Ahmet Emin Seyhan

Ahmet Emin Seyhan

Deprem Cezalandırma mı, İlahi İkaz mı, İmtihan mı?

A+A-

Yüce Allah kâinatı yaratırken “âdetullah” adı verilen ve insanlara faydaları da olan kevnî yasalar koymuştur. Koyduğu bu ilahî yasalar/hassas dengeler tüm insanlar için kıyamete kadar geçerlidir.
Örneğin ateşin yakması, suyun kaldırma kuvveti, yer çekimi kanunu, yer kabuğundaki hareketlilikler, depremler, volkanik patlamalar, suyun yüz derecede kaynaması, sıfır derecede donması, çöllerin ve adaların oluşması, seller, hortumlar, kasırgalar, fırtınalar, tsunamiler vs. işte bütün bu ve benzeri hassas ayarlar/doğal hâdiseler, dünyanın yaratıldığı andan itibaren vardır ve kıyametin kopacağı ana kadar da bütün insanlar için aynen geçerli olacaktır.


Yüce Allah, insanlığa “kâinatı kendisinin yarattığını ve bütün bu kuralları kendisinin koyduğunu” gönderdiği kutsal kitaplar vasıtasıyla bildirmiş ve bunlara karşı tedbirli/hazırlıklı olmalarını istemiştir.
Buna rağmen umursamaz tavırlarla ilahî yasaları/hassas ayarları göz ardı edenler yanlış yapmaktadır. Böyleleri yaptıklarının acı sonuçlarıyla karşılaştıklarında Yüce Allah’ı değil kendilerini suçlamalıdır. Zira tabiatta var edilen hassas dengeleri önemsemeyerek keyfi tutumlar sergileyen ve tedbiri terk edenler haklı değil suçludurlar. Kanaatimizce bu ilahî yasalar uygun yaşam şartlarını oluşturmayanların Yüce Allah’a söyleyecek hiçbir sözleri yoktur. 


Örneğin bize göre “depremi önceden tespit edebilmek maksadıyla” yeraltlarında veya deniz diplerinde “pek çok gözlem istasyonu” kurmayan, bazı hayvanların hareketlerini 7 gün 24 saat takip ederek onların davranışlarındaki değişiklikleri anında tespit edip bunları ölçü alarak “deprem erken uyarı sistemleri” geliştirmeyen veya daha başka keşiflere/icatlara/ buluşlara imza atmayan insanların Yüce Allah’ı suçlamaya asla ve kat’a hakları yoktur.


Şurası herkes tarafından bilinmelidir ki, ezelden beri süregelen doğal afetler ve bunların acı sonuçları “Yüce Allah’ın bir cezalandırması” değildir; böyle gören ve gösteren bütün din adamları yanılmaktadır. (Bu arada helak olmayı hak eden kavimlerin doğal afetlerle ortadan kaldırılmaları ayrı bir konudur. Zira onlar, öncesinde kendilerine yapılan tüm uyarılara kulak tıkadıkları için artık imtihanı kaybetmişlerdir. Dolayısıyla onları cezalandırma yok, “helak etme” vardır.

Helak etme ayrı, cezalandırma ayrıdır.) Zira bu tür düşünceler Kur’an ve sünnetten dayanağı olmayan, sığ ve yüzeysel değerlendirmelerdir; “yanlış Tanrı tasavvurunun” doğal sonuçlarıdır. Günümüzde deprem ve benzeri doğal afetlerle karşılaşanlar bunun bir cezalandırma değil, “içinde hikmetler barındıran ilahi ikaz” ya da “imtihan” olduğunu bilmelidirler. Kaldı ki günümüzde de “uyarıları göz ardı edenlerin” geçmiş kavimler gibi doğal afetlerle yok edilmeyeceklerinin de hiçbir garantisi yoktur.


Bu bakımdan Yüce Allah’ı “keyfi kararlar alan, sürekli kızan, hemen cezalandıran, ilkesiz, kuralsız ve tutarsız” bir ilah şeklinde tanıtmak doğru değildir. Deprem ve benzeri felaketleri “Yüce Allah’ın cezalandırması” olarak nitelendiren kimseler antropomorfik (insanlaştırılmış) Tanrı tasavvuruna sahip, Kur’ân’a bütüncül bakmaktan uzak çakma ilahiyatçılar, merdivenaltı din tüccarları ve hoca müsveddeleridir. 


Zira alması gereken bütün tedbirleri zamanında almayan, ihmal eden, savsaklayan ya da önemsemeyenlerin musibetlerle karşılaştıklarında bunu Yüce Allah’ın cezalandırması olarak görmeleri, kendilerini ve başkalarını kandırma veya aklama çabalarıdır. Bu nedenle tedbirsiz ve dikkatsiz davranarak depreme ve diğer tabii afetlere gereken hazırlığı çok önceden yapmayanlar kesinlikle sorumludurlar. 


Böyle bir durumda ihmalkâr davranarak “ilahî yasaları” göz ardı eden ve tedbir almayan kimseler tıpkı intihar edenler gibidir. Çünkü onlar, deprem öncesi yapması gereken hazırlığı yapmayarak ölüme/sakat kalmaya davetiye çıkarmışlardır. Mesela yaşadığı evi sağlam bir zemine, kaliteli malzemelerden ve doğru bir şekilde inşa ettirmemişlerdir. 


Bütün bu hataları yapan birisinin evi başına yıkıldığında başkalarını suçlaması, sözde din adamlarının da bunu “takdir-i ilahî” ve “Allah’ın bir cezalandırması” olarak takdim etmesi kesinlikle yanlıştır ve bunu yapanlar Yüce Allah’a korkunç iftira atmaktadır. Mahşer günü bu iftirayı atanlar kesinlikle bunun hesabını vereceklerdir.


Zira Yüce Allah’ın kendisine verdiği akılla Kur’an’ı ve kâinat kitabını doğru okuyan bir insan evini sağlam zemine ve kaliteli malzemelerden yapar. Evinin boya ve badanasından ziyade “taşıyıcı kolanlarına” önem, ağırlık ve öncelik verir. Manzarasından daha ziyade “çimentosuna, demirine, kumuna ve işçiliğin kalitesine” bakar. Heyelan bölgesine veya dere yatağına ev yapmaz; iki kat müsaade edilen yere de sekiz katlı apartman kondurmaz. 


Bilinmelidir ki, deprem, kâinatta var olan ekolojik dengenin doğal bir sonucudur. Bu nedenle deprem ve benzeri hâdiselere karşı her türlü hazırlığı önceden yapmak, sonrasında takdiri Yüce Allah’a bırakıp tevekkül etmek gerekir. Bu tedbirleri aldıktan sonra depremlerin yıkıcı etkisiyle karşılaşıp sıkıntı yaşayanlara düşen görev ise sabretmek ve mücadeleye aralıksız devam etmektir.


Sonuç olarak, dünyanın değişik bölgelerinde zaman zaman yaşanan depremler “insanoğluna uyarı, muhasebe ve öze dönüş imkânı” sunar. Buradan gereken dersi çıkartan bir mü’min derhal toparlanıp kendine gelir, imanını sağlamlaştırır, salih amellerini artırır, oturduğu evi en güzel şekilde inşa ettirir, acı tecrübelerden ders çıkarır, hatalarının bedelini “yanlış kader anlayışına” dayanarak Allah Teâlâ’ya yüklemez ve sorumluluklarından kaytarmaya çalışmaz. (28.01.2010)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar