Fatih Muhammed Çakmak

Fatih Muhammed Çakmak

Deprem Sonrası Dönemde Gönüllülüğü Yeniden Düşünmek

A+A-

Türkiye, 6 Şubat Pazartesi günü saat 04.17'de Kahramanmaraş merkezli ve 10 ili etkileyen 7.7 büyüklüğündeki depremlerle, ardından aynı gün saat 13.24'te 7.6 büyüklüğünde ikinci depremle sarsıldı. Binlerce kişi enkaz altında kaldı. Evler, iş yerleri, yollar, tarihi mekânlar yıkıldı ya da hasar aldı. Büyük bir fedakarlık örneği sergileyerek ülkenin dört bir yanından yediden yetmişe herkes arama-kurtarma çalışmalarından temel ihtiyaçların karşılanmasına varıncaya dek seferber oldu. Aynı şekilde İslam dünyasından ve dünyanın çeşitli ülkelerinden deprem bölgesine yardım eli uzandı.

Etkisi çok büyük bir deprem olduğu için yaraların sarılması zaman alacak. Sosyal yapıların inşası her şeyden önemlisi ruhların ihyası için uzun soluklu gayretlere ihtiyaç olduğu açık. Yanı sıra Milletimiz zor zamanlarda kenetlenmenin en güzel örneklerinden birini daha sergileyerek yaraları sarmaya başladı.

Yaşadığımız son deprem hadisesi ile bir kez daha birlik, beraberlik, yardımlaşma ve kardeşlik bağı güçlü bir millet olduğumuzu hatırladık. Gündelik, siyasi, ideolojik ve fikri farklılıkları böylesi zor zamanlarda geride bırakıp birbirimize merhamet eli oluyoruz. Onlarca belki yüzlerce iyilik hikâyesini biraz daha ileri bir tabirle destanları hep birlikte yazıyoruz. Söz konusu dayanışma hali literatürde “gönüllülük” olarak geçen kavramı akla getiriyor. 

Gönüllülük, bilindiği üzere bireyin maddi karşılık beklemeden ya da başka bir çıkar beklentisi içinde olmadan, ailesi ya da yakın çevresi dışındaki insanların yaşam kalitesini artırmak ya da genel olarak toplumun yararına olduğu düşünülen bir hedefe ulaşmak için eğitim, kültür, insani yardım, afet ve acil yardım gibi alanlarda kategorik ve tematik faaliyetlere katılmasıdır.[1] 

Maraş depremi vesilesiyle gönüllülüğün, özellikle afet ve acil yardım alanına giren arama-kurtarma gönüllülüğünün ne denli önemli olduğu daha net anlaşıldı. Zira her bir arama-kurtarma gönüllüsü enkaz altında sağ kalanların hayata tutunan eli oldu. Sürecin bir parçası olarak insani yardım gönüllüleri vasıtasıyla temel ihtiyaçlar karşılandı, acılar paylaşıldı, yaralar birlikte sarılıyor. Sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla el birliğiyle dört koldan hummalı çalışmalar yürütülüyor.

Gönüllülük ya da sivil inisiyatif namına şahit olduğumuz güzel manzaralarla birlikte muhasebe etmemiz ve iyileştirmemiz gereken hususların da olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu bağlamda mahiyeti itibariyle devam edecek olursak gönüllülük, anlık duygusal yönelim ya da sosyal aktivite alanı değildir. Oryantasyon, sorumluluk ve görev anlayışı gerektirir. İnsan kaynağı, zaman ve kriz yönetimine dayalıdır. Koordinasyon, işbirliği ve ortak akıl ile hareket edilmesi zaruridir.[2] Böyle bir temel üzerine muhasebe edildiğinde depremin meydana geldiği ilk günlerde münferit gönüllü hareketliliğinin, afet yönetimi açısından ciddi zorluklar meydana getirdiğini gördük. Özellikle afet ve kriz bölgelerinde gönüllülüğün bir kamu ve toplumsal girişim ya da bir Sivil Toplum Kuruluşu (STK) bünyesinde yürütülmesinin faydaya daha çok hizmet edeceğini anlamış olduk. Böylesi durumlarda dirayeti, soğukkanlılığı, tecrübe ve alan uzmanlığını önceleyen bir tavır sergilememiz gerekiyor. Aynı duruş ve tavrı dijital mecralardan yayılan haberler karşısında takınmamız da ayrıca önem arz ediyor. Zira kriz durumlarında, kitle iletişimin yetersiz olduğu durumlarda panik ve korku iklimini en çok besleyen haberler bu mecralar üzerinden dolaşıma giriyor. Maalesef üzülerek tanık olduğumuz durumlar meydana geldi. Böyle durumlarda bir haberin doğruluğunun anlaşılmasına salık veren dini, akli ve vicdani ölçülerin tamamını, zor zamanların ahlaki bir müeyyidesi, olarak işletmemiz gerekiyor. 

