Din, Şeriat ve Fıkıh
“Din”, ilk insandan itibaren kıyamete kadar gelecek tüm insanlar için Yüce Allah’ın koyduğu “değişmez temel ilkeler” olup kıyametin kopacağı ana kadar geçerlidir. Son hak din İslam, bu ilkelerin tamamını muhtevîdir. Bu bakımdan kıyamete kadar gelecek tüm insanlar “dine” yani; “şaşmaz ve değişmez temel ilke ve esaslara” uygun hareket etmekle mükelleftir.
“Şeriat” ise, “dinin” söz konusu aslî ilkelerinin “değişik toplumlarda, farklı zaman ve mekânlarda, farklı yol ve yöntemlerle uygulanmasıdır.” Nitekim şeriatlarda teferruata ait meselelerde değişik uygulamalar söz konusu olabilir. Burada “temel esas”, bu uygulamaların “dine/İslâm’a” aykırı olmamasıdır. Dolayısıyla coğrafyanın, iklimin, zamanın ve şartların değişmesiyle “farklı toplumlar için farklı şeriatlar” olabilir. Dine aykırı olmamak kaydıyla farklı yol ve yöntemler uygulanabilir. Bu bakımdan “din” ile “şeriat” birbirine karıştırılmamalıdır. Görüldüğü üzere “din” ayrı, “şeriat” ayrıdır.
“Fıkıh” ise “dine” ve “şeriata” aykırı olmayacak şekilde müslümanların ürettikleri dinî hükümlerdir. Yani sahanın uzmanı İslam âlimlerinin İslâm’ın temel ilkelerini ve Hz Peygamber’in sahih sünnetini esas alarak çağının problemlerine ürettikleri çözüm önerileridir. Aynı şekilde bu öneriler “dine” uygun olmalıdır. Bilinmelidir ki bu üretilen “din” veya “şeriat” değil sadece “dinî yorumlardır.”
Bir başka ifadeyle “fıkıh”, o dönemin insanlarının uyması gereken dini kurallar bütünüdür. Mezhepler fıkhın kaide ve kurallarını belirler ve bir usul dâhilinde çağın sorunlarına “dine” aykırı olmayacak şekilde fetvalar/çözüm önerileri üretir ve yeni hükümler ortaya koyarlar.
Dolayısıyla üretilen bu” din yorumlarının” kendisi “din” değildir; bu nedenle gelecek zamanlardaki insanlar için bu yorumların bağlayıcılığı yoktur. Elbette bu içtihatlardan da yararlanılması söz konusu olabilir; ancak bu yorumları “din” zannedip her dönemin insanlarına bunları “din” diye dayatmak ve “o dönem için yapılması zaruri yeni yorumlara” mani olmak doğru değildir.
Bu fıkhî hükümler/içtihatlar ehil âlimler tarafından “hem maslahat hem de Şâriin maksadı esas alınarak” sürekli üretilmeli ve güncellenmelidir. Kanaatimizce bu noktada İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin metodu ve yaklaşımı esas alınmalı ve meselelere ehl-i rey bakış açısıyla yaklaşılmalıdır.
Kur’ân ve sahih sünnetin ilke, amaç, gaye ve maksadını çok iyi kavrayan bir müçtehidin “dine” uygun ortaya koyacağı “içtihatlar/fıkhî hükümler/çözüm önerileri” İslam toplumlarının kalkınmasına, ilerlemesine ve tüm dünyaya model olmasına imkân sağlayabilir.
Sonuç olarak “din”, “şeriat” ve “fıkıh” aynı şeyler değildir; aralarında ciddi farklar vardır. Bunlar birbirine karıştırılacak olursa İslâm’ın anlaşılması ve yaşanması güçleşir; mezhepler arası çatışmalar da kaçınılmaz hâle gelir. Ayrıca “son din İslam”, gayr-i müslimlere yanlış tanıtılır ve onların İslam’dan soğumalarına/nefret etmelerine neden olunur. Böyle yapmak ise çok büyük bir vebali omuzlamak manasına gelir. (28.12.2009)