Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Kimin Doğruyu Söylediğini Nereden Bileceğiz?

A+A-

İnsanlar alıştıklarının dışında “kafalarını karıştıran farklı bir görüşle” karşılaştıklarında kime inanacaklarını ve kimin yanında yer alacaklarını bilmediklerini iddia eder ve “Peki kimin doğruyu söylediğini nereden bileceğiz?” diyerek kendilerini haklı göstermeye çalışırlar. Bu soru, asırlardır insanların üzerinde düşündükleri ve çözüm aradıkları bir husustur.


Kanaatimizce kafa karışıklıklarını gidermenin en etkili yöntemi “belli ölçülere” göre hareket etmektir.
Gerçekten de insanlar hayatlarının her anında bazı konular ve kişiler hakkında sürekli kararlar almakta; nerede durdukları, neyi destekledikleri ya da neye karşı çıktıklarıyla ilgili sürekli görüş beyan etmektedirler. Pek tabiidir ki bu değerlendirmeleri ölünceye kadar yapmak durumunda olan insanların belli kriterlere göre hareket etmeleri gerekir. Bu ise ön yargılarla değil, aklıselimle ve evrensel hukuk ve ahlak ilkeleriyle yapılmalıdır. 


Bu itibarla herhangi bir konuda görüş belirten kimse bunu yaparken sağlam karinelerine dayanmalı, doğru analizler yapabilmek için beslendiği her türlü kaynağın temiz, güvenilir, arı, duru, sapasağlam olmasına ve belli şartlar taşımasına büyük önem vermelidir.


Kanaatimizce kul hakkını ihlal etmemek (Hucurat 49/12; Necm 53/28) ve verilen hükümlerde isabet kaydedebilmek için bütün insanların uyması gereken bazı hususlar vardır. Bu bakımdan insanlar kime kulak vereceklerini, neleri okuyup neleri seyredeceklerini çok iyi tespit etmeli, dinledikleri ve görüşlerine itimat ettikleri kimselerde bazı özelliklerin bulunup bulunmadığına çok iyi bakmalıdır.


Bize göre takip edilecek ve görüşlerine değer verilecek kimselerde şu özellikler mutlaka olmalıdır:


1. Bir konuda konuşan/kanaat belirten kimse, gerçekten o bilim alanının (tıp, ilahiyat, ekonomi, hukuk, eğitim, iletişim, siyaset, diplomasi, askerlik, emniyet, sosyoloji, psikoloji, felsefe, astronomi, tarım, hayvancılık, sanat, spor vs.) otoritesi/mütehassısı/uzmanı olmalıdır.


2. Alanıyla alakalı sağlam ve derinlemesine bilgi, birikim ve tecrübeye sahip olmalıdır.


3. Söz söylediği sahanın uzmanlarının eğitiminden geçmeli, liyakat sahibi olduğu test edilip onaylanmalı, o konuda bilgi, mal, hizmet ve ürün üretebileceği, görüş açıklayabileceği ve bunları bütün dünyayla paylaşabileceği yönünde elinde geçerli diploması/belgesi olmalıdır. 


4. Alanıyla ilgili bilimsel gelişmeleri yakından takip etmeli ve sürekli kendini yenilemelidir.


5. Söylediklerini uygulayan ve bunlara göre hayatını şekillendiren bir kimse olmalıdır. Zira söylediklerinin tam tersini yapan birine kimse itibar etmez ve etmemelidir. 


6. Yaptıklarında ve söylediklerinde samimi olmalıdır. Çıkar amacıyla gerçekleri çarpıtan, sıkışınca yalan söyleyen, yaptıklarını ve söylediklerini inkâr eden kimselerden uzak durulmalıdır.


7. Kanaatini ortaya koyarken tarafsız, adil, objektif, ilkeli, tutarlı olmalı ve meselelere ideolojik yaklaşmamalıdır.


8. Uzman olduğu sahada konuşurken sağlam muhakeme yeteneğiyle konuları ele almalı ve incelediği konuya parçacı değil, bütüncül bakmalıdır.


9. Bütün dünyaya örnek olabilecek “güzel ahlak sahibi” olmalıdır. 


10. Kendisi için istediğini başkaları için de isteyebilme erdemine sahip olmalıdır.


11. Takip edilecek kimselerin sadece unvanlarına, titrlerine, rütbelerine, makam veya mevkilerine bakılmamalıdır. Zira bazı kimseler vardır ki hak etmedikleri halde o makamlara getirilmişlerdir. Onlar bu makamların hakkını vermek yerine unvanlarını başka amaçlar için kullanmaktadır.