Söz buraya gelmişken bir hususun daha altını çizmemiz gerekiyor... Bilindiği üzere Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının varlığı ve konumu yıllara sâri tartışıla geliyor. Söz konusu tartışmalar devlet-toplum, devlet-birey ve siyaset-toplum ilişkisi bağlamında çeşitli toplumsal hadiseler etrafında sürdürülüyor. Tartışmalara aktüel bir boyut kazandıracak mahiyette Türkiye’de ulusal ve uluslararası ölçekli faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları, depremin yaşandığı ilk günden bugüne arama-kurtarma, barınma, beslenme, psikososyal ve manevi destek çalışmaları yürütmesi sivil dayanışmanın ne denli önemli olduğunu, kamu hizmetlerini güçlendirmenin yanında toplumsal dayanışmaya ne denli katkı sağladığını gösterdiler. Sivil toplum kuruluşları kadim geçmişten gelen vakıf medeniyetinin devamı olarak Anadolu coğrafyasında gönül köprüleri kurduğunu bir kez daha ispatladı. Bu kertede son yıllarda gönüllülüğe ve sivil topluma katılım hususunda çizilen olumsuz imajların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Yanı sıra gönüllülük anlayışının bireyler ve kurumlar ölçeğinde iyileştirilmesi adına gayret gösterme hususunda hepimize dinî, ahlâkî ve tarihî bir sorumluluk düşüyor.

           

Yine bu süreçte gençlerin X, Y, Z kuşağı gibi nitelemeler üzerinden konumlandırmanın yanlışlığı ortaya çıktı. Zira gerek deprem bölgesinde gerek depremzedelerin yaralarının sarılmasını içeren bütün süreçlerde gençler gönüllü olarak en ön saflarda yer aldı. İthamların ve tanımlamaların aksine duyarlı, fedakâr, sorumluluk alan, iş birliği yapan ve toplumsal farkındalığı yüksek bir gençliğin varlığı dikkat çekti. Ayrıca gençliği iyiliğe ve güzel olana yönlendirme vasıtası olarak gönüllülüğün iyi bir mecra olduğu yeniden gün yüzüne çıktı. Dijital alan hâkimiyetinin realiteye galip geldiği algısının aksine hissederek, katılarak, sorumluluk alarak, iş birliği yaparak hareket etme bilincinin ve tecrübesinin saha dinamiği ile elde edileceği gençler eliyle pekişmiş oldu.  Bu bağlamda gençliğe dair yargıların, yaklaşımların, kurulan dilin ve davranış biçimlerinin bu gözle yeniden sorgulanması gerektiğini daha iyi anladık.

Unutmamalıyız ki gençlerin sivil toplum hareketlerinde yer alması her ülke için her dönemde kritik öneme sahiptir. Bilgi, görgü ve tecrübesini yer aldığı sivil inisiyatif ya da STK yapılarında geliştiren gençler her ülke için olduğu gibi Türkiye için de kıymetlidir. Gençlerin sivil inisiyatiflere katılımlarının desteklenmesi, gönüllülüğe teşvik edilmesi stratejik açıdan da büyük önem taşımaktadır. Bu doğrultuda Türkiye’de sivil toplumun, buna bağlı olarak dini, siyasi, iktisadi, ahlaki ve toplumsal yapının güçlendirilmesi adına gençlerin gönüllülük faaliyetlerine katılmaları hususu öncelikli eğitim politikaları arasında görülmeli; hazır bulunuşluk düzeyinin yükseltilmesi ve gerekli bilincin oluşması için eğitimin ilk kademelerinden itibaren yaygınlaştırılması ve sivil toplum kuruluşları tarafından erken yaşlarda dâhil olunabilecek alanların oluşturulması gerekiyor.

