Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Deprem, “Geliyorum” Derken, Tedbirde Kusur Eden Şehit Olamaz!

A+A-

Türkiye’nin deprem kuşağında yer aldığını bilmeyen yoktur. Zira ilim adamları bu gerçeği sürekli söylemekte ve yazmaktadır. Zaten orta ve küçük ölçekli depremler, zaman zaman bu hakikati insanlara hatırlatmaktadır. Dolayısıyla deprem gerçeğini unutarak kısır siyasî tartışmalar ve boş şeylerle ömür tüketmeyi tercih eden kadın ve erkek herkes büyük bir yanılgı içindedir. Nitekim tarihimiz tedbirsizlik, ihmal, atalet, tembellik, uyuşukluk, vurdumduymazlık ve nemelazımcılık sonucu on binlerce insanın öldüğü, milyarlarca liralık maddî kayıpların yaşandığı deprem felaketlerinin örnekleriyle doludur.

Dolayısıyla bütün bu yaşananlardan ders almayarak hatada ısrar eden ve yanlış yönetimleri iş başına getirmeye devam edenler, depremlerde hayatlarını kaybeder veya sakat kalırlar. Böyle bir durumda Yüce Allah tarafından kendilerine hayatta kalma fırsatı verilenlerin yapması gereken ise aynaya bakıp; “Arkadaş! Sen suçlusun! Bunu sen zaten çoktan hak etmiştin!” demeleri, pişman olmaları, tövbe etmeleri, sonra da samimiyetlerini ispat etmeleridir.

Diğer taraftan yapılan tüm ihmalleri, yanlışları, kusurları ve eksiklikleri görmezlikten gelerek, tedbir almayarak ölenlere bol keseden “şehit unvanı/mertebesi/derecesi/makamı” dağıtan, böylelikle de işlenen hatalardan ders alınmasını nedeyse imkânsızlaştıran/zorlaştıran “yarım hoca/sahte şeyh/din tüccarı/çakma ilahiyatçıların” da bu işte vebali oldukça büyüktür ve ahiret günü bu yaptıklarının hesabını vermeleri imkânsızdır.

Çünkü tedbir almadan tevekkül etmek nasıl doğru değilse, esbaba tevessül etmeden ve gerekli bütün önlemleri almadan da “ilâhî yardımı beklemek” aynı şekilde doğru değildir.

Bu itibarla akıllı mü’min, her türlü tedbiri önceden alır, ahlaklı, dürüst ve güvenilir insanları seçer ve ülkenin/şehrin/beldenin emanetini/yönetimini onlara teslim eder. Kendi ırkından/cemaatinden/aşiretinden/partisinden/ideolojisinden olup da “ehil olmayanlara” destek olmaz. Zira böyle tipleri iş başına getiren ve felaketlerin yaşanmasına neden olanların da suç ortağı ve sorumlu olacağını bilir.

Bu gibi insanlar, eğer binalarını 21. yüzyılın şartlarına göre en az 9 şiddetindeki depreme dayanıklı yapmaz ve suçu hep başkalarına atarlarsa sorumlu olur. Bunların deprem sonrası ağlamaya, sızlamaya, Yüce Allah’a isyan etmeye veya deprem esnasında paniğe kapılarak pencereden kendilerini aşağı atmaya, sakat kalmaya, sonra da kalkıp bütün kabahati “takdir-i ilahî” diye Yüce Allah’a atmaya hakları yoktur.

Zira bu adamlar/kadınlar, geçmişte kendilerine yapılan tüm uyarılara kulak tıkamışlardır. Oysa mü’min, bütün tedbirleri aldıktan sonra ancak “takdir-i ilahî” kavramını kullanabilir; aksi halde Yüce Allah’a iftira atan böyle bir müfteriyi Ulu Allah’ın affetmesi söz konusu olamaz.

Ekonomik durumunun yetersizliğini bahane ederek çürük yapılarda oturmaya devam eden dar gelirliler de yanlış yapmaktadır. Bu işi orta ve uzun vadede çözecek, çalışkan, samimi, ahlaklı, imanlı kimselere iktidarı/yönetimi teslim etmeyenler de hatalı tercihlerinden dolayı sorumlu olur. Kısa vadeli menfaatleri için plan ve projesi olmayan sahtekârları iş başına getirenlerin felaketle karşılaştıklarında feryat etmeye/ağlamaya hakları yoktur. Zira bunlar, doğruyu bulmak ve gerçeğin peşinde olmak için çaba sarf etmemişlerdir. Dolayısıyla onların ortaya attıkları tüm bahaneler kesinlikle ikna edici değildir ve hiçbir mazeret onları haklı çıkartmaya yetmeyecektir.

Yirmi, otuz veya kırk yıl içinde tüm binaları dokuz şiddetindeki depreme, 400 km hızındaki kasırga ve hortumlara dayanıklı yapacağına, yer altına sağlam sığınaklar inşa edeceğine söz veren, bunun plan ve projesini hazırlayan “kurumsallaşmış güvenilir bir partiyi” ve onun çalışkan, dürüst ve ehil adaylarını işbaşına getirmeyenlerin deprem, hortum, sel, tsunami veya başkaca afetlerde ölmeleri halinde “şehit” olacaklarını düşünmeleri bize göre tam bir ütopyadır, yanılgıdır ve züğürt tesellisinden başka bir şey değildir.

