktıklarında her yeri dumanlı görmeleri sebebiyle bu şekilde bir yorum yapılmıştır.

Diğer yorum ise “kıyâmet alâmetleri”nden biri olduğuna inanılan “duhân”dır. “Duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olarak algılanmasında bazı rivâyetlerin etkisi çok büyük olmuştur.

Örnek verecek olursak kaynaklarda geçen şu rivâyet “duhân”ın nasıl “kıyâmet alâmeti” olarak görüldüğü hakkında bir fikir verecektir: Huzeyfe b. el-Yemân’dan rivâyet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet alâmetlerinin ilki, “duhân”, Meryem oğlu Îsâ’nın inmesi ve (Yemen’in şehirlerinden) Aden taraflarından çıkacak bir ateştir ki, insanları mahşer yerine sevk edecektir.” Huzeyfe: “Ya Rasûlellah, bu ‘duhân’ nedir?” diye sormuş, Hz. Peygamber onun bu sorusuna karşılık olarak duhân sûresinin 10. âyetini okumuş ve: “(Bu duman) doğu ile batı arasını dolduracak; kırk gün kırk gece duracak; mü’min nezleye tutulmuş gibi olacak; kâfirler sarhoş gibi olacak; (bu duman) kâfirlerin burunları, kulakları ve arkalarından çıkacak” buyurmuşlardır.

Günümüz tefsir araştırmacılarından rahmetli Abdullah Aydemir, senedinde problemler olan ve değişik tefsirlerde yer alan bu rivâyetin uydurulduğu ve Hz. Peygamber’e nispet edildiğini ifâde etmiştir. Özetle, tefsirlerde ve diğer bazı kaynaklarda yer alan ve “kıyâmet alâmetleri”nden bahseden rivâyetlerin sened ve metin yönünden tenkîde tâbi tutulmaları gerektiği açıktır. Zîra bu rivâyetlerin, Kur’an-ı Kerim’deki bazı âyetlerin çok yanlış anlaşılmasına ve yorumlanmasına neden olduğu görülmektedir.

Şöyle ki, bazı müfessirler âyetleri tefsir ederlerken bu rivâyetlerin etkisiyle “duhân”ı “kıyâmet alâmeti” olarak değerlendirmişlerdir. Nitekim gerek meallerde ve gerekse tefsirlerde bu duruma rastlanılmaktadır. Oysa “duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olduğuna dair delil olarak ileri sürülen âyetlerde böyle bir husûsa işaret edilmediği görülmektedir. Duhân sûresinin ilgili âyetleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde “hatasını anlamamakta ısrar eden bütün günahkârların mâruz kaldıkları bir felâketin sıkıntılarından Yüce Allah’ın kendilerini kurtarmasını istemeleri, bu azap kısa bir süreliğine kaldırılınca da tekrar eski hallerine dönmeleri” anlatılmaktadır. Dolayısıyla bu âyetlerde “kıyâmet alâmetleri”ne işaret eden açık ve sarih hiç bir ifâde yoktur. Zîra “duhân” “kıyâmet alâmeti” olacak olsaydı, zuhûr ettiğinde ne günahkârların “azabı kaldır” demelerine imkân kalırdı ne de “kısa bir süreliğine azabı kaldırırız” cevabı uygun düşerdi.

Beydâvî (685/1216) de, ortada böyle bir “teklifin, duanın ve cevabın bulunması” nedeniyle, bunun ne kıyâmetin bir alâmeti ne de kişinin kendi kıyâmeti olduğunu, çünkü böyle bir durumda artık teklifin ortadan kalkacağını ve îmânın da geçerli olamayacağını ifâde etmiştir.

Dolayısıyla, burada bahsedilen “duhân” kesinlikle bir “kıyâmet alâmeti” değildir. Nitekim günümüz Kelam araştırmacılarından İlyas Çelebi de, âyette belirtilen “duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olduğu neticesini doğuracak/ destekleyecek mesnedlerin bulunmadığı kanaatindedir.

Süleyman Ateş ise: “Burada ne kıtlık yıllarına, ne de kıyâmet alâmetlerine işâret vardır. Bunlar sonradan âyetlere yakıştırılmıştır. Bu, Bedir savaşına işarettir” demiştir. Süleyman Ateş, “duhân”ı “gelecekte vukû bulacak bazı ilmî keşifler sonucunda insanlığı yok edecek çeşitli nükleer silahların ve bunların olumsuz etkilerinin bir işâreti” olarak değerlendirmiştir.

İbn Kuteybe “duhân”ın; “insanı çok korkutan ve acizliğini hissettiren gökyüzünden gelecek çok büyük felâketler” anlamına gelen “mecâzî bir ifade” olduğunu söylemiş ve bu görüşünü Arapların (الشر الغالب) “insanı çaresiz bırakan felaketler”i, “duhân” diye isimlendirmelerine dayandırmıştır. Bununla birlikte âyette belirtilen “duhân”ı “insanın hayatını sürdürebileceği en uygun ortam olan dünyadaki dengelerin bozulmasının bir işâreti” olarak değerlendirenler de bulunmaktadır.

Kanaatimizce bazı açgözlü insanlar, dünyanın hassas dengeleriyle oynar, yeryüzünde ve atmosferde “çevre ve hava kirliliğine” sebep olur, kimyasal, biyolojik veya nükleer silahların kullanılacağı savaşları tetikler, böylece jeolojik ve ekolojik dengeyi altüst eder, bütün insanlık âlemi de bu duruma “çıkarları yahut korkuları nedeniyle” ilgisiz, tepkisiz ve seyirci kalırlarsa, büyük felaketlerin yaşanması, iklimlerin değişmesi, küresel ısınma ya da soğumaların olması, netice îtibârıyla da “kıyâmet-i vustâ”nın gerçekleşmesi yani; kitleler halinde insanların ölmesi söz konusu olabilir. Hayatta kalmayı başarabilenlerin “acizliklerinin farkında olarak” yapacakları dualarla her şeyin tekrar normale/ eski haline dönmesi “uzun zaman almakla beraber” mümkün olabilir. Zîra âyetler, Yüce Allah’ın buyruklarını umursamayan insanlığın kendi yapıp ettikleri negatif davranışlar sebebiyle, kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmalarının ve kendi kendilerine zulüm etmelerinin doğal bir sonucu olarak, böyle bir durumla karşı karşıya kalmalarının her zaman imkân dâhilinde olduğuna işâret etmektedir.

Aynı şekilde Yüce Allah, insanları imtihan etmek maksadıyla bir takım gök cisimlerinin dünyaya çarpmalarına engel olmayabilir. Bu durumda “gökyüzünden gelecek böyle büyük bir felaket sonucu” çarpmanın şiddetiyle atmosferde yoğun bir duman tabakası meydana gelebilir ve doğal olarak pek çok insan hayatını kaybedebilir.

Sonuç olarak, söz konusu âyette geçen “duhân”ı “küresel kıyâmet”in bir alâmeti değil, insanların yapıp ettiği “yanlışlar ve kötülükler” nedeniyle “toplumsal yok oluşların yaşanacağının bir habercisi” olarak değerlendirmek çok daha mantıklı ve isabetli görünmektedir.[1] (05.10.2007)

 


[1] Ayrıntılı bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri” adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 172-175.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.