Dolayısıyla bu konuda belirleyici olan, peşinden gittiği ve sözüne değer verdiği kimsenin bazı unvanlar taşıması, çok meşhur olması veyahut yüksek makamları işgal etmesi değildir; aksine sağlam muhakeme yeteneğine, basiret ve ferasete sahip olup olmaması, mantık kurallarına, akla, sağduyuya ve bilimsel esaslara uygun hareket edip etmemesidir. Ortaya koyduğu düşüncelerinde/hükümlerinde ya da yazdığı eserlerde sağlam, objektif, tutarlı, dengeli, derinlikli, kapsayıcı ve kuşatıcı olup olmamasıdır. 


12. Takip edilecek kimse eleştiren, sorgulayan, kritik-analitik düşünen, sürekli sağlıklı tefekkür yapan, diğer disiplinlerden de faydalanan, orijinal fikirler/kavramlar üretip açıklayan, bunu da tam bir tutarlıkla başaran, tahlil ve analiz kabiliyeti yüksek birisi olmalıdır. 


İşte bütün bu özellikleri haiz birisinin uzman olduğu sahada konuştukları, yazdıkları ve yaptıklarının bir değeri/anlamı/kıymeti vardır ve bunlar diğer insanlara yol gösterebilir.


Herkes tarafından artık kabul edilmektedir ki, günümüz dünyasında bir insanın her şeyi bilebilmesi imkânsızdır ve branşlaşma kaçınılmazdır. Gelişmiş ülkelerde sahanın uzmanlarının kanaatlerine kulak verilmektedir. Gelişmemiş ülkelerde ise herkes her konuda ahkâm kesmekte ve üzerine vazife olmayan konularda rahatça kalem oynatmaktadır.

Mesela bir kentin tabip odası “Türkiye’de İslam ve İslam’ın Sorunları” konulu panel düzenleyebilmekte, konuşmacıların tamamı da tıp doktorlarından oluşmaktadır. Bu toplantıya konuşmacı olarak katılan “uzman tıp doktorları” kendi alanlarında konuşmak yerine, eleştiri sınırlarını da aşarak “dine ve dini değerlere açıkça hakaret” edebilmektedirler. Bu gerçekten traji-komik bir durumdur ve yazdıklarımızı özetleyen çok güzel bir örnektir. 


İşte bütün bu kafa karışıklıklarından kurtulabilmenin yolu, herhangi bir konuda görüş belirten kimselerin yukarıda saydığımız özellikleri taşıyıp taşımadıklarına bakmaktır. Bu özellikleri taşımayanlara danışmak, onları takip etmek ve onların gösterdiği yoldan gitmek gelişmenin, kalkınmanın ve gerçeğe ulaşmanın önündeki en büyük engeldir. Zira böyle yapmak zaman ve enerji kaybına yol açacağı gibi toplumsal huzur ve istikrarın bozulmasına da neden olur.


Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim, emanetin ehline verilmesini, (Nisa, 4/48) uzman kimselere danışılmasını (Nahl, 16/43; Enbiya, 21/7) salık verir; nitekim Hz. Peygamber’in de tavsiyeleri bu yöndedir. Ancak hâlâ her duyduğuna sorgulamadan inanan, güven telkin etmeyen insanların peşinden giden, onların sözlerini araştırmadan her yerde anlatan müslümanlar vardır ve bunlar çok büyük hata yapmaktadır.

Zira Allah’ın kendisine verdiği aklı kullanmayan insan sorumluluklarından kurtulamaz. Bir insan bu dünyanın geçici güzellikleri için bu kadar kolay ve ucuz şekilde kendi kendini aldatıp mahvedemez ve mahvetmemelidir. Çünkü aldatılmak isteyenleri aldatacak birileri mutlaka bulunur.


Dolayısıyla toplumdaki bireyler barış ve huzur içinde yaşamak ve sonra da bütün dünyaya örnek davranışlar sergilemek istiyorlarsa “ehliyet ve liyakat sahibi uzmanlara” kulak vermeli ve onların fikirlerine saygı duymalıdır.