Elbette deprem sonrasında gösterilen çabalar zikrettiğimiz iyileştirme alanlarının çok daha üstündedir. Biz işbu çalışmayla dayanışma ruhu ve gönüllülük anlayışı güçlü bir ülkenin fertleri olarak bu alanlardaki bilincimizin ve niteliğimizin arttırılmasına yönelik tekliflerimizi sunmaya gayret ediyoruz. Millet olarak içinden geçtiğimiz zor günlerinden üstesinden geleceğimize yürekten inanıyoruz. Sabahattin Zaim’in deyişiyle Türkiye basit ve küçük bir ülke değildir. Ne Panama'dır ne Haiti'dir ne de Vietnam'dır. Dünyanın merkezinde sayılır. Üç kıtayı birbirine bağlayan, medeniyetleri bağlayan ve dünyanın en uzun medeniyetinin de temsilcisi olan bir ülkedir. Biz ne kadar kendimizi küçümsersek küçümseyelim tarih ve coğrafya nazarında değerimiz budur.[3] Millet olarak dayanışma ruhumuz, yekvücut kenetlenmemiz ve can siperane gayretlerimizle bu değerin hala çok kıymetli olduğunu bizzat müşahede ettik. Aynı şekilde dünyanın dört bir yanından gelen desteklerle Türkiye’nin yüreklerde hala engin bir yerde durduğunu gördük.

O halde yeni bir zamanın başlangıcı olarak sayılacak kadar sorumluluk yüklendiğimiz bugünlerde her ne yapacaksak bilgece, zarafetle, letafetle, estetikle ve bunların bir bütünü olarak hikmetli bir ahlak ile yapmalıyız. Kanaat etmenin daha çok sahip olma hırsını mağlup ettiği bir ahlakı hâkim kılmalıyız.

Gönüllülük anlayışımızı muhasebe etmeliyiz. İstişare, koordinasyon ve ortak akıl ile hareket etmek üzerine akl-ı selim, soğukkanlılık ve dirayetli olma davranışları üzerine daha çok muhasebe yapmalı, duygusal reflekslerle hareket etmenin faydadan çok zarar getireceğini de hesap katmalıyız. Sorumluluk alanımıza giren her işi yadırgamadan ve yadırganmadan tamamlamalıyız.

Korunaklı ortamlara, muhafazalı mekânlara ihtiyaca sıkça vurgu yapılan şu günlerde insanı, hayatı ve tabiatı korumayı merkeze almalıyız.

Şefkat ve merhametimizi daima diri tutmalı; karamsarlıktan uzak bir umuda ve ümide dönüştürmeliyiz.

Daha az kayıp için daha fazla insan olmalıyız. İnanıyoruz ki bitmeyen bir umut aşısıyla tez vakitte yaraları yine hep birlikte saracağız.

 

[1] İleri okuma ve ayrıntılı bilgi için bkz. Hakan Dulkadiroğlu, Türkiye'nin Meselelerine Gönüllü Bakış: AmeriCorps Modeli, Orion Kitabevi, Ankara 2016; Emre Erdoğan ve diğerleri, Türkiye’de Gönüllülük: Deneyimler, Sınırlılıklar ve Yeni Açılımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2020.

[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Nafiz Güder, Stk’lar İçin Gönüllülük ve Gönüllü Yönetimi Rehberi, Ankara, Kasım 2006; T.C. İçişleri Bakanlığı AFAD Başkanlığı, AFAD Gönüllülük Sistemi, https://gonullu.afad.gov.tr

[3] Faruk Taşçı, Sabahattin Zaim ile İktisat Toplum ve Siyaset, "İslam Dünyasında Kimlik Problemi ve Çıkış Yolu Olarak Ortak Payda Zarureti", İktisat Yay., İstanbul 2019, s. 161.

Önceki ve Sonraki Yazılar