Zira deprem kuşağında yaşadığı gerçeğini göz ardı eden, Japonya gibi dokuz şiddetindeki depremlere dayanıklı binalar/yapılar inşa etmeyen, kentsel ve çevresel dönüşümü yapacaklara destek olmayan ve faciaya bile bile davetiye çıkartanlar “şehit” olamaz.

Dolayısıyla böyle haddini bilmez yarım hocalar/sufî kılıklı cahiller/çakma ilahiyatçılar, toplumda bu tür algıların oluşmasına neden oldukları, ders alınmasını zorlaştırdıkları, tedbirsizliğe ve vurdumduymazlığa davetiye çıkardıkları ve Yüce Allah’ı yanlış tanıtarak O’na iftira attıkları için vebaldedir.

Bu nedenle herkes dönüp kendine bakmalıdır. Bize göre depremlerin ilerleyen yıllarda şiddeti ve sayısı daha da artacaktır. Bu nedenle o günler gelmeden “kendisiyle çok övünen insanoğlu” nano teknolojinin geliştirildiği 21. yüzyılda en az 9 şiddetindeki depreme dayanıklı yapılar inşa etmek zorundadır. Çünkü Yüce Allah, insanoğluna akıl vermiş ve tedbir almasını istemiştir.

Diğer taraftan insanlar, özellikle mü’minler bu dünyada her zaman zor imtihanlarla sınanmışlardır ve bundan sonra da sınanacaklardır. Şu âyetleri birlikte okuyalım:

“Muhakkak ki ölüm tehlikesiyle ve açlıkla, dünya malının, canın ve [alınteri] ürünlerinin kaybıyla sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredenlere iyi haberler müjdele!”[1]

“Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü’minleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir. O vakit, ateşin etrafında oturmuş, mü’minlere yaptıkları işkenceleri seyrediyorlardı. Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir.”[2]

Görüldüğü üzere bu âyetlerde Yüce Allah, geçmiş kavimlerden inanmış kimselerin başına gelen “ciddi imtihanları” haber vermekte ve “nasıl zor şartlar altında sınandıklarını” bildirmektedir. Dolayısıyla günümüz mü’minlerinin de benzer şekilde zor imtihanlarla karşılaşmaları mümkündür. Nitekim Kur’ân, onlara her türlü tedbiri çok önceden alma görevini yüklemektedir.

Şu âyetleri de birlikte okuyalım:

“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, (eğer gerçekten iman ediyorsanız, her türlü tedbiri önceden almışsanız ve sabırla mücadeleye devam ediyorsanız) Allah’ın yardımı pek yakındır.”[3]

“[İşte] orada ve o anda mü’minler sınandı ve şiddetli bir şok ile sarsıldılar.”[4]

Bu âyetlerde geçmiş kavimlerin nasıl zor imtihanlara tabi tutuldukları, sarsıldıkları ve peygamberin bile; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diye yalvarıp yakardığı haber verilmektedir. Dolayısıyla bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu unutarak tembel tembel oturmak doğru değildir. Bu bakımdan din görevlileri/hocalar, söz konusu âyetler üzerinde tefekkür etmeli, insanlara gerçekleri söylemeli ve tedbirin önemine sürekli vurgu yapmalıdır.

Kanaatimizce insanların bilgi düzeyi arttıkça, teknoloji geliştikçe, yaşam şartları daha da kolaylaştıkça, bu gelişmişlik düzeyine göre karşılaşacakları imtihanların şartları, şekli, şiddeti veya süresi de değişebilir/artabilir/zorlaşabilir. Mikropların, virüslerin, bakterilerin veya içimizdeki vesvâsi’l-hannâs’ın/şeytanın “çalışma programları/yazılımları” dikkatlice incelendiğinde ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır.

Sonuç olarak, her türlü tedbiri aldıktan sonra Yüce Allah’a tevekkül etmek gerekir. Bir sürü şeyi eksik ve yanlış yapıp, sonra da tevekkül ettiğini iddia eden kişi kâmil bir mü’min olamaz. Herkes gücü, yetkisi ve etkisi nispetinde sorumludur ve insanoğlu kendisine verilen nimetlerden mutlaka hesaba çekilecektir. Şehit olmak göründüğü kadar basit ve ucuz değildir. Yüce Allah’a iftira atmak ise en korkunç zulümdür. Zulüm ise Yüce Allah’ın en nefret ettiği ve kızdığı kavramdır. Dolayısıyla doğal afetler öncesi hazırlığı tam yapmayan, ciddi tedbirler alacak yönetimleri/iktidarları iş başına getirmeyen, uzun vadeli plan ve projelerle bunları yapacaklara destek olmayan, emaneti ehline teslim etmeyen, böylece felaketlerin yaşanmasına davetiye çıkartanlar kesinlikle sorumludur ve “şehit” olabilmeleri yukarıdaki delillere göre neredeyse imkânsızdır. (27.06.2014)

 

[1] el-Bakara 2/155.

[2] el-Büruc 85/3-9.

[3] el-Bakara 2/214.

[4] el-Ahzâb 33/11.

Önceki ve Sonraki Yazılar