Bunu bir misalle açıklarsak şunları ifade edebiliriz: 


Mesela beyin ameliyatı olması gereken bir hasta binlerce ameliyat yapmış tecrübeli “beyin cerrahını” tercih etmek yerine “Nasıl olsa o da doktor” diyerek “pratisyen hekime” ameliyat olmaya kalkışırsa, kendisi hakkında doğru karar vermemiş olur. Pratisyen doktor değil de “sağlık meslek lisesi mezunu bir sağlıkçının” da bu ameliyatı rahatlıkla yapabileceğini kabul eder ve uzman olmayan kişiye o ameliyatı olursa ameliyat masasından kalkması imkânsızdır.

Zira görünen köy kılavuz istemez. Veya aynı kimse, “Beyin cerrahı şart değil canım, bir kadın doğum doktoru da bu ameliyatı yapsa olur, nasıl olsa o da doktor, ne fark eder ki!” dese ve “o kadın doğum doktoruna” beyin ameliyatı olsa yine doğru bir iş yapmamış olur.


Bu itibarla nasıl tıp alanındaki branşlaşma beden ve ruh sağlığı için önemli ve zaruri ise aynı şekilde ilahiyat alanında da branşlaşma dinî/uhrevî hayat açısından son derece önemlidir. Yukarıda sayılan özellikleri haiz ehliyet sahibi kimselerin kanaatlerine, ürettikleri sağlam bilgilere kulak vermek şarttır; din konusunda oluşturulmak istenen bilgi kirliliğini ve kafa karışıklıklarını en aza indirmek için bu zaten gereklidir.

“O da ilahiyatçı”, “O da hoca” diyerek uzmanı olmadığı sahada konuşan ya da kendisini geliştirmemiş, muhakeme yeteneği zayıf, anlama, kavrama ve sezme melekeleri çökmüş ve söz söylerken samimi de olmayan kimselere kulak veren kişinin durumu “sağlık konusunda yanlış tercih yapan hastanın” durumuna benzer. Nitekim böyle birisi dini doğru kavrayamayacağı gibi bu din tüccarlarının, çakma ilahiyatçıların elinde oyuncak/kobay olmaktan ve istismar edilmekten de kurtulamaz.  


Ayrıca şunun da altı çizilmelidir ki, bir meslek mensubunun giydiği kıyafete, cübbeye, üniformaya ya da resmi elbiseye bakarak o kimsenin o konuda ehil olduğu düşüncesine kapılmak da son derece yanlış ve tehlikelidir. Bu, kolaycılık  ve şekilciliktir; sadece bu kıyafetlere bakarak karar veren ve bu kişileri ehil zannedenler sorumluluktan kurtulamaz.

Zira mesleği icra eden “kişinin giydiği kıyafet ya da kisvesi değil” bizzat kendisidir. Ehliyet ve liyakat sahibi kimse cübbe veya üniforma giymese de onun söyledikleri ve yaptıkları önemlidir. Zira önemli olan aklıselim, sağlam muhakeme, basiret, feraset, uzmanlık, ehliyet, liyakat, sağlam bilgi ve tecrübedir. Kişiyi giydiği kıyafetlere göre değerlendiren anlayış kolaycı, ucuzcu, şekilci ve sakat bir anlayıştır. Nitekim “Hocalık sarık ve cübbe ile değil, kafa iledir” sözü ne demek istediğimizi çok güzel özetlemektedir. Kanaatimizce bu veciz söz sadece hocalık için değil diğer tüm meslekler için de aynen geçerlidir.


Sonuç olarak, herkes hayatının her anında kendisi ve başkaları hakkında karar verirken faydalandığı ölçülere/kıstaslara/kriterlere çok dikkat etmelidir. Beslendiği kaynakları yeniden gözden geçirmeli ve uzmanlığa muhakkak saygı göstermelidir.

Uzmanlığa saygısızlık insanı bu dünyada telafisi imkânsız sonuçlarla karşı karşıya bırakır ve hesap gününde de büyük kayıplara uğramasına neden olur. (Ahzab, 33/67-68; Bakara, 2/165-167; En’am 6/27, 148; Zuhruf, 43/38) Ayrıca kıyamet günü peşinden gittiği “şeytan ve şeytanlaşmış insanları” suçlaması ona hiçbir fayda sağlamaz ve onların gittiği yere gitmekten de asla kurtulamaz. (08.02.2010)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar